15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HÉLÈNE L’HEUILLET’DEN KOMŞULUK: İNSANLARIN BIRLIKTE VAROLUŞU ÜZERINE DÜŞÜNCELER Komşuluk: Başkalık deneyimi L’Heuillet, Komşuluk adlı kitabında, insanların bir arada var olma kültürüne nasıl eriştiğini, bunun tarihini ve düşünsel boyutunu inceliyor. DERYA ÇAKIR L ’Heuillet, bugün sağımızın solumuzun, altımızın ve üstümüzün yakınlarımızla değil, komşularımızla dolu olduğunu hatırlatıp kişileri yere kapaklanmaktan da bu insanların kurtardığını belirtiyor. Başka bir söyleyişle yazar, komşuluğun bir başkalık deneyimi sağladığını anımsatıyor. Beri yandan L’Heuillet, kişilerin komşu olmasıyla bir krizin meydana geldiğini ve mahremiyetle ilgili gerilimlerin yaşandığını söylüyor. Başkalarına rastlamanın istenmediği şimdilerde komşuluk da bir anlamda uygarlık huzursuzluğu hâline geliyor. Ancak yazarın burada hatırlattığı şey önemli: “Baş kası yoksa kişinin kendisi de yoktur.” Yanımızdaki, altımızdaki, üstümüzdeki lerle veya sınırdaşlarımızla kurulan bağa göre şekillenen komşuluk, bir yaşam ortamı yaratan ya da atomize olmayı veya çözülmeyi kolaylaştıran bir kavram: İnsanları birbirine yaklaştırıyor ya da kişilerin birbirinden vazgeçmek için gerekçeler sunmasını kolaylaştırabiliyor. L’Heuillet’nin felsefe ve dünya tarihinden verdiği örnekler, konunun her iki tarafına dair açıklamalar ve temellendirmeler içeriyor. Küresel kabile veya atomize olma, söz konusu durumları açıklayan iki ifade. Yazar, buralardan geçerek konunun, hanede ağırlanan dosttan farklı bir tarafı olduğunu belirtiyor: “Komşuluk bedenlerin dip dibe ilişkisidir, genelde rahatsız eden de budur zaten. Bir başkasının bedeni daima dibimizde durur; sosyal medyada yahut görüntülü konuş ma imkânı sunan öteki iletişim araçlarında ise durum tam tersidir: Dostlarımıza dokunmanın ya da koklamanın imkânı yoktur. Beden yüze indirgenmiştir. Buna karşın, komşuların pişirdiği yemeklerin kokusunu içimize çekeriz, onlarla aynı havayı soluruz, onları sadece ekranda görmeyip hissederiz. MESKÛN OLMANIN GİZEMİ Dürüst insanların uymak için herhangi bir kural aramadığı komşuluk etiğinin, bir yanıyla da kayıtsızlık üzerine inşa edildiğini belirtiyor yazar: “Komşuluk, yer üzerinden bağ kurmaktır. Bu haliyle komşuluk alanı hem politikada hem de etikte bir anlam, hatta bir önem kazanır. Toplumsal çözünmeye sihirli bir deva asla sunmuyor olsa da güven le yadsımanın imkânsız olduğu bir toplum tanımı rolü oynar.” L’Heuillet, komşuluğun toplumla bütünleşme sağlayan yönüne de değiniyor. Ancak bunun zamanla bir kriz doğurduğunu; “çağımızın komşuluk krizinin, ‘öteki’ni karşımızdaki birinden başkası olarak tasavvur etme zorunluluğundan ileri geldiğini” vurguluyor. Bunun başka bir anlatımı, komşuluğun toplumsal psişik zincirin parçası olduğuna ilişkin. L’Heuillet’ye göre oraya yan yanalık da duvarlar da dahil: “Komşularla aramızda duvarlar olsa da bu duvarlar bir bakıma iki taraf için de daima ortaktır, ortak alan da benim hanemle başkasının hanesi arasında daima bir ayrım hattıdır... Ortak bir alan bulmak için uzaklara gitmeye gerek yok.” L’Heuillet’nin deyişiyle komşuluk, hem birlikte var oluşu hissetme alanı hem de insanları meskun olma eyleminin gizemiyle yüzleştiren bir durum. Dahası komşuluk etiği, başkalığı simgeleştirmenin şartlarını sunarken yazara göre söz konusu simgeleştirme, insanlarla birlikte var oluş imkânı sunar. L’Heuillet’nin kaleme aldığı Komşuluk isimli araştırma, yukarıda sözü geçen tüm kavram, olgu ve süreçlerin felsefi ve tarihi yanını anlatmaya girişiyor. n Komşuluk / Héléne L’Heuillet / Çeviren: Adem Beyaz / YKY / 208 s. / Mayıs 2019 MERVE YAKUT’TAN BİR İLK ROMAN: GODARD MAKİNESİ ‘Kalemimi özgür bıraktım’ Merve Yakut, filmleriyle anlaşılmayı hayal eden, yönetmen ve senarist Cemşit Somel’in hikâyesini anlatıyor Godard Makinesi adlı ilk romanında... KADİR İNCESU C emşit, Godard’ın “Bande à Part” filminin kahramanı Odile’e tutkulu. Jülide ile de kendi Odile’ini mi yaratmak istedi? Cemşit’in Godard’a ilgisi, yönetmenin sıra dışı filmlerinden doğuyor aslında. JeanLuc Godard, döneminin sinema kurallarını yıkan, asi bir yönetmen. Cemşit, yönetmeni kendine bu açıdan çok yakın buluyor. Jülide’nin, Odile’i canlandıran Anna Karina’ya tıpatıp benzemesi de “kaderin bir cilvesi” âdeta. Elbette Cemşit, Jülide’yi görür görmez, hayal âleminin uçsuz bucaksız okyanusuna dalıyor. n Romanınız Mavi, Beyaz ve Kırmızı adlı üç bölümden oluşuyor. Bu durumun, Kieslowski’nin “Üç Renk” filmiyle bağı nedir? Bölüm adlarını romanımın görsel yönünü vurgulamak amacıyla, sinemanın bir olanağı olarak kullanmak istedim. Mavi bölümünde deniz ve özgürlük imgesi vardır. Beyaz’da karlı bir manzara karşılar okuru. Kırmızı’da ise şehvet ve tutku yoğun. Aynı zamanda Fransız bayrağı renklerinin anlamlarına, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” üçlemesine de göndermeler var bölümlerde. “Godard Makinesi”nde Kieslowski’nin “Üç Renk”ini de anmadan edemedim tabii. n Siz de Godard gibi, ilk romanınızda sınırları zorladığınızı düşündünüz mü? Bu sorunun cevabını en iyi okur verecektir diye düşünüyorum. Demir Özlü’nün dediği gibi, “Yazarak, sadece yazarak kurulabilir dünya.” Yazarak dünyayı kurmaya çalışırken, kalemimi bütünüyle özgür bıraktığımı söyleyebilirim kendi adıma. YENİ DALGA n Cemşit bir yerde, “Yeni Dalga Akımı yönetmenleri adeta kitap yazar gibi film yaptılar” diyor. Siz de film yapar gibi yazmışsınız... Öncelikle, bunun anlaşılmasına çok sevindim. Godard Makinesi’nde yapmak istediğim tam olarak buydu: Kelimelerle film yapmak. Sinemada gördüğümüz her şeyi (Renkler, müzikler, manzaralar, flashback’ler, yakın çekimler, iç sesler, Yeni Dalga filmlerinde çokça gördüğümüz kitap alıntıları, kameranın dikey, yatay hareketleri, vs...) romanın belkemiği hâline getirmeye çalıştım. JeanPaul Sartre, Edebiyat Nedir? adlı kitabında şöyle der: “İnsan bazı şeyler söylemeyi seçtiği için değil, onları belli bir biçimde söylemeyi seçtiği için yazardır.” Ben de biçimi son derece önemsiyorum, belki, anlattığım şeyden daha çok. n “Kadın Kadına” filmi iş yapmadığında isyan edip “Kameram kalemimdi” diyor. Cemşit’i etkileyen akımdan söz eder misiniz? İlk olarak, Fransız film eleştirmeni ve yönetmen Alexandre Astruc, 1948 tarihli makalesinde la caméra stylo (kamerakalem)” kavramından söz eder. Kimileri bu makaleyi, Fransız Yeni Dalga Akımı’nın çıkış noktası olarak kabul ediyor. Bu tanıma göre, yönetmen, kamerasını kalem gibi kullanabilmelidir. Yönetmenle yazar arasındaki fark neredeyse yok gibidir. Yönetmenlerin birer “auteur” olması, Yeni Dalga’nın belirgin özelliklerinden biri. Cemşit de kendini bir “auteur” olarak görüyor. n Cemşit’in hayatını âşık olduğu Jülide şekillendiriyor. Yoksa ona olan tutkusunu “gönüllü kölelik” olarak adlandırır mıydı? Elbette. Jülide, Cemşit’in hem hayatını, hem de sinema kariyerini etkiliyor. Ancak burada suçu tamamen Jülide’ye yüklememek lazım. Kim suçlu, kim masum? Bunun yargısını okura bırakmak en güzeli. Eminim, Jülide’nin tarafını tutanlar da olacaktır, Cemşit’inkini de. n Zaman Makinesi / Merve Yakut / Dedalus Kitap / 225 s. / Nisan 2019 10 30 Mayıs 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle