Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ozelsevgi@yahoo.com.tr / @Sozebesiozel / Ah şu bileşik sözcükler! D eğerli okur(um), salt perşembeleri Cumhuriyet alabiliyormuş. “Okurlarım deyip duruyorsunuz, bu derginin kaç okuru var ki sürekli çoğul kullanıyorsunuz?” diyor. Ses tonu alaylı olsa da pek üzülmedim; bu girişin ardından sıraladığı soruların, başka ortakları da vardı. Okur (iki, üçse; daha çoksa), epostayla, telefonla ayrı ya da aynı sorular geliyorsa, doğallıkla “ler/lar” ekini kullanıyorum. Bu okurla uzun uzun bileşik sözleri konuştuk; sonunda şakayla karışık, “Başörtüsünün ayrı yazılması bence yanlış; bileşikler sorunsa, dilci olan sizsiniz, hepsini ayırın, cümleten rahatlayalım!” dedi, noktayı koydu. Bileşikler öteden beri tartışılır; ancak 1985’e dek Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu’nun (TDK’nin) Yazım Kılavuzu’nu kullanan, kuruma ve bu yapıta güvenenlerce sorun olarak görülmüyordu. Özellikle genç okurlarımızın, genç yazar ve çevirmenlerle kimi yayınevlerinin, basın yayının, neredeyse hepsinin başı bileşiklerle dertte… Her dilde bileşik sözcük (Osm. mürekkep kelime; Fr. mot composé; İng. compound Word; Alm. zusammensetzung, Zusammenbildung) var. Türkçenin en eski kaynaklarında da bileşikleri görüyoruz. Biçimbilimsel açıdan Türkçenin sözvarlığını yalın, türemiş ve bileşik sözcükler oluşturmaktadır. Belli kök ve gövdelere, yine Türkçenin değişmeyen ekleri getirilerek sözcük türetebiliyoruz. Türkçe gibi bağlantılı dillerin değişmez bir özelliği olarak sözcük türetmenin bir başka yolu da bileşik sözcük kurmaktır. Bileşik sözcükler, önce tamlamadır; kimi zaman tamlamaları oluşturan sözcükler hem biçim hem de anlam bakımından kaynaşarak “tek bir kavramı” anlatır duruma gelirler. Bu tür sözcüklerin oluşumunda kimi kez anlam, kimi kez biçimsel özellikler ağır basar. Dilcilerin, yazarların çabasıyla kazanılanların yanı sıra halk da benzetme yoluyla dile “biçerdöver, buzdolabı, cankurtaran, çalçene, çıbanbaşı, çöpçatan, çekyat, gecekondu, incehastalık, kaptıkaçtı, kapkaç, seryat...” gibi onlarca bileşik katmıştır. Dile yerleşmiş bileşikleri ayırmanın hem yazım hem anlam kargaşasına neden olduğunu yaşayarak gördük. Örneğin “arapsaçı” bir bitkidir; “Arap saçı” biçiminde yazıldığında bileşik sözcük sayılabilir mi? “Arap”ın “a”sı büyük mü, küçük“ mü yazılacak? Neyse, bu yanlıştan dönüldü. “İlkokul” gözümüze çarpan ilk okul değil; yeni anlamla bir kurum adıdır; “acıağaç, adamotu, ağırbaşlı, akbaba, anayol, ateşböceği, balıkadam, balıksırtı, bitpazarı, büyükanne, çalgıcıotu, doğumevi, dilpeyniri, fırtınakuşu, frenkçileği, gölgebalığı, gözlüklüyılan, kitabevi, kolbaşı, kuşbaşı, rüzgârgülü, sarıkanat, soğukkanlı, suoku, yerelması, ketenhelva, körkaya, maltaeriği, perihastalığı, peygamberçiçeği, sigaraböreği, süpürgeotu, taşbademi, tereyağı, tozpembe, yayınevi, yerkabuğu, yüzbaşı...” gibi onlarca bileşik yepyeni kavramları yansıtmaktadır. Türkçedeki birçok bileşikte, bileşiği oluşturan sözcükler ses açısından kendi içinde uyumludur; bu nedenle bileşiklerin kiminde büyükküçük ünlü uyumları aranmaz. Bütün bileşikler anlatım (tüm ce) içinde, anlatımın gerektirdiği türlü görevleri üstlenir; yine anlatımla ilişkili olarak bütün sözcük türlerinde de olabilir. Sözcüklerin bileşik mi ayrı mı yazılacağında, anlatımdaki anlam ve görevleri etkilidir. Dilcilerin, masaya oturup şunu bileştirelim bunu ayıralım yetkisi yoktur; bileşiklerin oluşumunda anlam gibi kullanım sıklığı da yol göstericidir. Her şeyi elimde kalemle okur; iletişim araçlarını kalemle izlerim. Sözcükleri ayırmabileştirme boyutuna taşıyan okurlara katkı için bileşiklerle ilgili bilgiyi azıcık derinleştirdim. Belli ki bu konuyu epey tartışacağız. Tutucuların Dil Devrimini, “dile müdahale” saymasının artık önemi yok; geçti o günler! Hiçbir dil kendi kendine gelişip yenileşmez. Bilim, sanat ve teknikteki üretimle doğru orantılı olarak üretken ulusların diline, şu dakikada bile onlarca sözcük ve terim katılıyor olabilir. Bu açıdan baktığımızda canımız istiyor diye ne sözcük türetebilir ne de bileştirmeye gidebiliriz; sözcük