Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kurtların dünyasında Çarpıcı bir belgesel, açgözlü büyük şirketlerin dizginleri kopardıklannı, dünyayı ve insanları ele geçirmek üzere olduklarını öne sürüyor... l on birkaç yıl içinde özellikle Kuzey Amerika'da çevrilen en ilginç ve en kışkırtıcı filmler belgesel türü filmler oldu. Dahası, bu filmlerin büyük bir çoğunluğu doğrudan ya da dolayh olarak siyasal içerikliydi. Bunlar bir bakıma televizyonun yapay dengesiyle sansüre karşı, genelgeçer sinema ile küçük ölçeldi bağımsız yapımların tekbenciliğine ve toplumdan kopuşuna karşı geliştirilen bir tepkiydiler. Söz konusu filmlerin bizlere çekici gelmesi gerçeğin giderek bir sis perdesine büründüğü yalan dolan ve güdumlü görüntuler üzerine kurulu bir dünyada yaşıyor olmamızdan kaynaklanmaktaydı. Bu yılın en çarpıcı filmi hiç kuşkusuz Michael Moore'un "Fahrenheit 9/11" adlı filmiydi. Bunun dışında "My ArcJ hitectMimar Babam", "Capturing the S reyi kirlettikleri öne sürülüyor. Olabildiğince sert bir tavır sergilemesine karşın insanı rahatsız etmeyen filmde olaya tanıklık eden kırk kadar konuşmacı arasında Thatcher'in en gözde ekonomi uzmanı ve bugüne dek Nobel Ödülü'nü kazanan en sağ görüşlü kişi olan Milton Friedman, Shell şirketinin eski yönetim kurulu başkanı Sir Mark Moody gibi adlar yer alıyor. Filmin "Gammazlığın Bedeli" adlı bölümünde Jane Akre ve Steve Wilson adlı iki gazetecinin, süt üretimini arttırmak amacıyla yapay bir hormon pazarlayan Monsanto şirketiyle ilgili gerçekleri su yüzüne çıkarmalan üzerine yaşamlarının nasıl bir cehennem azabına dönüştüğü anlatılıyor. Hormonun gerek inekler gerekse süt içenler üzerindeki olası olumsuz etkilerini ortaya koyan gazeteciler, Monsanto'nun avu Konuşmadan önce Ne sınırlar, ne tabular. Bugün her şey dile | Friedmans", "Super Size MeŞişir Be| ni", "The Fog of War100 Yılın Itiraflan", "The Control Room" ve son olarak da Mark Achbar ile Jennifer Abbott'un birlikte yönettikleri ve ABD'ye eleştirel bir bakış açısıyla yaklaştıkları Kanada yapımı "The Corporation" gibi filmler de var. Abbott ve Achbar çevre, ekoloji ve küreselleşme gibi konulara özel bir ilgi duyan yapımcılar. Filmin senaryosunu kaleme alan Joel Bakan ise büyük şirkeleri konu alan ve "The Pathological Pursuit of Profit and PowerKazanç ve Güç Peşindeki Hastalıklı Koşu" gibi pervasızca bir alt başlığı olan kitabı da yazan bir avukat. Filmde son 150 yıldır büyük anonim şirketlerin giderek tüm dünyaya egemen oldukları, yaşamımıza yön verdikleri, hükümetleri istedikleri gibi evirip çevirdikleri, yeryüzü kaynaklarını tükettikleri ve havakükatları tarafından tehdit ediliyorlar. "The Corporation" insanı tedirgin etse de, sonuçta umutsuzluğa sürüklemiyor. însanların bu gibi durumlarda nasıl bir savaşım verebileceklerine ışık tutuyor. Amerikalı bir şirket danışmanının kapitalizmin asıl hedefinin tek kişinin (tercihen bir şirket) kürenin her bir santimetrekaresine sahip çıkması olduğu yönündeki sözlerini duymak bile insanı bir çözüm arayışı içinde devinime geçirmeye yetebiliyor. Şimdilerde sık gündeme getirilen sorulardan biri birçok insanın neden kâr amacı güden özel şirketlerin herkesin yararına çalışan kamu şirketlerinden daha iyi olduğuna inandıkları. Şirket tutkunu hükümetlerin daha sağlıklı bir yargıya varmaları için bu filmi beyinleri, vicdanlarıyla izlemeleri gerekiyor.# The Observer'dan çeviren: RİTA URGAN Y getlrillyor. Saydamlığın elbette faydası var, ama söz iki yüzlü bir kılıç. Onu dlkkatll kullanmayı öğrenmek gerek... akın bir arkadaşınızla bir kafenin terasında oturuyorsunuz. Kimselerin kendisini hafta sonlan çağırmadığından, bunu anlayamadığından yakınıyor... Birden, içinizde bir istek doğuyor, gerçeği ona tüm yalınlığıyla söyleseniz: "Doğru, kimse seni çağırmıyor... Çok negatifsin, hep bir şeylerden yakınıyorsun, kimse seni görmek istemiyor o an." Kendisinin bilmediği bu yönünü kabullenmesini sağlamak dostça bir davranış olmaz mıydı? Ne var ki, kendinizi engelliyorsunuz, sözcükler boğazınızda kalıyor. Ya bunu duymaya hazır değilse? Ya ona yardım etmek yerine, yarasına tuz basarsanız?... Bir an silkinip, "Konuşmadan önce dilini ağzında dokuz kez çevir" sözünü uygulamayı başarıyorsunuz. En doğrusu gerçeği yüzüne çarpmadan önce, onun bu gerçeği kabul etmeye hazır olduğunu göstermesidir diye bekliyorsunuz. kendisini nasıl aldatafcını anlatıyor, derken bir başkası "Yatakta rçime girilmesinden çok, ön oyunları severim" diyor. Dillerin mührü 68 Mayısı'nda söküldü, kitle iletişiminin gelişmesi ve psikanaliz seanslarının etkisi her şeyi söylemeyi kışkırttı. Ayrıca ıtiraf kültürü yayıldı azar azar. Sırlar açığa döküldü, gizlide bir şey kalmadı. Realityshow'larda binlerce izleyicinin karşısında sanki grup terapi seansı gibi herkes birbiriyle acılarını, gizli arzularını, utançlarını boy ölçüştürüyor. Hep bir ağızdan her şey ortaya dökülüyor. Her şey işportada: insanı koruyan söylenmez şeyler de, engelleyen doyumsuzluklar da, utanç verici olan da, sırlar da, değerli de değersiz de... SÖZÜN YARARLARI... Bu çarpıklık sorular doğuruyor. Elbet, saydamlığın olumlu yanları var: Haksızlıkları, yalanı açığa çıkarmayı sağlıyor. Uygulamada açık ve saf yürekli olmak günlük yaşamın yükünü hafifletiyor. Korkutucu ve itiraf edilemez olduğuna inanılan şeyler, bir başkasına itiraf edildiklerinde içi ferahlar insanın. Başkasının da benimle aynı bunalımların acısını çektiğini bilmek, benim çırpınışlarımı azaltır. Bu saydamlık gerçek bir içtenliğin kurulmasını sağlayabilir. BÜYÜK GEVEZELİK Bugun fazla konuşmaktan sakınmak biraz eskide kalmış kabul ediliyor. Çevremizde saydamlık ve otantik olmak en yüce değerler olarak körükleniyor. Çağdaş aileler "her şeyi söylemeyi" işliyor. Dergilerin birinde ünlü bir kadın oyuncu eski kocasının Ne varkî "Herşeyi söyleyin" demek, "Hic bir şeyi saklamayın" demek değildir. Çoğu kez bunalım bizi konuşmaya iter Öteki, bu gerilimi azaltir ve bunalımı taşı mak zorlaştığında kurtuluşu konuşmakt; ararız. Aynı zamanda kendimizi onemli kıl ma ve iktidar özlemimizden de kaynaklanı bu: Bir sırrı tek başına saklamak dayanm; gücumüzü aşar. Ama bunu çok değerli ola rak nitelediğim bir arkadaşıma açmak ben de önemli biri durumuna koyar. "Bay ve Ba yan her şeyi bilenler" her zaman anlatacal bir şeyi olanlar, her şey üzerine konuşanlar dır ve aslında onlar değersiz olmaktan, bil gisiz olmaktan korkan kararsızlardır. Şiddet ya da sevgi ve saygı biçimi de ola bilir açık yüreklilik. Konuşmadan önce ken di kendine sorulabilecek en yararlı soru şu dur: "Kimi iyileştirmek istiyorum, ötekin mikendimi mi?" Sahicı olmak ile gerçekten zarar vermel eğilimleri arasında seyretmenin yöntemi ne dir? Başkalarıyla ilişkilerimizde sabrı öı planda tutmak gerekir. Bir Grek özdeyişi "Susmak ya da ancak sessizlikten