Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
“Âşık Kemal” diyen birinin yanına götürmüşlerdi beni
o günlerde. Kıvrak Osman’dı adı. “Yel yoldaşı, yol arka-
daşı idik onunla” diyerek sizi anlatmaya başlamıştı bana.
Sonra, Çapanoğlu isyanından kaçıp gelen bir “kabile”nin
yerleştiği Kırıtlı’da, bir kış akşamı İnce Memed’inizi oku-
muştum kızlara, oğlanlara, kadınlara, kocamışlara... Uzun
Duran, “Hele bak senin şu hâline, tam bir âşık olmuşsun
sen de” diyerek beni kıvandırmıştı.
‘DEMİRCİLER ÇARŞISI CİNAYETİ’
Sizinle buralarda gezinmek bir aşktı evet. Şimdi açı-
yorum Demirciler Çarşısı Cinayeti’ni. En sevdiğim bö-
lümü sesli sesli okuyorum kendime:
“Gavurdağları üstünden gelen turna katarı,
Anavarza’dan süzüldü geçti ve batıda Gülek boğazı yö-
nünde gözden ıradı, kayboldu gitti. Turna katarı her za-
man gözükmez. Turna katarı görmek belki de uğurdur.
Bir acaip iştir turna katarı işi. Öyle nasıl da gökte na-
kışlanırlar! Turna katarı görmek belki de gönül ferahlı-
ğına işarettir. Belki de uzun ömre, hasretliğe ve kavuş-
maya işarettir. Turnalar, göllere yakın yabanıl yerlere
konarlar ve uçarken çok uzak, çok yükseklerden uçup
göğün mavisine dizilmiş kara noktalar gibi dururlar.” (*)
Bu arada Memet ellerini yıkadı geldi, tozlanan üst
başını çuval silkercesine silkeledi. Yılan kokusu geli-
yordu ondan.
Merakla tarlanın tumpuna kadar yürüdüm, acaba yılan
kıvrıntısı görebilir miyim diye. Bu biraz da korkunun üstü-
ne gitmekti. Bunu da sizin yazdıklarınızdan öğrenmiştim.
Yaşar Kemal Kadirli’de akrabalarıyla (1973). Fotoğraf: BEDRİ KORAMAN
Ah, bir de şu nar ağaçlarının altında sevişirken kıp-
kırmızı kesilen yılanları anlatımınız yok muydu? Bunu burayı ararken karşıma eski cezaevi çıkmasın mı! Bir tür da gitmedik yer, dökmedik ter koymadım. Kadınlardan
da bir gün sormuştum size, yazdığınızdan bile coşkulu “hafıza müzesi”ne dönüştürülmüş burası.
ağıtlar, aşıklardan destanlar, türküler, masallar topla-
anlatmıştınız bana: “O öyle bir sevişmedir ki kesseniz
dım. Yürüyerek de yazacağım şiirleri, hikâyeleri düşün-
YAŞAR KEMAL VE HÂLET ÇAMBEL
de birbirlerinden ayrılmazlar o dolanık halleriyle…”
düm, ezberledim. İşte böyle…’” (**)
Kent Müzesi’nin girişinde sizi konu edinen afişi, adı-
Öyle ki, gene dönüp Akçasaz’ın Ağaları’nı okumaya
TURNALAR VE ÖLÜM! nızı görmek sevindirdi beni. Buradan Karatepe Aslantaş
verdim kendimi. Bir gün Savrun’u yazmak istediğinizi
Gene de ben, sizin şu turna anlatımıza gönül vermiş- Müzesi’ne gitmeye karar verdim. Hem Hâlet Çambel’in
anlatmıştınız bana.
tim. O nedenle turna türkülerine de tutkunumdur: “Ha- anısına hem de size karşı bir saygı duruşu olacaktı bu.
“Yalnızca Savrun’u yazmak istiyorum” demiştiniz.
tırına düşmez, sormaz halimden,/ Kirpikleri siyah, kalem Sizin yazdıklarınızın izine düştüğüm yıllarda Kara-
Romanın kahramanı, yalnızca o koca nehir ve kol-
kaşlı yar/ Turnam turnam,/ Yareli turnam, allıdır sunam.” tepe kazı alanını az mı gezmiştim! Kendime kendi-
ları olacaktı. Kaynağına kadar gittiğinizden söz edip
Ve gene şöyle anlatıyordunuz: me; buraları gören, buralarda yaşayan biri hele he-
Çukurova’ya dört koldan nasıl indiğini anlatmıştınız.
“Ve turna, gökten ölüme düştü. Turna öleceğini bil- le Cervantes’i, Shakespeare’i, Dostoyevski’yi okuduy-
O hatıramızın yarattığı duygularla, şu satırlarınıza
mez. Turnalar birbirlerine böyle bakmazlar. Turnalar se- sa, olsa olsa bir Yaşar Kemal olabilirdi zaten diye dü-
dönüyorum yeniden:
vinirler, acı duyarlar mı? Ölümü bilmeyen hiçbir şey bil- şünmüştüm.