de atamayız; bizi aşar! Türemiş ve bileşik sözcüklerin dile girmesi rastlantı değildir. Birkaç okur, “başörtüsü”nün bileşik yazılmasını “saçma” buluyor; başörtüsü, Fransızca “eşarp”ı karşılamak üzere yapılmış Türkçe bileşiktir; “basımevi” Arapça “matbaa”nın Türkçe karşılığıdır. Eğitim kurumlarına dayatılan kılavuzdaki “bitişik yazılan birleşik kelimeler” ya da “ayrı yazılan birleşik kelimeler” benzeri çelişkilerin, dil mantığını zorlayan, çocuk ve gençleri yoran örneklerin de bir an önce düzeltilmesi bütün dilseverleri, işi gücü dil olan duyarlı yurttaşları ikilemden kurtaracaktır. Ben umutluyum. n FATİN HAZİNEDAR’DAN ‘BALKONDAN DÜŞEN L’ Balkondan düşen L’yi kim tutar? Fatin Hazinedar’ın yeni kitabı Balkondan Düşen L bir bakıyorsunuz bir teleskop bir bakıyorsunuz bir mikroskop! Bir okuyorsunuz sanki bir yıldız falı, bir okuyorsunuz unutulan yazarlar haritası… Kitabı üzerine yazarıyla konuştuk. AKGÜN AKOVA Ş iir kitaplarından sonra bu kez de bir deneme kitabıyla çıkıyorsun okurun karşısına. Üstelik yazarlardan, ressamlardan, şairlerden oluşan “dev bir kadro”yla… Nasıl bir doğum süreci yaşadı bu kitabın? Çocukluğumun bir döneminde dediler ki, “Amcaları, teyzeleri bakın, Fatin artık harfleri tanıyor.” İşte böyle başladı harfler ile yoldaşlığım. Arkadaşlarımın bazıları kumda çakıl taşlarından evler yapmaya başladılar, derken büyüyüp müteahhit oldular. Ben harflerden düş kayıkları inşa etmeyi seçtim. Elimdeki harflerden sözcüklerin sığınacağı mendirekler ve limanlar inşa etmeye başladım. Sonra o sözcüklerden yarattığım hikâyeler için bir kitap inşa etmek istedim. Bir kez daha görüldü ki benden müteahhit olmaz! Kitaba en olmayacak yerden, balkon yapmaktan başlamıştım çünkü. Balkon yaparken de “L” harfini düşürmüştüm. Bu kitabım bir “düş kazası” yani! Balkondan Düşen L’yi yazarken masamın üstü bir hafriyat… pardon… harfiyat alanı gibiydi. Ama bu inşaat imece usulü yapılacaktı. Rıfat Ilgaz çakıl ve kum işini hallederken, Sabahattin Ali kamyonuyla taşıdı onları. Van Gogh vagon vagon çimento getirdi. Marangozluğu Ahmet Zeki Kocamemi üstlendi. Boya badana işlerini Bedri Rahmi yaptı! Edip Cansever meyvesiz, Ahmet Haşim ve Yahya Kemal yemeksiz bırakmadılar. n Balkondan Düşen L hikâye içinde hikâye kitabı gibi… Yazıların adları bunun ipuçlarını veriyor: “Bakanlara Bakmayanlar”, “Bu Şiiri Hangi Kemal Yazdı?”, “Yaşantı Sözcüğünü Bulan Adamın Bilinmeyen Yaşantısı”, “Cezanne’ın Cenazesi”, “Karnında Güneş Taşıyanlar”… Hikâyelerin peşinde koşan bir gerçek tutkunu mudur sence deneme yazarı? Okurlar, “Ben bu hikâyeyi biliyorum” diye aklından geçirdiklerinde, olayın bilinen kısmının arkasında başka hikâyelerin gizli olduğunu ve bunların birbirine bağlandığına tanık olacak. Deneme yazarı olarak bu bağları kurmakla kendimi yükümlü gördüm. Hatta bağlamakla kalmayıp bazen üstüne düğüm atmakla da! Evet, Balkondan Düşen L için bir “tesadüfler kitabı” da diyebiliriz. Hemen aklıma Sokrates’in o ünlü sözü geliyor: “Asla tesadüflerin tesadüfü olmaz.” Okur, Balkondan Düşen L’de tesadüflere bolca tesadüf edecek! Kitapta tesadüflere tesadüf etmekle kalmayıp tebessüm de etsinler istedim. n Balkondan Düşen L bir yıldız yağmuru gibi. Nedir sendeki bu yıldız tutkusu? Evet, sayfalar arasındaki “yıldız”lar Pegasus takım yıldızından Yıldızeli’ne, mahallelinin “Sabah Yıldızı” adını taktığı yazardan sinemanın “star”larına kadar uzanıyor. Benim gibi Fatsa’nın Bolaman’ında çocukluğu geçmiş bir yazar için ağustos ayı fındık zamanı demektir. Küçüklüğümde geceleri fındık harmanında çimenlere yatıp gökyüzündeki yıldızları seyre dalardım ki Karadeniz kıyılarında çok az rastlanır böyle havalara. Hayaller kurardım. Sonra eve gidip uyurdum. Sabahında çöpçüler bizim evin önünden yıldızları süpürürlerdi. Gökyüzüne baktığınızda parlak yıldızları görürüz de ya uzakta kaldıkları için göremediklerimiz? Onları okura göstermek biz yazarların görevi diye düşünüyorum. Sanata, edebiyata katkı sunmuş ama çok bilinmeyen renkli insanlar benim yıldızlarım, gönül dostlarım. n Balkondan Düşen L / Fatin Hazinedar / Karakarga Yay. / 176 s. / 2019. 18 20 Şubat 2020