daha de ğerli olabilecek şeyleri söylemek gerekir!' diyor. Bugün de geçerli bu... • Psychologies'den çeviren EMRE ÇAĞATA^ PAZARIN PENCERESİNDEN CohnBendit'in dersi Selçuk Erez T ürkiye'yi Avrupa'ya sokmamaya kararlı Hıristiyan Demokratlar, Avrupa Parlamentosu'nda bu konudaki oylamanın gizli oyla yapılması için gerekli imzayı topladılar. Son beş yıl içinde tüm oylamalar açık oyla gerçekleştirilmişti; buna rağmen niçin bu yolu tuttular? Çünkü Türkiye'nin alınması konusunda olumlu oy verecek sol partilere üye olan bazı milletvekilleri bu şekilde belki de aslında istemedikleri bu ülke için rahatça "hayır" diyebileceklerdi. Ne oldu? Yeşiller grubunun başkanlarından Daniel CohnBendit kalktı, "Ben geneleve gizli giderim. Ben kiliseye gizli giderim. Bunlar benim özel hayatım, ama halk adına karar verirken bunu kimseden gizleme hakkına sahip değilim. Onun için oyumu açık kullanırım" dedi ve bunun üzerine Yeşiller, hem gizli oy attılar ' hem de "Türk bayraklı" ve üzerinde çeşitli dillerde "evet* yazan pankartlar sergileyerek uzun süre anımsanacak bir demokrasi dersi verdiler. CohnBendit adlı dürüst politikacı kimdir? 1968'de Paris'te gerçekleşmiş olan öğrenci ayaklanmasının liderlerindendir. Bu ayaklanmalardan sonra Fransız hükümeti CohnBendit'i ı hudutlannın dışına sürmüştü. CohnBendit, Frankfurt'a gitmiş ve devrimci bir grup kurarak savaşını sürdürmüştü. Sonunda 1978'de Fransa'ya dönmesine izin verildiği halde Almanya'da kalmayı yeğleyip "Yeşiller" Partisi'ne^ A. katılmıştı. ' "?,* 1968'lerde anarşist olarak bellenen, yurdundan sürülen bu genç, bugün en saygın politikacılardan biri sayüır! Bendit, bu turun ilk ve son örneği değildir: 1958'de Birleşmiş Mületler'de, Cezayir'de bağımsızlık için halkoylaması yapılması konusunda Türkiye çekimser kaldığından ve evetlerle hayırlar eşit çıktığından Cezayir bağımsızlığına baktığımızda, utancımızın azalmasına yol kavuşamamıştı. Cezayirliler bizi uzun süre açtığını kavramıyor muyuz? affedemediler. Turgut Özal yıllar sonra bu Öyleyse, bugün ve yarın bize aykırı ülkeye gidip özür dilemiştir. gelen sözler söyleyenleri kovuşturmaya kalkmak, cezalandırmaya yeltenmek 1958'de Türkiye'de dış politikadan yerine alıcı gözle dinlemenin gerektiğini sorumlu olanlar böyle isabetsiz anlamalıyız! • davranırken bazı gençler oylamadaki tutumumuzu kınıyorlardı: Milli Talebe Federasyonu l îiivınevlerı • RIUIIH'VIITI (0212l2<>3S )7! Başkanı Erol Ünal, 1960'ta BM'nin gündemine yeniden Cezayir geldiğinde Prof. Dr. Muzaffer Altındaş Uluslararası Talebe Bu kitap, şeker hastalarının eğitim ihtiyacı göz Federasyonu'nun o yılı önünde tutularak hazırlanmıştır. "Cezayirlilerle Dayanışma Yılı" ilan etmesini sağlamış ve Hasta ve hasta yakınları, DIYABKTİK Sağlık elemanlan, Cezayir öğrenci Örgütü AYAK liderlerini davet edip burada Hemşırelerve Doktorlar örfi idare olduğu haldebu kıtaptan yararlanabilırler. Istanbul'da ve Ankara'da Cezayir'i destekleyen yürüyüşler düzenlemişti. O zamanlar kovuşturulan, cezalandırdan bazı gençlerimizin (Ayhan Toraman, Cevdet Hacaloğlu, Vehbi Dinçerler, Nurettin istem» Adresi: Sözen) aslında kendilerini Valıkonağı Cad Sınoplu Sehıt Cemal Sok No 1/8 80220 Nı$antaşılstanbul kınayan politikacılardan önde Jel 10212)23231 31 Fax (0212) 29130 31 İnternet Adresi: www.diyabetikayak.com olduklarını, bu gençlerin o email:hekimlildıyabetıkayak.com tarihte yaptıklarının, geriye \V