04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

NİYAZİ ALTUNYA’DAN ‘TÜRKİYE’DE EĞİTİMİN SON 100 YILI’ Çekirdekten öğretmen! İlkokulun ardından girdiği öğretmen okulundan sonra çalışırken eğitimin toplumsal gücünü, niteliğini öğrendi. Eğitimin bilimini yaptı. Eğitimİş Sendikası’nın kurucusu, genel başkanı Dr. Niyazi Altunya ile yeni kitabı Türkiye’de Eğitimin Son 100 Yılı’nı konuştuk. HİDAYET KARAKUŞ n Türkiye’de Eğitimin Son 100 Yılı derinlikli bir inceleme. Son yüz yıldan öncesi yok mu? Türkiye’de Eğitimin Son 100 Yılı yıllardır kafamda dönüp dolaşan bir konunun yarımıdır. Aslında “Son 200 Yılı” olacaktı. Eğitimİş Sendikası bu kitabı, yapacağı Devrimci Eğitim Şurası’na katkı olarak istemişti. Ankara’da Yeni Türkiye Devleti’nin 100. yılının çağrışımı ile sendikanın isteği birleşince “100 Yıl” oldu. Türkiye’de eğitimde çağdaşlaşma adımları, 18. yüzyıl sonları ile 19. yüzyıl başlarında atılır. II. Mahmut’un 1824 tarihli ilköğretim zorunluluğu getiren buyruğu, Türkiye’de kamusal eğitimin başlangıcıdır. Niyazi Berkes, II. Mahmut reformlarını, içerikleri dinsel olsa bile laik eğitimin başlangıcı sayar. Konumuz açısından 1820’lerle 1920 arası 100, 19202020 arası 100 olmak üzere iki eşit zaman dilimi söz konusudur. Ömrüm yeterse ileride kitap bu biçimi alacak. n Kitabın kapağındaki grafik ilginç. Eğitim ivmesi 1921’den 1946’ya değin yükselirken sonra birden düşüş başlıyor. Bunun nedenleri nedir? Kitap kurgu bakımından bir yandan tarihsel süreci, diğer yandan da eğitim sorununun önemli boyutlarını göz önünde tuttu. Okur, eğitim sorununu kuşbakışı görebilsin istedim. Zaten kitaplarımdan birinin adı Eğitim Sistemimize Kuşbakışı (1996), bir diğerinin de Eğitimde Geleceğe Bakış’tır (2000). Bu kurgulama süreci beni bu son kitaba getirdi. Eğitim birliğinin özü, eğitimde aklın ve bilimin tekelini kurmaktır. Birliğin özü, eğitimde aklın ve bilimin tekelini kurmaktır. n Gazi Eğitim Enstitüsü’nü de yazdınız. Gazi Eğitim Enstitüsü: 19361980 (2006) hayatımın kitabıdır. 25 yılımı aldı. Ben de senin gibi gözümü Gönen’de, ufkumu Gazi’de açtım. Biliyorsun Gönendaşımız Fakir Baykurt Ağabey, Gazi için “Yoksul Üniversitesi” diyor. Yoksul Cumhuriyetin başkentte açtığı üç önemli eğitim kurumundan biridir. Cumhuriyet, yeni uzman kuşağını kendi ikliminde, gözünün önünde yetiştirmek istiyordu. Gazi’yi kurmaktan amaç asıl ortaokul öğretmeni yetiştirecek bir “Orta Muallim Mektebi” açmak değildi. O yıllarda Bakan Mustafa Necati, İstanbul’daki yetkin eğitimcileri de Ankara’ya taşıdı, bakanlıkta, yeni kurduğu Talim ve Terbiye Kurulu’nda, Gazi Eğitim Enstitüsü’nde görevlendirerek çok önemli bir sacayağı oluşturdu. n Gazi Eğitim’de pek çok ünlü yazar, eğitimci öğretmenlik yaptı. Üniversitelere göre Gazi Eğitim’in farkı neydi? Gazi Eğitim’in başarısı nereden geliyordu? Gazi’de yetişenlere bakmak gerekir. Örneğin, aynı kuşaklardan Gazi’de yetişen yazar sayısı, İstanbul Üniversitesi Türkoloji Bölümü’nden yetişenlerden daha fazladır. 19601980 arasında Gazi’den yetişen ressam sayısı, İstanbul’daki Güzel Sanatlar Akademisi’nde yetişenlerden fazladır. Yeni yazı ve fotoğraf sanatını, modern jimnastiği, çoksesli müziği Anadolu’ya götüren Gazi’den yetişen öğretmenlerdir. 1970’lere kadar il milli eğitim müdürleri ile Köy Enstitüsü müdürlerinin tamamına yakını Gazi’de yetişmiştir. n Köy Enstitülerine de çok eğildiniz. Köy Enstitüleri sadece Türk eğitim tarihinin şanlı sayfalarına geçmekle kalmadı, dünya eğitim tarihine de bir armağan oldu. Sistem aklın aydınlığında, Türk devrimi, ülke gerçekleri, çağdaş eğitim bilimleri arasında Türk eğitimcilerinin yarattığı özgün bir sentezdir. Kuşkusuz bilim ve teknolojideki olağanüstü değişim ve gelişimi de gözden kaçırmamak gerekir. Bana hep “Köy Enstitüleri yeniden açılabilir mi” diye soruluyor. Ben de bir soruyla yanıt vermeye çalışıyorum: “Tonguç bugün yaşasa nasıl bir enstitü kurardı?” Tonguç’un başarısında belki öteki unsurlardan daha etkili olan, o günlerdeki toplumsal gereklilikti. n Bugün siz nasıl bir eğitim dizgesi öneriyorsunuz? Bugün de çağdaş eğitim derdi olanların Köy Enstitüsü deneyiminden çıkaracağı dersler var. Yine Türk devriminin değerlerine, çağdaş eğitim bilimlerine dayanarak, öğrencilerin ezberlemediği, yarışmadığı; spor yaptıkları, sanatsal etkinliklerle dolu kurumlar yaratılabilir. Yine yoksul öğrencilerin üreterek, okullarını yapamasalar da onu donatıp güzelleştirdikleri, buna karşılık sosyal güvence kazandıkları, ücret alıp beslendikleri, ücretsiz eğitim yapılır. n Türkiye’de Eğitimin Son 100 Yılı / Niyazi Altunya / Eğitimİş Yay. / 504 s. / 2020. ESRA ÖZKALKAN’DAN SERA’DAN SÜREYYA’YA Yeni benlere doğru bir yolculuk Esra Özkalkan, Sera’dan Süreyya’ya’da, okurları bir roman kurgusu içinde zihinsel hapishanelerinden, kendi ördükleri duvarların ötesine geçmek için bir yolculuğa davet ediyor, farklı benlikleriyle yüzleştiriyor. EZGİ ÇOVENER E sra Özkalkan, Sera’dan Süreyya’ya isimli kişisel gelişim romanında bambaşka bilgiler coğrafyasına sürüklüyor okuru. İçsel yolculuğu yalın dille, akıcı bir roman kurgusuyla adımlıyor. Roman, kahramanı Tarık’ın hapishaneye girmesiyle başlıyor. Her şey gerçek hayattaki gibi; hapishane, karakterler ve olaylar... Başlarda hep duyduğumuz, bildiğimiz, kendi içinde normal bir şekilde seyrediyor. Ülker adındaki şifacı sahneye çıktığındaysa olaylar bir aksiyon filmi ritminde hızlanıyor. Yazarın birçok cümlede kullandığı “nazik ve zarifçe” ifadesi, anlatıma incelikle işlenmiş. Okuma hızı ister istemez yavaşlıyor ve şiirsel bir dansın içinde etraftaki her şeyin sustuğu bir iç yolculuk derinleşmeye başlıyor. Okuma boyu öyle bir noktaya geldim ki, ruhsal onarımı için Ülker ile buluşan Tarık’la eşzamanlı deneyimler yaşadım. Kahraman ben oldum. Hikâyenin içinde yol almayı beklerken hikâye benim içimde yol almaya başladı. Kitaptaki hapishane bir metafor, zihnin hapishanesi! Bu nedenle mahkumlarla yapılan seminer, dil ve derinlik anlamında gerçekçilikten uzak olduğu düşüncesi uyandırıyor. Esra Özkalkan, Önsöz’de buna değinerek kurgu gereği farklı bir evren yaratıldığının bilgisini paylaşıyor. Kurgu içinde birkaç bölüm hata duygusu uyandırsa da ilerleyen bölümlerle bağlandığında bu düşünce ortadan kalkıyor. Kitap boyunca karşılaşılan kavramlar, okuru yeni bilgilere, hatta yeni benlere doğru yolculuğa çıkarıyor. Esra Özkalkan, kitabın içine işlediği meditasyonlarla somut bir yol haritası sunduğu gibi romanın son bölümünde kurgu içine notlar da eklemiş. Bu notlar roman içinde öğrendiğimiz bilgileri pekiştiriyor. Okurların kitaptaki meditasyonları yapacağını düşünüyorum. Yazarın, geçmişten gelen tüm korkuları, hastalıkları, aile ve çevreden edinilen tüm davranışları, huyları ve kimlikleri adlandırdığı Sera Benlik’i, Öz’ü, Oz’u, Swastika’yı ve Ben Benim’i anlamak, hatta anlamanın da ötesinde deneyimlemek isterseniz okumanız gereken bir kitap Sera’dan Süreyya’ya… n Sera’dan Süreyya’ya / Esra Özkalkan / Doğan Novus / 288 s. 8 25 Şubat 2021
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle