Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
HİKMET HÜKÜMENOĞLU’NDAN ‘ATMACA’ Yaşadıklarımızı nasıl hatırlıyoruz? Hikmet Hükümenoğlu’nun Attilâ İlhan Roman Ödülü’nü kazanan Körburun’un zamansal bir ardılı olarak nitelenebilecek Atmaca tam da pandemi sırasında okurla buluştu. Hükümenoğlu’yla hafıza, öfke, hayal kırıklıkları ve yarım kalmış aşklar etrafında şekillenen romanını konuştuk. EMRAH KOLUKISA Hikmet Hükümenoğlu’nun bir önceki romanı Körburun 2016’da yayımlanmış ve yılın en çok konuşulan romanlarından biri olmuştu. Arada bir de Aşka İnanmayanlar İçin Aşk Öyküleri başlıklı öykü seçkisini okurla paylaşmıştı yazar. Attilâ İlhan Roman Ödülü’nü kazanan Körburun’un zamansal bir ardılı olarak nitelenebilecek Atmaca ise tam da pandemi sırasında okurla buluştu. Hükümenoğlu’yla hafıza, öfke, hayal kırıklıkları ve yarım kalmış aşklar etrafında şekillenen romanını konuştuk. İKI ROMAN ARASI DEVAMLILIK n Atmaca kimi yönlerden Körburun’un akrabası gibi geldi bana okurken. Hatta karakterlerden en az birinin (Onur Öğretmen) buraya da sızdığını görüyoruz. Bu anlamda nasıl bir bağ/bağlantı kurgulamıştınız bu iki roman arasında? Aslında tek düşüncem, zamansal olarak Atmaca’yı Körburun’un bittiği noktada başlatmaktı, onun dışında kurgusal bir bağlantı planlamadım. Onur Öğretmen, yazım aşamasının ortalarında romana katıldı, o da sırf Körburun’u seven okurlara küçük bir selam olsun diye. Tabii bir de kendi evrenlerini kuran ve her kitapta devam ettiren yazarlara fena halde imreniyorum. Öte yandan, seksenlerde yaşananlar sonraki kuşakların üzerinde hâlâ karanlık bir gölge gibi duruyor. Belki o açıdan iki romanın arasında kaçınılmaz bir devamlılık olduğunu düşünebiliriz. n Atmaca’da da yine yıllar üzerinden kurgulanmış bir anlatı var, ama bu sefer daha düz bir çizigide kronoloji söz konusu. Seçtiğiniz tarihlerin de tabii özel kırılma noktalarına denk gelişi dikkat çekici. Bu tarihleri hangi sebeplerle seçtiniz? İlk bölüm lise son, yani ergenlik. İkinci bölüm üniversite dönemi. Sonra, otuzlu yaşlar ki eskiden olsa orta yaş derdik şimdi gençlik sayılıyor. Ona da yetişkinliğin başlangıcı diyelim, aile kurma, kariyer vs. Son olarak da kırklı yaşlar, ya da yeni orta yaş. Romanda bu bölümler 90’ların ortasına, 2000’lerin başına ve 2010’ların sonlarına denk geliyor. Son zamanlarda hayatımızdaki en belirgin dönemeçler de bunlardı sanki. Türkiye özelinde ciddi bir siyasi değişim, dünya genelinde de internet çağı, 11 Eylül ve ardından sağa kayış ve sonunda hakikatsonrası halleri... Şimdi böyle net bir şekilde anlatabiliyorum ama aslında kurguyu oluştururken sadece 1995’te başlayıp 2019’da bitireceğimi biliyordum, gerisini hikâye belirledi. ‘HAKİKAT SONRASI’ DEDİĞİMİZ ŞEY! n Romandaki bir karakterin geçmişinde yaşadığı bazı olayları farklı biçimde hatırlıyor oluşu aklıma “yaşam aslında hatırladıklarımızdan ibaret” gibi bir tümceyi getirdi sık sık. Bu tümce ne ifade ediyor Atmaca özelinde, simgesel bir anlam yüklüyor musunuz bu karakterin durumuna? Romanın kahramanı Ömer, hayat hikâyesini bize değil, varlığını son bölümde öğrendiğimiz başka birine anlatıyor aslında. Anlatırken yaşadıklarının ne kadarını kafasında yeniden kurguluyor, kendi de emin değil ya da ne kadar dürüst, kendini olduğundan daha iyi ya da daha kötü göstermeye çalışıyor mu, biz emin değiliz. Ömer, klasik anlamda bir “güvenilmez anlatıcı” sayılmaz fakat hangi anlatıcıya tam olarak güvenebiliriz ki? Anlatının doğasındaki böyle çatlakları kurcalamak hoşuma gidiyor. Yaşadıklarımızı nasıl hatırlıyoruz? Hatırladıklarımızı kendimize ve başkalarına nasıl anlatmayı seçiyoruz? “Hakikat sonrası” dediğimiz şey yeni bir buluş sayılmaz, aslında beynimiz binlerce yıldır öyle çalışıyor. n Öfke çok önemli bir yer tutuyor romanda. Türkiye gitgide öfkeli insanların ülkesine mi dönüştü sizce? Sadece Türkiye değil, tüm dünya öfkeli insanlarla dolmadı mı? Ancak bir de şu var: Belki eskiden de çok öfkeliydik ama bir kısmını kendimize saklıyorduk, böyle dünyanın bir ucundan diğer ucuna her an sansürsüz bir şekilde yayın yapmıyorduk. Sosyal medya sayesinde insanların öfkesine tanık olmamız artık çok kolaylaştı. Kolaylaştı demek de doğru değil biz tanık olmak için özel bir çaba harcamasak da insanlar öfkesini günde 24 saat üzerimize kusuyor . Bence insan evladının kendi başına açtığı en büyük belalardan biri bu sosyal medya. ‘YENİLERİ DEĞİL ESKİLERİ HATIRLIYORUM’ n Yaşamınızda hangi şarkı, film ve romanlar var öne çıkan, kırılma noktalarınızda yer alan? Bu yaşımda şunun farkına vardım: Yenileri değil hep eskileri hatırlıyorum. Örneğin, belki otuz yıldır Stephen King okumadım ama çocukken okuduklarım bana hâlâ çok etkileyiciydi gibi geliyor. O yaşta hissettiklerim bozulmadan kaldığı için sanırım, şimdi okusam hayal kırıklığı yaşarım büyük olasılıkla. Atmaca’nın ilk bölümünde Ömer lise sonda, onun yaşındayken sevdiklerimden söz edeyim: Dune’a, Şibumi’ye bayılmıştım; Çavdar Tarlasındaki Çocuklar dünyanın en önemli romanıydı, lise kütüphanesinde Kurt Vonnegut’la tanışmıştım. Ses ve Öfke’den başta nefret etmiştim, sonra kafamda şimşekler çakmıştı, roman denen şey şekil değiştirmişti. Aynı anda hem Madonna hem Pink Floyd dinliyordum, yerine ve arkadaş grubuna göre birinden birini itiraf etmiyordum. Bıçak Sırtı aşkı benden Ömer’e geçti zaten, onu Atmaca’yı okuyanlar tahmin etmiştir. Sinema Günleri’ne bilet almak için battaniyelerle, termoslarla geceden kuyruğa girdiğimizi hatırlıyorum ama hangi filmleri seyrettiğimizi hiç hatırlamıyorum. Bir Betty Blue var aklımda kalan, o da niye aklımda kalmış, benim gibi o yaşta seyredenler anlayacaktır. ‘YAZDIKLARIMLA İLİŞKİM DEĞİŞTİ’ n Yazı ne kadar yer tutuyor hayatınızda? Örneğin bu salgın döneminde yazıyla nasıl bir ilişkiniz oldu? Üretkenlik anlamında iyi bir dönem miydi, yoksa zorlandınız mı? Normalde nasıl yazarsınız örneğin ve bu dönemde bu hiç değişti mi? Karantina başladığında Atmaca’nın düzeltmelerini yapıyordum ve zaten bir süre dünyadan kopup eve kapanmaya niyetim vardı. Bu şekilde kapanacağım aklımın ucundan geçmezdi. Roman için iyi oldu mu bilmiyorum, ama benim ruh sağlığım için iyi oldu aslında. En azından o acayip dönemde gündem dışında kafayı takabileceğim ikinci bir şey vardı hayatımda. Fakat gündemden kopup birkaç saatliğine romana odaklamak da müthiş zor oldu. Genel olarak konuşacaksak, yazma alışkanlıklarım belki çok değişmedi; ancak yazdıklarımla ilişkim değişti. İnsanlara nasıl ulaşacaksınız ya da böyle bir dönemde söylediklerinizin ne değeri var diye düşünmek zorundasınız artık. n Atmaca / Hikmet Hükümenoğlu / Can Yayınları / 400 s. / 2020. 6 3 Aralık 2020