Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
DOĞAN KITAP KLASİKLERİ dünya evine sokmakla bitmiyor işler tabii. O taşralı ev hayatına, kadınlara yasaklanan kitapların arasından sızan bir arzu var. Bu arzuyu anlatmak için de Flaubert lazım elbette. Madam Bovary’de romantik aşk kitaplarından, neonlarla süslenen vitrinlerden taşan arzu stratejisiyle kadınların hayatını anlatacak bize… İNSAN NEYLE YAŞAR? Modern kamusal alan kadınlar için, Kırmızı Başlıklı Kız’ın büyükannesine gittiği baştan çıkarıcı orman yolu. Bakalım Emma Bovary, Anna Karenina ve diğerleri modern kamuda baş tacı edilen “şekil”den ve “bakmak” eyleminin çekiciliğinden kendilerini kurtarabilecekler mi? Siyanür şişesi mi arzu mu? O güzelim çiçeklerin çağrısına kulak vermek mi yoksa dosdoğru büyükannenin evi ne gitmek mi? Kadınlarla pek ilgili bu yeni muhafazakârlık çağında Flaubert’in, Tolstoy’un söyleyecek sözü yok mu zannediyorsunuz? İnsan Neyle Yaşar? diye soruyor ya Tolstoy, bütün klasiklerin dönüp dolaşıp sorduğu soru budur işte. Bu sorunun cevabı bir türlü bulunamadığı için de klasikler hep okunur, hep anlatacak bir şeyleri olur. “En uyumsuz güncelliğin egemen olduğu yerde bile, arka plandaki gürültü gibi varlığını sürdüren şey, klasiktir” diyor Calvino. Evet, dünyayı kasıp kavuran savaşta, ekonomik çöküşte, yok olan kentlerde, eriyen buzullarda, karantina günlerinde, kıyıya vuran mülteci cesetlerinde dönüp dönüp baktığımız, İnsanlık Komedyası’nı tekrar tekrar okuduğumuz ve hep o sorunun cevabını aradığımız şeydir klasik: İnsanın sınırları var mıdır ve insan neyle yaşar? NEDEN HÂLÂ KORKU KLASIKLERINI OKUYORUZ? SENEM KALE 2 00 yıl önce, bilimkurgunun başlangıcı sayılan Frankenstein’ı yazdığında Mary Wollstonecraft Shelley, 18 yaşındaydı ve o günden beri, ceset parçalarından diriltilmiş bir ucubenin hikâyesini anlatan romanı en çok ilham veren, uyarlanan ve okunan eserler listesinin başından inmedi. Peki ama neden? Neden hala korku klasiklerini bu kadar çok severek okuyor ve izliyoruz? Çünkü Dr. Frankenstein gibi tanrıcılık oynayabilme ihtimalinin olduğuna hala inanmak istiyoruz. Ve dahası çirkinlikten değil sevgisizlikten canavarlaştığımızı; yarattığımız kötülükle yüzleşmekten kaçtıkça kötülüğün büyüdüğünü okumak hâlâ bizi iyileştiriyor. Çünkü Dorian Gray’in Portresi’nde olduğu gibi; ahlaka, yargılara, güzelliğe, sanata, gençliğe, toplumsal normlara ve korkularımıza dair yargılarımızla yüzleşmenin önemine hâlâ inanıyoruz. DERİN, KARANLIK KUYULARIMIZ Çünkü Edgar Allan Poe’nun gerilim öykülerinde, şiirsel diliyle bizleri kendi öznel karanlık kuyularımıza itmesi, tuhaf güdülerimizi yüzümüze vurması, insanlığın derinliğine ve karmaşıklığına dair savımızı kanıtlıyor. Çünkü Drakula’nın gerçekten yaşadığına dair şüphe etmeyi seviyoruz. Bunu düşünmek bizi daha canlı hissettiriyor. Ve ölümsüz kılıyor. Çünkü operadaki hayaletten de gelse, vahşete dönüşse de; aşk hepimizin kalbini çalıyor, attığını hatırlatıyor. Çünkü hepimiz hem Dr. Jekyll’ız hem Mr. Hyde’ız, belki şimdilerde daha da çok… iki yüz, iki hayat, iki akıl kullanmak zorunda kalıyoruz. Çünkü hızla gelişen bilim ve teknolojiden doğanın öcünü alıp, bizleri Dr. Moreau’nun Adası’nda melezleşmiş yaratıklar olarak ölüme terk edebileceği korkusunu unutmadan gelecek tasarıları yapmamız gerektiğinin hâlâ ve daha çok farkındayız. Çünkü, Cthulhu gibi korku edebiyatının en ilham verici mitoslarından birini yazan Lovecraft’ın dediği gibi “Uyandırılan her dehşet, sorumlusunu da yeryüzünden siler.” Belki de okuyarak etrafımıza saçılan dehşetlerin sorumlularını silmek istiyoruz yeryüzünden. Tümden. “İnsanlığın huzuru ve güvenliği için yeryüzünün en karanlık kuytu köşelerinin ve ayak değmemiş mağaralarının kendi haline bırakılması mutlak suretle zaruridir; oralara ilişilmemelidir ki uykudaki anormallikler dirilmesin, küfür gibi varlığını sürdüren korkunç varlıklar zifiri inlerinden fışkırıp yepyeni ve daha geniş çaplı fetihlere kalkışmasınlar.” Lovecraft Cthulhu’nun Çağrısı ve Diğer Tuhaf Öyküler kitabından... 31 26 Mart 2020