23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sinemacı yazarın edebiyatla flörtü… İnsan, ölüme karşı en kökten tepkiyi sanatla verebileceğini görüyor. Çünkü insan için yeryüzünde bir tür siper, gölgelik sanat. B ilimde, sanatta, sporda insan, sonu gelmez ataklık yarışında, yeni yolbiçem arıyor yetinmesiz kıvraklıkla. Bunların tek başına yetmediği görülüyor insana. Birkaç alana birden uzanırken, bu eğilim giderek yaygınlaşıyor da. “Gazeteci yazar”, “öğretmen yazar” söylemine benzer alabildiğine çeşitlenen türlü nitelemler, “sinema yazar”ından farklı “sinemacı yazar”a da uzanıyor, sinema edebiyat, iki sanat dalında da üretimi sürdürenlere. Şiir, öykü, roman türündeki ürünleri yanında sinemada da kendini kabul ettirenlere. Nâzım Hikmet’ten Cahit Irgat’a, Vedat Türkali’den Orhan Murat Arıburnu’ya, Kâmran Yüce’den Attilâ İlhan’a, Tarık Dursun K’den Fikret Hakan’a, Yılmaz Güney’den Barış Pirhasan’a, Rıza Kıraç’a parlak bir sinemacı yazar listesi oluşturulabilir. Ne ki aradan geçen şunca yıldan sonra sinemanın sanayiye dönüşmesiyle artık yazarların sinemada yapabilecekleri oldukça kısıtlı. Nitekim günümüzde sinemacı yazar bağlamında örneklenebilecek Nilüfer Açıkalın, Mert Fırat gibi adlar daha çok yüzleriyle görünüyor şimdilik. Edebiyat kadar sinemadaki üretimleriyle öne çıkan Derviş Zaim, Tayfun Pirselimoğlu, Ümit Ünal, Uğur Yücel, Ferzan Özpetek vb. adlarsa görece azalıyor. 413 Ekim Filmekimi günlerinde biraz da sinemacı yazarlara mı eğilsek? TURGUT YASALAR; “BEN BIR DÂHIYIM AMA HENÜZ İLK FILMIMI ÇEKMEDIM”… Turgut Yasalar, sinemacıların yaratısal yola çıkış sorununa eğildiği yapıtıyla bizi “genç dâhiler” üzerinde düşünmeye çağırıyor: Ben Bir Dâhiyim Ama Henüz İlk Filmimi Çekmedim. (Karakarga, 2018) Turgut, kitabına, “1993’te Berlin Film Festivali’nde hemen herkesin dikkatini” çeken El Mariachi filminin yönetmeni Robert Rodriguez’in anılarıyla (Ekipsiz Asi; Kaknüs, 2001) başlayıp “Giriş”te, kendine de getiriyor sözü: “Yirmi üç yaşında bir velet, gerçekten de tek başına ve sadece yedi bin dolara bir film yapmış, sonra da Hollywood’da herkesi peşinden koşturmuş, ardından da üst üste filmler çekmeye başlamıştı. / Kendime çok kızmıştım. Kırk yaşına gelmiştim ve hâlâ bir filmim yoktu; hâlbuki ben bir dâhiydim…” Turgut’un içeriden bakışla yapılandırdığı kitap, sıcak, yer yer alaysamalı anlatımla genç sinemacıların yaratıcılık serüvenlerini aktaran bir roman olarak da okunabiliyor. Çünkü her genç sinemacının “bir Cinema Paradiso’su (43) vardır. Bu nedenle herhangi sanat dalında yolculuğa çıkmayı kafasına koyan gençler kadar bu alana ya da konuya yakınlık duyabilecek herkesin severek okuyacağı bir yapıt bu. Nitekim yazar, sinemada kendileriyle yarışarak sanat kavgası veren bir avuç sinemacının çıktığı farklı yolculuklara odaklanıyor. Kendi serüveni bir yana kimler yok ki aralarında. Bunlardan biri de “ressam olma hayali kurmuş”, ama sinema okurken “ben bunun için doğmuşum,” (115, 116) diyen Ümit Ünal. ÜMIT ÜNAL; “BANA GÖRE KIYAMET”… Ümit Ünal edebiyatla sinemayı birbirine kırdırmadan götüren bir sinemacı yazar. Her iki alanda da adından söz ettirmeyi başarıyor. Nitekim çizimlerini yaparak yayımladığı son romanı bunu bir kez daha gösteriyor bize: Bana Göre Kıyamet (Everest, 2018). Yazar, omurgasını bir üst anlatıcıyla oluşturduğu yapıtında, toplumu kilitleyen dizideki başrolüyle tüm ülkenin yakından tanıdığı Bahar odağında yapılandırıyor anlatısını. Neredeyse rol modeli olmuş bir oyuncudur Bahar. Taşralılık yazgısının hüküm sürdüğü bir ücrada yaşarken, yaşam onu çok farklı bir yere taşıyıp kadın varlık bağlamında hem özgürleştirmiş hem zenginleştirip öne çıkarmış, toplum beklentisiyle örtüşür bağlamda tam da bunun nimetlerinden yararlanabilecekken “hükümeti karşısına al(an)” (10) tutumuyla bir anda kariyeri sona erdirilmiştir. Yar dımcısı şöyle bakar olaya: “…[H]erkesin saydığı, selam durduğu bir oyuncusun. Bunu televizyonda ticari başarıyla da perçinlemişsin…, artık bir dur, bir uslu ol di mi? Hayır. Gitmiş imza atmış, basın bildirisi okumaya katılmış… Sonra ne oluyor? Kara listeye giriyorsun. (…) Bu memlekette işin bitiyor.” (11) Yaşamının böylesine altüst olduğu bir evrede (üvey) annesi için tuttuğu Suriyeli bakıcı kadın, öldüğü haberini verir annenin. Durum bir kez daha karışacak, bu irinli kasabaya giden Bahar, bildik kasabasında âdeta yeni bir hikâyenin içinde bulacaktır kendisini. Bu nedenle iç içe halkalarla geliştirilip işlenen bir olaylar dizisiyle karşılaşıyoruz doğal olarak anlatıda. Çıkageldiği toplumla yaşadığı çelişkiler odağında fantastik bir salkım hikâye dizisi diyebiliriz buna. Zaten üst anlatıcı, doğrudan şöyle seslenir: “Hayat bir hikâye sizin için, siz hikâye anlatarak yaşıyorsunuz, hikâye anlatarak hayatta kalıyorsunuz… Her şey hikâye size.” (8) Bu arada bakıcı olarak eve yerleşen Suriyeli kadınla erkek kardeşi, taşra koygunluğunun, dogmasının dönüştürüldüğünü imleyen fantastik bir düzleme taşıyacaktır ünlü oyuncuyu. Özüyle de muhalif konum sergileyen Bahar’la kasabanın kovmaya çalıştığı Suriyeli kadın arasında başlayan sıra dışı ilişki bir sona evrilirken, üst anlatıcının aslında bu ikilinin tinsel sözcüsü olduğu anlaşılır. Roman, seyircisini koltuğa mıhlamayı amaçlayan çok yönlü film öyküsü havasında yayılırken kendini enikonu bir aks yarılmasından kurtaramıyor bana göre. Neden? “Muhalefet etme”, duvarda öylece kımıltısız duran Çehov tüfeği olarak kalmıyor kuşkusuz, ancak “muhalif olma” kavramı, patlayan tüfeğin hedefiyle buluşamıyor. Taşra dogmacılığı “muhalif”i “şeytan”laştırırken olgukavram buluşamadığından fantastik evren, bu fanteziyi “muhalif ses”le buluşturamadan donup kalıyor öylece. n ÖYKÜDENLİK… Zehra Çelenk; “Hayatta Kalma Rehberi”… Z ehra Çelenk de sinemacı yazar. Televizyonda gösterilen dizisini roman olarak yayımlamış sonradan: Ruhumun Aynası (Artemis, 2015). Bu kez ilk öykü kitabıyla geliyor okur önüne: Hayatta Kalma Rehberi (Everest, 2019). İlk satırlarında metnini sanki şiir örüntüsüyle içlidışlı kurup anlatısını buna dayalı geliştirmeye çabalıyormuş izlenimi bırakıyor. Ancak öykülerde karesel bir dille mantığın metinle at başı ilerlediği öne sürülebilir. Gerçekten hünerli dil işçiliğine karşın hep kare görselliğiyle gelişen anlatı, bu açıdan üzeri örtük bir sinema metni veya film öyküsü olarak kendisini duyumsatıp ötesinde âdeta dayatıyor. Ümit Ünal’ın da kendini alamadığı bir tutum. Yazarların işleme biçiminden kaynaklanıyor bu. Hoş sinemacı olmasalar da pek çok yazarın, anlatısını böyle kurduğu unutulmamalı. Ancak önemli olan sinemasal anlatımın yazınsal gerekirliği karşılayıp karşılamadığı. Öykülerdeki büyüyü Zehra’nın, görüntülerle oluşturduğu, anlatımındaki şiir örüntüsüyle bulandırıp sislendirdiği öne sürülebilir. Öyküler zedelenmiyor, ancak ayrı başlıkla yapıtına eklediği distopik öyküler de içinde olmak üzere, daha çok olguları öne çeken farklı bir anlatımla kapımızı çalıyor yine de yazar. Bu arada dikkat çekici yinelemeler de görülüyor. Örnekse “Senin doğuracağın çocuğu s.ler!”, “Onun ben şerefini s.eyim.” (19, 45). “Annesinin klişeleri…”, “Bu tarz hizmetçi klişeleri…” (30,35) Evet, sinemacı bir yazardan öyküler: Hayatta Kalma Rehberi. www.sadikaslankara.com, her perşembe öyküroman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor. 12 3 Ekim 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle