03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

KITAP l BEBEK l ÇOCUK [email protected] l GENÇ BURCU YILMAZ l HAFİZE ÇINAR GÜNER l SİML SUNAY TAŞ KÂĞIT MAKAS Genç kızlıkta beden ve cinsiyet İsveçli yazar Jessica Schiefauer’ın Oğlanlar adlı gençlik romanı, oğlan zorbalığına karşı üç ergen kızın yakınlaşmalarını, “kadın kalıplarını” reddedişlerini işlerken bedeni bir kader değil yüzey/maske olarak yorumluyor. SIML SUNAY O ğlanlar’ı okumak Judith Butler’ın performatiflik kavramını daha iyi anlamama vesile oldu. Böylece kurgunun ya da hikâyenin kavrayışa etkisini bir kez daha fark ettim. Butler’a göre, “(…) toplumsal cinsiyet, ifade eder göründüğü özneyi bir etki olarak oluşturması anlamında ifaya ve temsile dayalıdır, yani performatiftir.”1 Romanda, on dört yaşındaki üç genç kız Kim, Bella ve Momo tam da oğlan zorbalığından çok bunaldıkları, performatif kadınlık hallerinden uzaklaştıkları bir zamanda, türü belli olmayan, etobur, dişi bir çiçeğin tohum torbacıklarının tadına bakarlar ve bal tadında, küçücük nektar benzeri bu “yumurta”ları yedikten sonra oğlana dönüşürler. Sadece gece boyunca süren bu cinsiyet değişimi sonrası sabah tekrar kız olarak uyanırlar. Önceleri neşeli bir oyun gibi başlayan, kahkahalarla karşıladıkları, “sanki birden dünya emirlerine verilmiş” gibi hissettiren, güçlü ve özgür olmanın, “oğlan” olmanın nasıl bir şey olduğuna dair ipuçları veren bu hayli tuhaf, gerçeküstü durum zamanla kız bilincinde ama oğlan bedeninde erkekliğin performatif hallerine savrulmalarına neden olur. Cinsiyetin toplumsal inşa eliyle nasıl bir “rol” olduğunu, toplumsal cinsiyetin taklitle nasıl katılaştığını “türev” karakterler üzerinden yeniden düşünmeye başlarız. Romandan çıkan bir sorudur: Taklidin taklidi bizi neyle yüzleştirir? KIM “Oğlanlar bize istedikleri gibi davranmayı fazlasıyla alışkanlık edinmişti (…) Aslında onlara… Birinin ağızlarının payını vermesi gerek. Kötülüğü kusturması. Bir daha yapmasınlar diye.” (sayfa 38). Bu söz lerin sahibi, romanın da anlatıcısı Kim, cinsiyet değiştirmeler sırasında yaşadığı deneyimler ve aşkın etkisiyle “başkalaşım”a bağımlı/saplantılı hale gelir ve hem ruhsal hem bedensel parçalanmaya kadar sürüklenir. Aslında bu bir başkalaşım mıdır, Kim yoksa hep bir erkek miydi, bir eşcinsel mi soruları roman boyunca gider gelir. Kim’in hetero mu eşcinsel mi, kadın mı erkek mi olduğuna net bir yanıt verilmez, bu amaçlanmaz. Ancak Kim’in cinsiyet kimliği dağılmıştır, içine doğduğu bedenini zorunlu bir yüzey gibi hissetmekte ama bununla beraber kız olarak deneyimlediği erkek zorbalığını da unutmamaktadır. “(…) kız bedenimi bir kılıf gibi kullanmıştım, fazlasıyla büyük, keçe bir palto gibi, biçimsiz, uyumsuz, berbat bir maskeli balo kıyafeti gibi.” (sayfa 88). Oğlan bedeni üzerindeyken tanıştığı ve âşık olduğu, sert oğlan Tony’nin peşinde erkekliğin getirdiği; gece boyu dışarda durma, ilk içki, ilk sigara gibi performanslardan daha uç noktalara sürüklenir; şiddet, hırsızlık, polisten kaçma ve tecavüze tanıklık… Okul zorbalığından suça doğru sivrilen “kopya erkeklik” yolunda Bella ve Momo ile başladıkları oyunda zamanla yalnız kalır ve kız kardeşlerini de yitirme noktasına gelir. Yumurtalarını gizlice doymaksızın yediği büyülü çiçeği de tüketmek üzeredir. Her oğlana dönüşüşünde Kim’e en cazip gelen, ölümcül tehlikelere yakınlaşma ihtimalidir. Tony onun aynı anda hem başarılı hem de başarısız olmasını istemektedir ve bu Kim’in başını döndürür. “(…) yoğunsal duygusal bağlanma kişiyi ya birine sahip olmayı isteme, ya da o kişi haline gelmeyi isteme şeklinde böler, fakat asla ikisi aynı anda mümkün olmaz.”2 Kim hem Tony’yi tutkuyla istemekte hem de Tony olmaktadır. Kim kendi bedeni üzerinden oğlan “kötülüğü”nü kusmaktadır. Bir okur olarak onca suçtan Tony değil Kim yaptığında daha çok etkileniriz, bastırdığımızı sandığımız toplumsal cinsiyetimizle yüzleşiriz. BELLA “Toplumsal cinsiyetli bir öz beklentisi, kendisinin dışında konumlandırdığı şeyi üretir. İkincisi, performatiflik tek seferlik bir edim değil, tekerrür ve ritüeldir, beden bağlamında doğallaştırılmasıyla etkilerini gösterir, (…).”3 Yazar bedeni bir sınır, nesne, yüzey, kılıf gibi tanımlarla ele alırken başkalaşımı sağlayan büyülü unsuru da doğadan seçiyor. Yazarın bedene beden olarak yaklaşımı, imgelemden uzak durması, romanı ekofeminist okumaya da müsait hale getiriyor. Bella’nın camdan serasında (kızların toplanma mekânı) geçen sahneler, doğayla kurulan ilişki, oğlan zorbalığından saklanmak için doğaya tutunuş olabilir mi? Bella’nın botanik becerileri, toplumsal cinsiyetin beden bağlamında doğallaştırılmasını yıkmak için önemli bir araç. Basmakalıp ne varsa ancak doğadan gelen bir mucizeyle yıkılacaktır, erkek egemen baskı altındaki kadın ile doğa arasında bir paydaşlık kurularak. Bella’nın evine isimsiz bir postayla ansızın gelen ve kaynağı hiç bilinmeyecek büyülü çiçeğimiz de bir dişi. Bununla beraber, Kim hunharca tüketirken Bella’nın çiçeği tutkuyla koruma çabası ve bir yandan da Kim’i gözetmeye çalışması, Bella’nın ekofeminist bir figür olarak çizildiğini ve üç kızın da farklı temsilleri olduğunu düşündürüyor. 2018’de, Türkiye’ye, Kadın Yazısı Festivali’ne konuşmacı olarak da gelen Schiefauer’ın romandaki dili için sert, gerçekçi ve cesur denecektir, denmiştir. Toplumsal cinsiyete rağmen kurulan bu sıfatlar anlaşılabilir. Ancak yine de cesaret olarak görmek toplumsal cinsiyete içkin kalır. “Gerçek”se çokça erkeklerce yazılmış, algısı şüpheli bir “şey” olduğuna göre, “gerçek” sanılanı başkalaşım unsuruyla tersine çevirdiğini söylemek, tartışmak gerekir. Küfürler, cinselliğe dair sahneler, organların adlı sanlı varlığı, bedeni iğdiş ederken beş duyuya yüklenmesi, duygulanımları derinlemesine geçiren coşkulu sesiyle dişil bir dili taşıyan ama daha çok er genlik çağının çalkantılarını yansıtan, tanımlı bir eril gerçeği değil dışlananın içini gören bir bakışın ürünleri… Schiefauer’ın dili samimi ve doğaldır, sert değil. MOMO Romanın başında üç kızın birlikte eğlenmek için düzenledikleri maskeli balo ve bir başkalaşımın nüvelerinin ilk burada atılması kurgusal düzeneğin sağlamlığına işaret ediyor. Maskulen ya da doğrudan erkek karakterlere; Pierrot, Çölyaratığı, Kuşların Efendisi’ne dönüştükleri maskeli baloda bir değişimi nasıl da arzuladıklarını ve ne tür bir başkalaşımın gelmekte olduğunu fark ediyoruz. Üçüncü karakter Momo’nun kostüm tasarımı yetenekleriyle tanıştığımız bu bölüm dolayısıyla üç karakterin temsiliyetlerini sorgulayınca, Momo’nunki için “sanat” diyebiliriz belki. Öyle ki Momo’nun sihirli elleriyle oluşan değişim, sanatın dönüştürücü gücünün yanı sıra bir değişim olacaksa (Bella’nın temsiliyetindeki doğa gibi) kadının kendi eliyle olacaktır. Peki, bitki ölünce artık oğlana dönüşme fırsatını kaybetse de sonrasında bir oğlan gibi yaşamayı seçen Kim neyi simgeliyor? Romanın sonlarına doğru kız bedenini “güvenli bir örtü” gibi özleyen ama Tony olmaktan (onun kadar kötü olmasa da) kaçamayan içselleştirdiğimiz Kim... Butler şöyle soruyor: “Hangi bağlamda hangi performans bizi eril ile dişilin yerini ve istikrarını yeniden değerlendirmeye zorlayabilir? Ayrıca ne tür bir toplumsal cinsiyet performansı, doğallaştırılmış kimlik ve arzu kategorilerini yerinden oynatacak bir şekilde bizzat toplumsal cinsiyetin performatifliğini icra ederek önüne serebilir?”4 Roman bu sorulara cevap veriyor olabilir mi? Kim belki de cinsiyet belasını ya da cinsiyetin temsil edilemezliğini temsil ediyordur, yazarın mutlak bir sona varmamasıyla da, maskeli balo imgesinin yinelenmesinden, bir heyecan pırıltısı olarak sonucunu düşünmeksizin değişimin kendisi ne bakmasından çıkanla. n Oğlanlar, Jessica Schiefauer, Çeviren: Ali Arda, Güldünya Yayınları, 168 sayfa, 2018, 16 + yaş 1 Taklit ve ‘Toplumsal Cinsiyet’e Karşı Durma, Judith Butler, Agora Kitaplığı, 2007, s. 31. 2 A.g.y., s. 37 3 Cinsiyet Belası, Judith Butler, Metis Yayınları, 2012, s. 20. 4 A.g.y., s. 228. 16 3 Ekim 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle