Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Nedim Gürsel bu otobiyografik kitabında küçük kızı Dilay’ın sevinçli, kimi zaman da buruk dünyasını anlatmakla kalmıyor, baba olmanın anlamı üzerine de düşünüyor. Öykü roman kişilerinde sürdürülebilirlik Sürdürülebilir bir dünya algısı açısından bakıldığında bu ilişkinin dışında tutulamayacak insan, büyük önem taşıyor edebiyatta. Onun için de ilişkilerdeki sürdürülemez o kopukluk, kesiklik, kıyıdalık, dıştalık vb. geniş yer buluyor kendisine... S ürdürülebilirlik amacıyla çabalarken insan, kuşkusuz sürdürülemezlikleri aşmak için de alabildiğine didinip çalışıyor bir biçimde. Öykü, roman her kurmaca buna aracılığın önemli bir köprüsüne dönüşüyor. Yalnız yazın değil öteki sanatlar da böylesi bir işlev için lehimleyici, tutkallayıp bütünleyici işlemlere girişiyor sürekli. Alımlayan olarak bizlerse, insanoğlunun yaşamakta olduğu bütün kırıklıkları, sanat aracılığıyla çok daha derinden algılıyor, yine de bu eksikli dünyaya tutunmak için iyikötü yer edinmeye girişiyoruz. İşte Murat Yalçın, insan denen canlıyı da kıskacına almış sorunsal odağında sarsıyor bizi, en yakınımızdaki insanlar aracılığıyla bu sorunsal üzerinde düşünmeye çağırıyor. Gerçekten ilk romanı Dayı Parçası’nın (Can, 2020) daha ilk sayfalarında bu irkiltici gerçekliğin parodisiyle yüzleşiyoruz elimizde olmadan. Acil servise yatırılan dayının peşinde gezinen anlatıcı, hastanede bir iki merdiven inişi ya da geçiş yanlışlığıyla hiç ummadığı durumla karşılaşır: yeni bir görev verilmediği için eski morgta bir biçimde yaşamını sürdüren yaşı belirsiz karıkoca çıkar apansız karşısına. Dayıya göre “birsam”dır (23) belki, ancak romanda müthiş bir yabancılaştırma etmeni olarak okurun yüzünde patlayan tokattır da aynı zamanda. YAZINIMIZIN ÖZGÜN KALEMİ MURAT YALÇIN... Murat Yalçın, farklı bir anlatı diliyle kendine özgü biçem kurmayı yaratmayı başarmış az sayıdaki yazarlarımızdan biri. Hemen her söz öbeği, sözdizimiyle özgün söyleyiş örnekleri sergiliyor. Bunun yanında ciddi kavramsal açılım getirdiğine tanık oluyoruz kimi söyleyişler eşliğin de. Hastane acillerinde göze çarpan “keder galerisi”, geçirgenliği olmayan “geçmiş zaman arkadaşlığı zorlaması”, “depoya kaldırılmış meydan heykeli kederi” vb. örneklenebilir. Alabildiğine zengin anlamsal katmanlarla bezeli göndermelerine hiç değinmiyorum onun. On yılı aşkın bir süre önce “anlatı” olarak yayımladığı Hafif Metro Günleri’nden (1998) sonra belki ikinci roman bağlamında alınabilir Dayı Parçası. Hoş bundan önceki son öykü kitabı Pera Mera da (2017) adı çevreninde kapsayıcı dilmantık temelinde “Pera”yla “Mera” öyküleriydi, roman gibi de okunabiliyordu yani. Bu kez düpedüz roman olarak okuyoruz Dayı Parçası’nı. Ancak Murat’ın “öykünün köyü”nde yaşayan yazar olduğunu da sakın ha sakın unutmayalım. (Cumhuriyet, 30.11.2017) Murat, kimileyin bir “kara anlatı” yazarı olarak görünebiliyor, yine de birebir böyle değil. Tamam, bir kara güldürü havası estirdiği oluyor ara ara, ama bu yöndeki örtüşmelerde kendi gerçekliğini arayan anlatıcının kafasını çarptığı birer yabancılaştırma etmeni olup çıkıyor tümü. Kara anlatı yabancılaştırma geçişinde Çehov’un komedi anlayışındaki tersinilemeye benzer yaklaşım anımsanabilir. Tahsin Yücel’in groteskle kol kolalığı da böyle değil midir? Sözgelimi Tibor Déry’nin Eğlentili Bir Gömme Töreni (Çev.: Adalet Cimcoz, Bilgi, 1967), toplumsal travmalara karşılık gelir daha çok. Ne ki Dayı Parçası, bireyin ta derinlerde kalmış o kırılmaya götürür bizi. Sürdürülebilirlik taşırken bir türlü sürdürülemeyen iki ucu keskin insan ilişkilerine. Yazar bir yandan romanımızda benzerine rastlanmayan bir “dayı” karakteri getirirken aslında bu olguya eleştirel, köklü bakış eşliğinde yaklaşan bir anlatıcı karakter armağan ediyor bana göre. 16 20 Şubat 2020