02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 26 ARALIK 2004 / SAYI 979 Eşref Paşa'nın oğlu Tevfik Bey Tevfik Sencer, Abdülhamit'in başyaveri Tümamiral Eşref Paşa'nın oğlu. Babasının inişli çıkışlı öyküsünü anlatırken en çok rütbesinden olma pahasına güçsüzden yana tavrını alkışlıyor... Üsküdar'daki ev ise bir yüzyılın anılarını taşıyor. Şengül Durucu O na bir kahraman olduğunu söylemek isterdim. Ben çok kahraman gördüm hayatımda, hakiki kahramanlar, hayatlarını ortaya koyan insanlar, ama hepsi kazanması gerektiğine ve kazanacağına inandıkları davalar için gösterdiler ccsaretlerini, benim babam ise kaybetmiş olan ve kazanma ihtimalı asla bulunmayan biri için vazgeçti ömrünün son demlerinden. Ben bundan daha büyük bir kahramanlık görmediğimi ona söyleyemedim, kaybedenin yanında böylesine duran birine duyduğum saygıdan hiç ona sözedemedim... Ahmet Altan'ın Isyan Günlerinde Aşk adlı romanında Hikmet Bey böyle söylüyordu babası için. Bugün Üsküdar'da bir evde tek başına yaşayan Tevfik Sencer de aynı şeyleri hissediyor. O bir roman kahramanı değil, ancak yaşadığı hayat, büyüdüğü ev tıpkı bir roman gibi... 86 yaşındaki Tevfik Sencer, Abdülhamit'in yaveri Tümamiral Mehmet Eşref Paşa'nın, hayatta olan tek çocuğu. Babası, o iki yaşındayken şeker hastalığından öldüğü için onu tanıma fırsatı olmamış. Ancak tanıyormuşçasına, büyük bir heyecan ve gururla bahsediyor: "Babamı tanımayı çok isterdim. O hayatını Osmanlı'ya adamış gururlu ve şerefli bir askerdi. Sık sık saraya çağrılırmış. 1909'da Ittihat ve Terakkiciler Abdülhamit'i tahttan indirdikten sonra çolukçocuğunun ne olacağını düşüne düşüne şeker hastahğma yakalanmış. Ancak babam o dönemde lisan bilen, yurtdışında Ingüiz Ordusu'yls Atlas Okyanusu'nu dolaşıp eğitim almış değerli denizcilerden biriymiş. Ittihatçılar onu saflarına katmak için işbirliği teklif etmişler. Babam bu teldifi, 'Yıllarca efendim için çalıştım, ekmeğini yedim, böyle bir durumda onu terk edemem' diyerek reddetmiş. Bir süre sonra Ittihatçılar Tenzili Rütbe (rütbe indirme) Kanunu çıkarmışlar ve babamm rütbesi tümamirallikten miralaylığa (albayüğa) düşmüş. Bu durum onu üzüp, onurunu zedelediğinden tüm resmi görevlerinden istifa etmiş ve köşesine çekilmiş. Annem hep, 'Baban istifa etmeseydi iyi durumda olurduk'derdi." SEVR YILLARI... EŞREF PAŞA Eşref Paşa, Istanbul Liman Reisliği görevi sırasında devlet tarafından üç yülığına Ingiltere'ye gönderildi. Atlas Okyanusu ve Akdeniz'de yapılan tatbikatlara katıldı. Abdülhamit'e tahsis edilmiş olan Ertuğrul, Söğüt, Beylerbeyi, îstavroz vapurlannın kumandanhğını yaptı. Mecidiye, Mesudıye ve Hamidiye gemilerini tezgâhlanndan alıp Türkiye'ye getirdi. Hamidiye kahramanı Rauf Orbay, yaverliğini yaptı. Alasonya'da Yunan Savaşı'na katıldı. Eşref Paşa, ITÜ Denizcilik Fakültesi'nin temeli olan YDO'nun kuruluşunda da önemli rol oynadı. Bu okulun ilk müdürü ve ilk hocalanndan biriydi. temsil etme görevi