Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Dile gelen, ele gelir “ S ayın Özel, Cumhuriyet Kitap Eki’ndeki aydınlatıcı yazınız için teşekkürler. Bunu bir rehber gibi saklayacağım ve ikircikli durumlarda başvuracağım. Takıldığım bir durum var. Yazınızın son satırlarından birinde kullandığınız ‘yanı sıra’ ve benzer biçimdeki ‘söz konusu, aklı sıra, yan yana’ gibi sözcük gruplarının da bileşik yazılması gerekmez mi?” Sayın Ş. Tekgündüz’e teşekkür ederim. 22 Ağustos günlü, “Bileşik Sözcük Sorunu mu var?” başlıklı yazım çokça övgü, azıcık eleştiri aldı. Kullandıkları dile bakarak övgüde bulunanların genç olduğunu anladım. Nasıl mı? Yarım yüzyıldır Türkiye Türkçesinin sokaklarında dolaşıyorum, yayınevlerinde 20 yıldan çok “editörlük”üm var; daha ne olsun! Atatürk’ün kurduğu TDK, Türkçe Sözlük’ü ve Yazım Kılavuzu ile bileşik sözcükler konusunu büyük ölçüde aydınlatmıştı; dile yeni katılan sözcük ve terimler de büyük ölçüde yerleşen kurallarla yazılıyordu. 1983’te yasa zoruyla devlet dairesi yapılan TDK 1985’te yayımladığı “İmlâ Kılavuzu” ile yerleşmiş kuralları tersyüz etti. Yüzlerce bileşik sözcüğü ayırdı; tepki gör dükçe yanlış yazımları parça parça düzeltti. Resmi TDK’nin bozuk kılavuzu, başta okullar olmak üzere bütün kurumlara dayatılınca; bana gelen iletilerde olduğu gibi gazete ve kitaplarda da ikili hatta üçlü yazım biçimleri doğdu. 22 Ağustos günlü yazımda “sözkonusu”nun ayrı olması benim yanlışım; sözkonusu, Arapça “mevzubahis” bileşiğinin Türkçesidir. Dilimizde “yanı sıra, aklı sıra, önü sıra, ardı sıra…” benzeri, “yanım sıra, aklım sıra…” gibi ilk sözcüğünü iyelik ekiyle kullanabileceğimiz, anlamlı birçok sözcük kümesi var; bunları bileşik yazmak doğru değildir. “Yan yana, arka arkaya, baş başa…” gibi ikilemeleri de öteden beri ayrı yazıyoruz. H “Hocam Merhaba, Belki daha önce söz ettiniz ben göremedim belki, şu konuda yardımlarınızı rica ediyorum, hatta yalvarsam yeridir: ‘Eski DYP Genel Başkanı mı? DYP Eski Genel Başkanı mı?” ya da “Eski İlçe Emniyet Müdürü mü? İlçe Emniyet Eski Müdürü mü?’ (…) İyi çalışmalar diliyorum. İşte bakın bir örnek daha: ‘İyi çalışmalar diliyorum mu?’ doğru, ‘İyi çalışmalar dilerim mi?’ ozelsevgi@yahoo.com.tr Kafamda deli sorular…” Gazete, kitap, dergi okurken, bilgisunarda dolaşır TV izlerken Sayın B. Öztürk’ün kafasındaki deli soruların onlarcası beni de hoplatıyor; “İyi çalışmalar dilerim” seslenişi başım gözüm üstüne! Gelelim, “eski” önadının (sıfatının) kullanımına... “Eski” önadını, tümce içinde kullanıldığı yere göre değerlendiriyoruz. Sayın Öztürk’ün sorduğu gibi kendinden sonra gelen adın niteleyicisi olduğu tamlamalarda önce yer alıyor. Bu nedenle “Eski DYP Genel Başkanı… Eski İlçe Emniyet Müdürü…” kullanımını yeğliyoruz. “TV’de konuşan eski THK Genel Başkanı üzgündü ” gibi tümceler içinde de “eski” küçük harfle yazılır. Örnekler kimi siyasetçileri rahatsız edebilir; orun sahiplerinin kulağına kar suyu kaçırmadan değiştireyim: “Eski Karayolları Genel Müdürü Sevgi Özel, İstanbulİzmir otoyolundan hiç geçmedi” gibi bir anlatımda, “eski” önadı yerine “çalışkan, becerikli, tembel, güzel, öfkeli…” gibi önadlardan birini koyabiliriz. Ülkemizde başbakanlık, bakanlık, genel müdürlük… gibi kimi orunlarda bulunan kişiler, bu sanı yaşam boyu taşımaktadır. Bu nedenle “Eski Karayolları Genel Müdürü…” denildiğinde bu tam lamadaki “eski” önadıyla “bir önceki” ya da “daha önceki” genel müdür anılmaktadır. “Eski” olan karayolları genel müdürlüğü değildir. Ancak bir kurumun ya da bu kurumda görev yapmış kişilerin adını açık açık yazmadan “eski” önadını, “karayollarının eski müdürü; bankanın eski müdürü…” biçiminde kullanırız. Bu örneklerde de görüldüğü gibi Türkçe çok ince özellikleri olan bir dil; bunca yıldır içinde koşuyorum; yine de kimi okurlarla doğru olanda buluşamıyorum. “Kimisi, birisi, kendisi sözcükleri yanlıştır” diyen okurla birkaç kez yazıştık; olmuyor. “İkidillilik Varsıllıktır” yazımın pek konuşulmayan önemli bir konuya açıklık getirdiğini belirten; daha önce hiç duymadığı bu dil olayı için kaynak arayışına giren okurlara teşekkür ederim. İletisiyle dünya görüşünü belli eden okursa, kendince önemli bir “anafikir” çıkarıp beni kınamış: Cumhuriyet Kitabı okuması çok önemli, sağ olsun! Dilbilimciler, bir insanın konuşmasını ya da yazısını inceleyerek, o insanın yaşını, cinsiyetini, eğitim düzeyini, dünya görüşünü, ilgi alanını, alanında uzman olup olmadığını, hoşgörülü mü, tutucu mu; tüm özelliklerinin belirlenebileceğini ileri sürüyorlar. “Bir toplumun pek çok özellikleri, yaşayışı, gelenekleri, dünya görüşü, yaşam felsefesi, inançları, bilim, teknik ve sanata katkıları o toplumun diline yansır; o toplumun dilinden izlenebilir. (...) Kısaca söylenecek olursa dil, aynı zamanda her yönüyle bir ulusun kültürünün de aynasıdır; insanın ve uygarlığın en önemli belirtisi ve aracı dildir.” (Doğan Aksan, Her Yönüyle Dil 1, s. 12) Bu aynayı kirletenler bir gün, “Dilim seni, dilim dilim edeyim, başıma geleni senden bileyim” demek zorunda kalır mı, bil miyorum. n SİBEL ÖZ VE SERKAN GEZMEN’İN ÖYKÜ KİTAPLARI Okumak özgürleştirir Sibel Öz’ün En Çok Seni Bekledim’i ile Serkan Gezmen’in Bir Kalem Kuş Olmuş’u iki farklı öykücünün iki farklı ama bir o kadar da iyi verimleri. KORKUT AKIN “ O kumak hayal kurmamı sağlıyor, öyle olunca da özgürleşiyorum” diyordu Açık Radyo spotlarının birinde küçük bir çocuk. Gerçekten de hayal kurmak özgürleşmektir... Gerçekten de hayal kurdukça daha bir özgürleşiriz. Buna da bağlı olarak güçlü, güvenli ve daha da önemlisi coşkulu, umutlu oluruz. Demek ki okumak yaşamaktır, hem de özgür ve güvenli yaşamak. Edebiyatın en güzel yanı okurun imaj yaratmasına destek oluşudur. İmaj denilen de zaten hayalden başka bir şey olmasa gerek... Şimdilerde çocukların, bilgisayar ve oyunları dolayısıyla hayal kurama maları, bizim çağımızın en kötü sözü “icat çıkartma başımıza”yı yeniden gündemde tutmaları demek oluyor ister istemez... Öyküler, bana öyle geliyor ki, edebiyatın hayal kurmaya destek olan en yakın dalı. Şiir de öyle kuşkusuz ama metaforlar çok orada... Oysa öykü tümüyle hayalin içine alıyor insa nı. Her şeyi kendiniz kuruyorsunuz, romandaki gibi çok betimlemeler olmadığı için daha bir yoğun, daha bir geniş oluşturuyorsunuz dünyanızı. Öykünün kahramanları sizin istediğiniz gibi gözüküyor, giyiniyor, konuşuyor, sizin istediğiniz yerlerde dolaşıyor, hatta sizin belirlediğiniz çerçevede düşünüyor... (Öykücü arkadaşlarımız bağışlasın, okur, sonunu bile değiştirebiliyor isterse öykünün.) NotaBene Yayınları’ndançıkan iki öykü kitabı; Sibel Öz’ün En Çok Seni Bekledim’i ile Serkan Gezmen’in Bir Kalem Kuş Olmuş’u iki farklı öykücünün iki farklı ama bir o kadar da iyi verimleri. Sibel Öz’ü biraz da meslektaş oluşu dolayısıyla torpilli görüp öne alayım... SINEMANIN ETKISI... Ciddi bir film öyküsü Sibel Öz’ün En Çok Seni Bekledim’i. Daha senaryo aşamasında kurgulandığı için montajı da kolay çekmek gibi... Serkan Gezmen’in öykülerinden daha somut ama bir o kadar da dişi, yani işlemeye müsait. Sahi, öyküler de işlendikçe (yeniden okundukça daha çok) yepyeni dünyalar açıyorlar önümüze, yepyeni olanaklar seriyorlar. En çok “keşke”siz yaşamayı istiyoruz, hepimiz, ayrımsız. Ne yaparsak yapalım, koşulların da etkisiyle elimizden kayıp gidiyor bazı güzellikler, kiminin farkına bile varmadan. Hüzünlü bir son bekliyor tam da bu anlamda anılarımızı da bizleri de... Tam da bu anlamda sarılıyoruz umudumuza, coşkumu za, heyecanımıza, aşklarımıza... Tam da bu anlamda daha bir önyargısız, art niyetsiz olmayı istiyoruz. Sadece kendimiz için değil, herkes için, hepimiz için... Sibel Öz, öyle ayrıntılarla döşemiş ki öykülerinin tabanını; umarsızlığın, acının, hüznün içinde yaşayanlar olarak ayırdına varıyoruz. Yaşamın her anı ve her alanı hepimiz için yeni fırsatlarla yeni kapılar aralıyor... Serkan Gezmen, doğrudan imgelerle döşeli bir dünyadan sesleniyor... tam hayal kurmanızı sağlıyor. “Avaz avaz bir yumruk dağıldı söz yerine boşluğa.” Tek başına bir anlam yüklenmiyor hatta şaşırtıyor, ama öykünün içindeyken, üzerine sayfalar yazılacak denli güçlü ve derin bir cümle. Üç sayfalık öykünün imajı ciltler dolusu kitap gibi... Hayalinizde oluşturduğunuz aile, araba, hatta şoför, yol, yağmur, silecekler... ve daha nicesi üst üste konulduğunda bambaşka bir dünyaya götürüyor sizi. Sahi, benim dünyam ile yazarın dünyası çakışıyor mu, bir yerlerde... Bir yerlerde kesişecektir muhakkak... sarılıp birbirine ayrılamaz derecede bütünleşecektir. Sizinkiyle de aynı sonuca ulaşmasını istiyorsanız... Şairin dediği gibi “falanı filanı bırakıp okumak gerek”. n En Çok Seni Bekledim / Sibel Öz / NotaBene Yayınları / 103 s. / 2019 Bir Kalem Kuş Olmuş / Serkan Gezmen / Notabene Yayınları / 70 s. / 2019 14 3 Ekim 2019