Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SENECA’DAN ‘İŞSİZLİĞE ÖVGÜ’ İnsanın erdemlilik hâli “İşsizlik” ne kadar doğru bilemem; ama olabilirse çalışma yaşamından uzak kalmayı, yani “yapmamayı tercih ederim” demeyi bilmek gerçekten de bilgelik gerektiren bir eylem. FARUK DUMAN Z ira Seneca “düşünceye dalma” konusunu da ciddi bir eylem olarak saptıyor. Düşünceleri birer madde olarak değerlendirmek de herhalde Marx’tan beri yakınlık duyduğumuz bir düşünce. Seneca, aslında insanın aradan bunca yüzyıl geçtiğine ve durum değişmediğine göre belli ki doğasına ters bir erdemlilik halini betimliyor: Kendi kendine yetme, yararsız ve geçici uğraşları terk etme, kimseyi olmasa da kendi kendini iyi bir insan yapma erdemi. Daha önce, Salâh Birsel’in Aynalar Günlüğü’ne değinince, bu anlamda “ba şarılan” bir yalnızlığın insanlığa sırt çevirmek anlamına gelmediğini, tersine, bir bakıma kendini yalnızlık yoluyla üretmek demek olduğunu belirtmiştim. Seneca bunun üstün bir verim olduğunu söylüyor. Önce iki “cumhuriyet” saptıyor elbette; biri bizim içinde yaşadığımız cumhuriyet, öbürü de dünyamız, yani tüm insanlık: “Bu büyük cumhuriyete boş zamanlarımızda da pekâlâ hizmet edebiliriz. Hatta şu soruları sorarak daha da iyi mi hizmet ederiz bilmiyorum: Erdem nedir? Tek midir, yoksa birden fazla mıdır? İnsanı iyi yapan tabiat mı yoksa sanat mıdır?” GÜNLÜK YAŞAM Günlük yaşamın gereksiz ya da pek gelip geçici yararlılıklara hizmet eden uğraşları insanın kendisine ve başkalarına sorular sormasına engel olur. Sabahları kalkıp her gün zaten yaptığımız işlerin peşine düşeriz. Bu geçici işler öyle büyük bir beladır ki, Antik Yunan boşuna Sisifos söylencesini kurmamıştır. Bugün yaptığımız işler geceleyin bir temiz yok olur ve bizim onu ertesi gün yeniden yapmamız gerekir. Bu arada da yaşamımızdan söylenmeyi eksik etmeyiz; kalabalığı, trafiği, borçları ve başkalarının söyleyip ettiği haksızlıkları tefe koyar dururuz. Ama ne olur? Ertesi gün kalkıp yeniden hapishanemize döneriz. Böyle bir durumda insanın kendine soru sorması olanaklı mıdır? “Doğa bizi iki amaç için yaratmıştır,” diyor Seneca: “Tefekkür ve eylem. Bunun en güzel kanıtı, kendi kendini sorgulayan ve içimizdeki muazzam bilgi açlığını, en olmayacak hikâyelerin dahi bizde nasıl bir merak uyandırdığını fark eden kişi değil midir? Sırf onların çok uzağındaki bir sırrı keşfetmek uğruna denizleri ve upuzun seyahatleri göze alan insanlar vardır.” Bugün için ar tık bu tür yolculuklara da gerek kalmadığına göre, Seneca’nın öngörüsü aslında insanlığın boş uğraşlarının da çözümü olabilir. Ama ne yazık ki olanaksız bir çözüm: “Yani kendimi doğaya bütünüyle verdiğim ve bütün hayranlığımı ve ibadetimi ona adadığım takdirde doğaya göre yaşamış olurum.” Bu, onun deyimiyle “bilge” insanın ideali olmalıdır ve elbette bu idealin gerçekleştirilmesi de pek çok konfordan vazgeçmek, daha doğrusu, günlük rutini ve geçici işleri “yapmamayı tercih etmek” anlamına gelecektir. Bundan sonra Seneca, dostu Sicilya valisi Lucilius’a mektuplar yazar ve onu artık durup dinlenmeye, unvanları bir kenara bırakarak doğaya çekilmeye ve çekildikten sonra da kendine sorular sormaya davet eder. Hepimiz için çok yerinde tavsiyeler bunlar, bana sorarsanız. n İşsizliğe Övgü / Seneca / Kırmızı Kedi Yay. / 2019. MEHMET FATİH ÖZBEY’DEN BİR İLK KİTAP: ‘BURAYA BAKARLAR’ Tüketim yazarın da sorunu Dönüp dönüp masallara, efsanelere, destanlara, kutsal kitaplara da bakıyorum. Onlar benim için bitmez, tükenmez kaynaklar. MURAT ÇELİK B uraya Bakarlar ilk kitabın. Öykülerin bu toplamda yer almasına nasıl karar verdin? Dergilerden izleyebildiğim kadarıyla kitaba almadığın öyküler var. Klişedir ama âdettir, biraz “ilk çalışma”dan söz eder misin? Öykülerin bu toplamda yer almasında “Tuhaf Etki” dizisinin büyük payı var. Öyküleri dizinin genel havasına uygun olanlar arasından seçmeye gayret gösterdim. Elimdeki öykülerden bir kısmını bilerek, başka bir dosyada kullanmak üzere eledim. İlk kitabımda olmasını istediğim ama içime de tam olarak sinmeyen birkaç öyküyü oturup yeniden yazdım. Sanırım beni en çok zorlayan kısım buydu. Bitmiş bir metni bozup yeniden yazma düşüncesi kulağa hoş gel se de pek öyle değil. En azından benim için öyle olmadı. Zorlandığımı itiraf etmeliyim ama ortaya gönlüme göre metinler çıkarabildiğim için mutluyum. n “İndirim” ve hep fazlasını talep ediyor sistem, daha fazla satın almayı ve satış yapmayı. Okumayacağımız kitapları edinip stokçuluk yaptığımızı düşünürsek yazar olarak da belki inanılmayan ama talep edilen metni üretmek normal mi? Öykündeki kahraman bir yazar da olabilir mi? Sisteme söz söylemeden önce insanın kendi muhasebesini yapması gerekir diye düşünüyorum. Sonuçta, önüne gelen her şeyi tüketebilecek potansiyele sahip bir canlı türünden bahsediyoruz. İnsanın özünde var ama bu sanırım. Onu söküp atabilir miyiz? Sanmıyorum. Daha doğrusu öyle bir deneyime şahitliğim olmadı. Hal böyleyken yazar da hiç inanmadığı bir metni talep ediliyor diye üretebilir. Gösteriden pay almak, görünür olmak isteyebilir. Yazdıklarını bir tüketim maddesi olarak tasarlayabilir. Bu ne kadar doğrudur ya da değildir tartışılır. Ancak, günümüzde artık bunun normalleştiğini hissedebiliyoruz. n Parçalı anlatım, kısa sahneler ve ironi baskın anlatma yöntemlerin, “oyunların” da var. Hikâye dışında üzerine düşünülmesi gerekli, öykü dünyanı zenginleştiren, atmosfer yaratmana yardımcı olan şeylerden bahseder misin biraz. Öykü yazmaya başladıktan sonra neyi, nasıl okuduğum üzerine kafa yormaya başladım. Benim için hikâye haricinde üzerine düşünülmesi gereken şey bu. Kim ne yazmış, hangi kelimeyi nasıl kullanmış. Yazılanları bunlara dikkat ederek okumaya çalışıyorum. Bir nevi öğrencilik benimkisi. Dönüp dönüp masallara, efsanelere, destanlara, kutsal kitaplara da bakıyorum. Onlar benim için bitmez, tükenmez kaynaklar. Sinemanın nimetlerinden de yararlanmaya gayret ediyorum. Bunda kişisel merakımın da etkisi vardır. Sinematografik bir dil kurabilmek için uğraşıyorum. Bu uğraşım, öykülerimin atmosferini de destekliyor. Mekânı, karakteri daha net sahneleyebilmek için ayrıntıları gözlemliyorum. n “Ölüm” kutsanan ya da doğal bir sonuç olarak yer kaplamıyor öykülerinde. Sıradan bir eylem gibi, belki ülkemiz şartlarında da “kolay” final. Bu konuda ne düşünüyorsun? Ölüm hepimizin ortak paydası. Bunu değiştirebilecek bir kudrete sahip değiliz. Nitekim onu düşünmeden edemiyoruz. Dediğiniz gibi, öykülerimde ölüm sıradan bir eylem olarak kendini gösteriyor. Bu, kasıtlı yaptığım bir şey. Çünkü, tuhaflık burada başlıyor. Düşünsenize, dünyadaki varlığınız sona eriyor. Yok oluyorsunuz. Çok özel bir şey bu. Kişisel tarihiniz buraya kadar anlatılacak. Dahası yok. Bu alelade bir eylem olsa nasıl olurdu? Ölümü kutsamak ya da onu unutmaya çalışmaktan daha tuhaf olmaz mıydı? n Buraya Bakarlar / Mehmet Fatih Özbey / Koç Üniversitesi yay. / 74 s. / 2019. 4 3 Ekim 2019