verilmiş. Eşref Paşa'nın da içinde bulunduğu, Sevr'e ilk giden heyet olan Tevfik Paşa Kabinesi, anlaşmayı Osmanlı çıkarlarma ters düştüğü kanaatiyle imzalamadan geri donmuş. Ancak daha sonraki heyet Sevr'i imzalamış ve Osmanlı çok kötü bir konuma düşmüş. Üst üste yaşadığı bu kötü olaylara dayanamayan babam henuz 58 yaşında iken şeker hastalığından ölmüş. Annem, üç kız ve ben kalakalmışız yokluğun içinde. miştik zaten, savaşacak gücümüz yoktu. Askerde boş durmadım. Bu uzun zamanı değerlendirdim ve ödunç aldığım kitaplarla kendi kendime îngilizce öğrendım. 45'te terhis oldum. Ingilizce bilmem sayesinde Iş Bankası'nda yeniden işe başladım. Bir süreburada çalışıp Mobil'le temasa geçtim. 1946'da Mobil'de işe başladım. 1977'de Makine Yağları Ithalat Şefi'yken emekli oldum. Tevfik Sencer bugün 86 yaşında. anılarıyla yüklü evinde yalnız yaşıyor... YALNIZLIĞA DAİR... 86 yaşındasınız ve yalnız yaşıyorsunuz... ilk eşimden ayrıldıktan sonra ikinci eşim olan Nevvare Hanım ile evlendim. Çocuğum yok. Eşim 87'de vefat edince yalnız kaldım. Ama vaktimi iyi değerlendiriyorum. Sabahlan erken kalkıp yürüyüş yapıyorum. Her gün 40 şınav çekıyorum. Fransızca ve Ingilizce çahşıyorum, bu dillerde yazılmış kitaplar okuyorum, lisanı unutmamak için. Yaşlandım diye hayata sarılmayı bırakmadım yani. Kendime de iyi bakıyorum. Yalnızlıktan şikâyetçiyim tabii ki. Bülbülüm ve yıllardır aynı apartmanda birlikte oturduğum komşularım, bir nebze de olsa yalnızlığımı gideriyorlar. Dün ve bugün arasında bir köpru gibi Tevfik Sencer. Hayatın hızlı akışında ayakta kalmaya çalışan yaşlı ama sağlam bir köprü... • KARNELİ YILLAR... Sonraki yaşantınız... Annem çalışmamış. Üç kız kardeşimi, o zamanın ünlü kadın terzisi Calibe I lanım'ın yanına vermiş. Beni de tanıdık aracdığıyla Galatasaray Sultanisi'ne kaydettirmiş. Leyli Meccani (parasız yatılı) olarak okudum Galatasaray'da. 1928'de Laün harfli yeni Türk Alfabesi'yle eğitim yapılmaya başlandığını hatırhyorum. •Mezun olduktan sonra ne yaptınız? 193940 yılında mezun oldum, yani II. Dünya Harbi yeni başlamıştı. Bir sene kadar Iş Bankası'nda çahştıktan sonra, 1943'te askere gittim. Kıtlık, yokluk vardı, her şey karneyle veriliyordu. Üzerimizde kış günü incecik üniformalar, ayaklarda yırtıkpırtık ayakkabılar vardı. Yemekhanede bir lokma ekmeğin üstüne on kişi atladığımızı hatırhyorum. iyi ki savaşa girmedik. Ata'yı da yeni kaybet Tevfik Sencer, çocukluğu... Babanızın yerinde olsaydınız, siz ne yapardınız? Ben de aynısını yapardım, çünkü yaptığı doğruydu. O, yıllarca ekmeğini yediği, hizmet ettiği imparatorluğun, devrik padişahının yanmda oldu. Aldığı kararın doğruluğuna inandığı için yıllarını vererek ulaştığı mevkiden vazgeçti. Bunu kim yapar söylesenize? Yenilenin yanında duran kim var? Şimdiki politikacılara, bürokratlara balun. Kim güçlüyse, o anda kimin durumu iyiyse onun yanındalar. Prensip yok, fikir çizgisi yok. Ailenizin istifadan sonraki durumu nasılmış? Nasıl ayakta durmuş? Babam 1909'dan 1920'ye kadar herhangi bir resmi görevde çalışmamış, evinde oturmuş. Gelir yok tabii ki. Çengelköy ve Beşiktaş'ta bulunan evleri, Abdülhamit tarafından babama verilen şefkat nişanlannı, ziynet eşyalarmı satmışlar geçinmek için. 1918'de meşhur Fatih yangmı olmuş ve Cibali'de oturduğumuz konak da kül olmuş. Bir süre konağın bahçesindeki kurnalı hamamda kalmışız. Daha sonra da Kadıkoy'e, kiraya taşınmışız. 1920'de, babam Padişah Vahdettin tarafından saraya davet edilmiş. Kendisine Sevr Banşı'nda Bahriye Nezareti'ni BİR İNSAN, BİR HAYAT İyilik yapmak mı, yoksa... Uğur Tatlı S evim Coşkun. On yıldır işportacılık yapıyor, semt pazarlarınm yakınlarına kurduğu tezgâhında mevsimine göre şapkalar, fularlar, lif, kese satıyor. Coşkun, 1949 yıhnda, Silivri'de doğmuş, erken yaşta annesini ve babasını kaybetmiş. On beş yaşında evlenip 1968'de eşiyle Almanya'ya gitmiş. On altı yıl çahştıktan sonra gurbetteki hayata dayanamayarak tüm birikimleriyle ana vatana dönmüşler. "Keşke dönmeseydik" diyor. Çünkü bu onlar için kötü gidişin başlangıcı olmuş. Coşkun'un anlattığına göre bir mafya grubu eşine boş senet imzalattırmış ve bütun birikimlerini kaybetmişler. "Bu olaydan sonra eşim Parkinson hastahğına yakalandı ve evin tüm yükü benim üzerime bindi" diyor. "Eşinize nasıl boş senet imzalattılar" diye soruyorum, yarutlıyor: "Ben de anlamadım, bir gün evden arabasıyla gitti ve her şeyini kaybedip geri geldi. Bu olay hâlâ bir sır benim için, çünkü eşim bana bu olayı anlatmak istemiyor." Senet imzalatanlar yakalanmış, ama yine de Coşkun kafasını kanştıran soruların yanıtını alamamış. Mallarını Eminönü'nden atıyor, ama bütün semt pazarları onun. Biz konuşurken, Alman müşteriyle sıkı bir pazarlığa tutuşuyor. Sonra da "Almancayı Türkçeden daha iyi konuşuyorum" diyor. Işportacılığın zorlu yüzüyle o da tanışmış, hatta zabıtadan dayak bile yemiş. Anlatırken gözleri doluyor: "Yalvardımzabıtaya, mallanmı alma, ekmek parası, kocam hasta onun için para kazanmam gerek dedim ama dinleyen olmadı". Hakarete de uğramış, hem de 15 yaşında bir müşterisinin. "Delirdim, o anda elimde bir bıçak olsaydı öldürürdüm" diyor. Günde 2030 milyon lira kazanıyormuş. Bazı günler zararına da satış yapıyor. Boyle zamanlarda Almanya'daki günlerini anımsıyor, "Gavurlar bize daha iyi bakıyordu" demekten kendini alamıyor. Almanya'da işçilere verilen sosyal haklarm Türkiye'dekinden kat kat daha iyi olduğunu da üstüne basa basa söylüyor. Almanya'da hastalanmış, yedi kez ameliyat olmuş. Bu yaşadıklarının kendince bir açıklaması var. "Son anda kurtuldum. Çekilecek çilem varmış, Allah kocama bakmam için beni hayata döndürdü" diyor. Yine de yaşama sevincini kaybetmemiş: "Dipsiz bir kuyuda ışık bekliyorum. Kendimi denizin ortasmda tek başına hissediyorum. iyilik yapmak mı, yoksa kötü insan olmak mı? Kendime hep bu soruyu soruyorum."«
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle