02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

MİNE G. KIRIKKANAT’TAN ‘ADI ÖKÜZDEN SONRA GELEN’ ‘Kadının zekâsı erkeği korkutuyor!’ Mine G. Kırıkkanat, tarih boyu kadına ataerkil bakışı farklı coğrafyalardan, dinlerden ve düşünürlerden seçkilerle kimi destansı bir dille ele alıyor. Dünyadaki tüm dinci iktidarların sonunun yakın olduğunu; Türkiye’de de kadınlara yönelik ayrımcılık, sömürü ve şiddetin de toplumsal bilincin siyasal İslâm’dan uzaklaştığı ölçüde azalacağını vurguluyor. GAMZE AKDEMİR [email protected] D enemeanlatı biçeminde kaleme aldığınız öykülerde; kadına biçilen rolün ataerkilliğini, ilkelliğini, kadına yaşatılanları kimi destansı ama isyankâr bir dille ortaya koyuyorsunuz. İlk olarak Adı Öküzden Sonra Gelen imini açar mısınız? Türkiye’de kadınlığa ilişkin geçmişten günümüze yapılan en doğru, en vurucu saptama büyük ozanımız Nâzım Hikmet’in dizelerinde vücut bulmuştur: “Kadınlar bizim kadınlarımız / Korkunç ve mübarek elleri, / İnce, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle / Anamız, avradımız, yarimiz / Ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen / Ve soframızdaki yeri, / Öküzümüzden sonra gelen...” Günümüzdeki kadın cinayetlerinin adeta salgın hastalık gibi yayılmasına, ikinci sınıf insanlığı hiçbir itirazda bulunmadan ya din ticaretinden para kazanmak amacı ya da dindarlık ölçütüne dayalı ‘edilgen kadın’ sayısındaki müthiş artışa bakarak; koyun öküzün yerine lüks Bentley’leri, Masseratti’leri, bu saptamada değişen hiçbir parametre yok. KADINI ÖLDÜREREK SEVİYORLAR! Muhafazakâr değerleri altüst olan cahil Türkiye’de yoksul erkek, elinde tutamadığı kadını öldürerek seviyor. Birden paraya boğulan ve Müslümanlıktan süslümanlığa geçiş yapan erkek ise parayla elinde tutabildiği ‘mal’ olarak... Kadının toplumsal, siyasal konumu erkeğin iki dudağı arasında, silahının gölgesinde, parasal varlığının altında. Kadınlara adadığım kitabın başlığı, beynime ateşten harflerle kazılı bu dizelere bir gönderme elbette. Ama sadece Nâzım’a gönderme değil. Sorunu her açıdan, hatta kadın olduğu için doğrudan tanıklığıyla geniş biçimde irdeleyen, düzyazıya en müthiş biçimde döken canım Duygu Asena’ya da bir saygı duruşu. Kitabımın Adı Öküzden Sonra Gelen başlığı da Duygu’nun Kadının Adı Yok başlıklı eseriyle Nâzım’ın dizelerindeki “sofrada öküzden sonra gelen” yerimizi anımsatan bir bileşim. ‘HIZLA ORTA ÇAĞ’A DÖNÜYORUZ!’ n Dinlerin de körüklediği cinsiyetçilik dün olduğu gibi bugün de kadınların mücadele ettiği ve belli ki daha da edeceği bir bela. Durumu ne değiştirecek? Türkiye özelinde, Orta Çağ’a dönüş yokuşunda hızla aşağıya kaydığımızı söyleyebilirim. Bakın, laiklik her şeyden önce kadın erkek eşitliğidir. Türkiye’de laiklik, Anayasa’sında var olmasına karşın toplumun önemli bir kesimince tümüyle dindarlığa bağlı önyargılarla hiç içselleştirilmedi. Önce AKP, ardından AKP / MHP çoğunluğu ise zaten laikliğe düşman, kırıntılarını ortadan kaldırmak kararlılığıyla iktidara geldi, aynı kararlılığı da sürdürüyor. Kadın erkeğe beyinsel olarak eşittir. Hatta fiziksel olarak, erkekten daha dayanıklıdır. Teknolojinin hiçbir alan ve anlamda kaba güce gerek bırakmadığı çağımızda bile bir devlet başkanı çıkıp, ‘erkek kadından üstündür’ diyebiliyor. Buna karşın eşitlik hakkı verilen kadının ortaya çıkan zekâsı, erkekleri müthiş korkutuyor. ‘DURUMU EĞİTİM DEĞİŞTİRİR! BİZDE OLANI DA BATIRDILAR!’ Yahudilik ve Hıristiyanlık, çok daha eski dinler olduğu için erkeğin aşağılık kompleksinden ibaret bu megalomaniyi aştı, geride bıraktı ve kadının eşitliğini az çok kabullendi. Eşitliği kabullenmeyen, dolayısıyla laiklikten nefret eden toplumların Müslüman olması rastlantı değil. İslamiyet, Yahudilikten 3 bin, Hıristiyanlıktan 700 yıl sonra kurulduğu için Orta Çağ’ına yeni girdi. Tabii ki İslâmiyet de Yeni Çağ’ına, Yakın Çağ’ına geçecek ama kaç yüzyıl, kaç kuşağın hayatı ve geleceği daha mahvolacak? Durumu yalnızca eğitim değiştirir! O da bizde yok. Olanı da batırdılar! Demek ki her şeyden önce bu zihniyetin iktidardan düşmesi gerek ki, yeni bir eğitim seferberliğiyle düştüğümüz cehalet çukurundan kurtulmaya çalışalım. n Kitabınızda, “kadın düşmanı” ünlü figürler de yer alıyor. Burada da örnekler misiniz? Duyduk duymadık denmesin! Büyük düş kırıklığına uğradığım düşünürlerin başında, zekâsına hayran olduğum Arthur Schopenhauer geliyor. 18. ve 19. yüzyıl yazarlarını, düşünürlerini İrade ve Temsiliyet Açısından Dünya başlıklı başyapıtıyla derinden etkileyen bu düşünürün niçin kadınları sevmediği, annesine duyduğu tepkiyle ilgili ki kitapta da anlatıyorum. Ancak bu çocukluk travması, onun kadın düşmanlığını bağışlatamaz. Irkçılığı ve kadın düşmanlığı apaçık biri, insanlığa ilişkin felsefe yapıyor ve çağına damgasını basıyor, düşünün! İkinci düş kırıklığım, Büyük Fransız Devrimi’nin kuramcılarından JeanJacques Rousseau’nun kadını aşağılaması. KADININ ZAAF SAYILAN ERDEMLERİ... Bu genele yaygın kanıyı, örneğin Şamanist diyebileceğimiz Japonya gibi ülkelerde, at binip kılıç kuşanmayı yücelten ataerkil kültürün konforuna; tek ya da çok tanrılı dinlerin egemenliğindeki ülkelerde ise erkeklere göre biçimlenmiş gelenek ve görenek konforuna bağlıyorum. Kadın erkek eşitliği için dinlerin zayıflaması ya da tü müyle devreden çıkması gerekiyor. n Kadınların zaaf sayılmış erdemleri nin başında sizce neler geliyor ve kitabınızda, kadınların aleyhlerine kullanılagelen bu yönlerin sömürülüşüne konusuna muhafazakâr iktidarlar kanalıyla nasıl açıklık getiriyorsunuz? Kadının zaaf sayılan erdemleri, bence annelik ve aşıklık. Kimi kadının anneliği öne geçer, o açıdan sömürülür, kimi kadın aşka öncelik tanır, oradan vurulur. Türk toplumu geniş genelinde muhafazakâr bir toplumdur. Muhafazakârlık, bireyi feda edip aileyi gözetmeyi erdem sayar. Fedakârlığa alışık ve bireyselliğini ikinci plana iten kadın, varlığını iyice ezen ve özgürlüğünü daha da kısıtlayan siyasal İslâm’ı kolayca kabullendi. İslâmcı iktidar öylesine ikinci plana itti ki kadını, mütevazi Müslüman çevrede bireyliğini korumak isteyen kadın, böyle bir kafa tutuşa alışık olmayan erkekler tarafından şiddete uğruyor, öldürülüyor. Süslüman çevrede ise, emek harcamadan kazanılmış bol para muhafazakâr kadınları görünür olmaya, alışık olmadığı bolluğu sergilemeye itti. Birey olamadığı yerde zengin olan cahil ve acayip kadınlar, garip kılıklar içinde, yaptıkları çocuktan yediği yemeye kadar sergileyerek, “bak ben varım, çok zenginim, çok da mutluyum” videoları yayımlıyorlar... Bu gidişat, önce muhafazakârlık ölçülerini altüst eder sonra dine inancı tüketir. En sonunda da siyasal İslâmcıların başını yer. Bence artık muhafazakâr falan değil, düpedüz yolsuz olan dünyadaki tüm dinci iktidarların sonu yakın. Türkiye’de kadınlara yönelik ayrımcılık, sömürü ve şiddet de toplumsal bilinç siyasal İslâm’dan uzaklaştığı ölçüde azalacak. n Adı Öküzden Sonra Gelen / Mine G. Kırıkkanat / Cumhuriyet Kitapları / 224 s. / 2019. Vedat ARIK 10 12 Aralık 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle