Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ÇAĞATAY YAŞMUT’TAN ‘BENİM CANIM AİLEM BAŞKOMİSER GALİP HİKÂYELERİ’ ‘Polisiye, toplumcu gerçekçi romanın görevini üstleniyor’ Çağatay Yaşmut, romanlarının vazgeçilmez dedektifi Başkomiser Galip’i üç cinayet öyküsünün peşine düşürüyor bu kez. Toplumsal gerçeklerle bileşen öykülerinde; ensest, töre cinayeti, travmalar, çürümüş değerler, yozlaşmış bir dip kitlenin hezeyanları ve enkaz haline getirdiği kadınlara faturasının altını çiziyor. GAMZE AKDEMİR gamze.akdemir@cumhuriyet.com.tr n Bu bağlamda; ensest, töre cinayeti, travmalar, uyuşturucu, çürümüş değerler, yozlaşmış bir dip kitlenin hezeyanlarının hele ki enkaz haline getirdiği kadınlara faturasını işlediğiniz, üç cinayet öyküsünden oluşan Benim Canım Ailem’in toplumsal arka planını açar mısınız? Toplumdan kopuk, cinayeti sadece bir bilmece, bir mantık oyunu gibi gören polisiye anlatılar tasarlamak artık çok gerilerde kaldı. Günümüzde polisiye yazarları topluma sert eleştiriler getiriyorlar, deyim yerindeyse toplumun ipliğini pazara çıkarmayı görev ediniyorlar. Adeta toplumsal bir rapor sunuyorlar, değer yargılarından tutun da normlara kadar birçok sorunla hesaplaşıyorlar. Bugün, polisiye roman bir anlamda toplumcu gerçekçi romanın görevini üstleniyor. Ben de yapıtlarımda ülkemin toplumsal gerçeklerinden kopmamaya özen gösteriyorum. ÖYKÜNÜN KIYILARINDA TOPLUMSALIN PEŞİNDE Söylediğiniz gibi; sosyal artalanda en sık ön plana çıkan temalar ensest, töre, travmalar, yozlaşmışlık, ahlaksızlık, cehalet, dinsel sömürü, para hırsı, etik değerlerin yitirilmesi, kopuk aile bağları, şiddet, cinayet, empati yoksunluğu, sebepsiz işten çıkarmalar, kayırmacılık, suçluların sokaklara salınması, aldatma, sevgisizlik, yabancılaşma, can sıkıntısı, vahşi bireysellik... Tüm bu toplumsal meseleleri tek bir romanda irdelemem imkansız. Oysa öyküler bu sorunların bir çoğuna değinebilme olanağı tanıyor. Bu yüzden öykünün kıyılarında dolaşmayı seviyorum. n Karakter çeşitliliğini kurarken ne tür bir yapıyı tercih ettiniz? Genelde hikâye ve romanlarımda çok karakterli bir kurgu yapısını tercih edi yorum. Benim Canım Ailem’de de toplumun farklı kesimlerinden sıradan insanların hikâyelerine ve yaşamlarına temas et meye çalıştım. İnsan doğasının karanlık bir tarafı olduğuna, belli koşulların ortaya çıkması halinde herkesin şiddete başvurabileceğine hatta cinayet işleyebileceğine inanıyorum. İnsanın bu karanlık tarafı eğer psikopat değilse ne yazık ki çevrenin, toplumun, ailenin, kapitalist sistemin dayattığı aşırı hırsların, aç gözlülüğün, aç kalma korkusunun neticesinde ortaya çıkıyor. ‘CİNAYETLERİ VAHŞİCE İŞLETİRKEN KEYİF ALDIM, ÇÜNKÜ...’ Bugün her yerde ama özellikle kırsal kesimde yaşanan ensestin o masum kü çük kızları ne hale getirdiğini, tüm yaşamları boyunca travma yaşadıklarını biliyoruz. On üç, on dört yaşlarında meta gözüyle bakılan, aile fertleri tarafından cinsel istismara uğrayan, hamile kalan, zorla evlendirilip hayatları ellerinden alınan, enkaz haline getirilen o zavallı kızları düşündükçe, örneğin ilk öykümdeki cinayetleri vahşice işletirken itiraf ediyorum, çok büyük keyif aldım. n Başkomiser Galip, umutsuzluk konusundaki düşüncelerinden milim geri adım atmış değil. Derin bir adam değil tamam ama yüzeysel de değil. Psikolojiye kafasını sadece işinde yeterince yoruyor dense yeri. Böyle denilebilir mi? Romanlarda ete kemiğe bürünmüş, biraz maço, biraz duygusal, biraz depresif bir adam karşımıza çıkıyor. Doğrudur; Galip sıradan, pek derinliği olmayan, basit bir insan; biraz maço biraz fazlaca düz bir adam. Üstelik maalesef, geçmişinden gizemli sırlar da getirmiyor. Galip sıradan cinayetlerin sıradan polisi. Ama öte yandan sürekli gelişiyor en azından duy gusal olarak. Bu gelişimi de biz romanlarda takip edebiliyoruz. Çünkü Galip’in gelişimine benzer bir o gelişimi ben de gösteriyorum. Daha doğrusu umarım gösteriyorumdur. BAŞKOMİSER GALİP’İN FARKI! Galip, mesleğinden ötürü, yaşam ve ölüm arasında süratli gidiş gelişler yaşıyor. Belki de onu diğer roman kahramanlarından ayıran en keskin özellik onun artık bir parçası halini almış olan mesleki deformasyon. Başkomiser, Emniyet Genel Müdürlüğü’nde rütbesi Komiser ile Emniyet Amiri arasında olan polis, başka deyişle o günün sonunda bir devlet memuru. Özel dedektif değil. İçinden gelmese de, bundan hiç hoşlanmasa da onun izlemesi gereken bir dolu yöntem var. Arada sırada raydan çıkıyor elbet, bu da Galip’in farkı. ‘HEPİMİZİN TEKİNSİZ TARAFLARI VAR’ n Memleketin dokusundan köklenen kırsal kafadan cinayetler, kentsel kafadan cinayetlerle kafa kafaya tokuşuyor, iç içe geçiyor. Katiller hedef şaşırtmaca şeklinde hareket ederek silahın yanı sıra ve dışında daha az aşina yöntemlerle öldürüyorlar kurbanlarını; boyuna iğne, göze sprey... Ben her birimizin eğitim düzeyimiz, ait olduğumuz toplumsal sınıfımız, toplumsal konumumuz, toplumda üstlendiğimiz rollerimiz ne olursa olsun karanlık, tekinsiz taraflarımız olduğunu ve bu karanlığın her birimize diğer tüm insanlardan bazen kendi kendisinden bile saklayarak cinayetler kurgulattığını iddia ediyorum. Bakıyorsunuz bir hasta yakını doktora şiddet uyguluyor, bu durumu o kişinin cahilliğine, öfke kontrolünden yoksunluğuna bağlıyorsunuz ama başka bir gün iki doktor kavga ediyor, biri ötekini öldürüyor. Hani nerede eğitim, nerede bilinç, nerede öfke kontrolü? Öyle ki, tıpkı bu öykülerimde olduğu gibi kırsalda da, kentin göbeğinde de cinayetler kafa kafaya tokuşabiliyor. Genelde romanlarımda sert ve kanlı cinayetler kurgulamamaya dikkat ederim. Gazetelerin üçüncü sayfaları bu görevi fazlasıyla üstlenmiş durumda zaten. Hikâyelerimde ön plana çıkarmayı önemsediğim; cinayetlerin nasıl işlendiğinden çok, soruşturma sürecinin gerçekçi ve mantıklı bir şekilde devam etmesi, katilin kesin kanıtlara dayanarak yakalanıp adalete teslim edilmesidir. Fakat kitabın ilk öyküsünde yaptığım gibi, istisnai durumlarda vahşice öldürme yöntemlerini kullanarak hiç değilse o çaresiz, hayatları ellerinden alınan kadınların intikamını bir nebze de olsa almak istiyorum ve anlatılarımdaki cinayetleri farklı bir tonda kurguluyorum. n Benim Canım Ailem Başkomiser Galip Hikâyeleri / Maceraperest Kitaplar / 248 s. 8 20 Şubat 2020