“Savrun da her yıl hazirandan Ekim’e kadar kuru-
mez. Ölümü bilmeyenler yaşıyor da sayılmazlar. Sizse, yıllar sonra, Hâlet Hanım’ı ve buralarda-
du. İşte bu beş ayda Akçasaz, her yıl ana kaynağı olan
Ya ölüm olmasaydı, ya ölüm korkusu olmasaydı? Usan- ki öykünüzü şöyle anlatmıştınız bir yazınızda: “Hâlet,
Savrun’dan mahrum kaldı. Yıldan yıla kurumağa baş-
dırıcı bir şey… Ölüm olduğu için biraz daha çok yaşa- Toroslar’da bir Hitit kalesi bulmuştu. O kaleyi ona bizim
ladı. Her yıl kuruyan Akçasaz’a köylüler, Ağalar üşüş-
mak istiyoruz. Ölüm olmasaydı... Turnaların biraz daha ilkokul öğretmenimiz Ekrem Bey göstermişti. Hâlet atı-
tüler, Akçasaz toprağını yağma ettiler. Bentler yaptılar,
yaşamak tutkunlukları var mı, böylesine, insancasına…” na binip Kadirli’ye gelip gidiyordu.
kanallar açtılar.
Anavarza’nın sis pus içindeki kayalıklarına dönüyo- Bir keresinde karşılaştık, atını tuttu, bana banka-
Köylüler Akçasaz’dan tarla kazandılar, ama kazandık-
rum yüzümü. Şimdi kartallar olmalıydı ve sizin anlattı- yı sordu. Önüne düşüp onu bankaya götürdüm. Atını
ları tarlalar ellerinde kalmadı, çeltikçi yeni yetme Ağala-
ğınız bilcümle canlı, börtü böcek… bağlayacak yer uzaktı, atı ben tuttum. Biraz sonra dön-
ra kaptırdılar. Akçasaz bir dönüm toprağı olmayan nice
Çukurköprü’ye gelene kadar suyu görmedim, ne kuş- dü, atı aldı çekmeye başladı.
lar ne de efil efil esen bir rüzgâr vardı. Bir anda karşıma ‘Sen burada ne yapıyorsun?’ dedi. ‘Öğretmen vekilli- adamları büyük çiftlik sahibi etti; zengin, milyoner etti.
çıkan, ihtimal, Savrun’un kollarından biriydi. Koygun, sarı ği yaptım Bahçe köyünde, sizin Hitit’e çok yakın, o ye- Fabrika sahibi etti.
sarı akıyordu. Sararmış tarlalar çıkmıştı karşıma. re düşmüş rüzgâr heykeli mi ne, oralarda öğrencilerim- Akçasaz’da yetişen ağalar politikaya atılıp bir süre
“Bu nedir?” diye sorduğumda Memet’e; “Soya abi. le çiğdem soğanı çıkarıyor, Cumartesi Pazar çiğdem
koca memleketin kaderine hükmedenlerin arasına katı-
İnsanlar pamuk yerine soyaya geçti. Hem ekimi kolay, soğanını sütle pişiriyor, öğrencilerimle yiyoruz. Böyle-
lıp, en olumsuz, en korkunç rolleri oynadılar.” (***)
verimi çok olunca, alıcısı da oluyor” demişti. likle öğrencilerim hastalanmıyor.’
Ve işte o değişim gelip sizin romanlarınıza, dönüp bizim
Onun kulak dolgunluğuyla konuştuğunu anlamıştım. ‘Başka?’ ‘Başka... Şiir, hikâye, roman yazarım.’
bugünümüze böyle böyle yansıdı Sevgili Yaşar Kemal...
n
Toprağı, ekini, ovayı pek bildiği yoktu Memet’in. İlgisizdi ‘Başka?’ ‘Ağıtlar, destanlar, Karacaoğlan, Dadaloğ-
(*) Yaşar Kemal, Akçasazın Ağaları 1: Demirciler Çar-
lu toplarım. Arif Bey’le, Abidin Bey’le çalışmalarımı çok
de ayrıca. Kadirli’ye vardığımızda bir anda toz oldu zaten.
şısı Cinayeti, 1986, Toros Yayınları, 480 s. / Akçasazın
Sizin anlatınızdaki Yel Veli’yi andıran haline bakınca, severim. Onlar sizi de, kocanızı da çok severler. Nâzım
Ağaları 2: Yusufcuk Yusuf, 1986, Toros Yayınları, 550 s.
daha fazla şey soracağımı düşünerek ortadan kaybol- Hikmet’le kocanızın birlikte yazdığı kitabı Abidin Bey
verdi bana.’ (...) (**) Yaşar Kemal, “Hâlet Hanım’la Karatepe’de”, 18
duğunu da anlamıştım.
Ağustos 2011.
Sonra, çarşıyı keşfe verdim kendimi. Amacım arzuhal- ‘Anladım. Atın başını çekerek yürüyüşü seviyor mu-
cilik yaptığınız o adliye binasının bahçesini bulmaktı. Tam sun?’ ‘Seviyorum’ dedim. ‘Şu koca Toros dağların- (***) Demirciler Çarşısı Cinayeti, s. 107.
9
27 Şubat 2025