03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

WALTER BENJAMIN’DEN “YALNIZLIK ANLATILARI” Edebî gezginin hikâyeleri Yoldaki Walter Benjamin, rüyalarını anlatır ve oyunları keşfederken bilinenden gizemli olanlara geçiş yapıp kendisine tanıdık gelenleri sınar ve yeniden öğrenerek sözcüklerle ete kemiğe bürünen bir pedagoji kurar. Böylece Paul Klee’nin resimlerinin de yer aldığı, yazarın sürgünlüğünün önemli yer kapladığı “Yalnızlık Anlatıları”ndaki hikâyeler ortaya çıkar. ALI BULUNMAZ [email protected] S anat eleştirileri ve teorileriyle 1920’lerden itibaren Avrupa’da tanınmaya başlayan fakat eser ve fikirleri ölümünden sonra geniş kitlelere yayılan Walter Benjamin’in kurmacaya dair öne sürdüğü düşüncelerin yanında, kaleme aldığı hikâyeler de epey sonra keşfedildi. Daha doğrusu bunlar üzerine konuşulması hayli vakit aldı. Benjamin, yolculuklarına benzer şekilde farklı edebi türler arasında gezinip durmuştu. Roman yazmayı düşündüyse de bunu başaramadı. Taslak hâlinde bıraktığı, üzerinde çalışıp tamamlayamadığı metinleri de vardı. Bitirdiği hikâyeler ise gerek kişisel deneyimlerinden gerek gönüllü ve zorunlu gezginliğinden parçalar yansıtıyordu. Rüyalar, yolculuklar ve oyunpedagoji gibi üç ana izlekte seyreden hikâyeler, Cemal Topcu’nun Türkçeye çevirdiği Yalnızlık Anlatıları ismiyle kitaplaştı. “TEK BİR SESSİZ SORU” Gördüğü rüyalar, okuduğu haberler ve tanık olduğu çocukluk hâllerinden hareketle hikâyeler kaleme alan Benjamin, deneysel metinler kotarırken edebiyatın sınırlarını ve sınırsızlığını keşfetmekle kalmadı, deneyimlerini sanatsal biçimde aktardı. Benjamin’in rüya hikâyelerinde dikkat çeken ilk şey, günlük hayatında önemli yer kaplayan nesnelerin ve okumaktan keyif aldığı kişilerin (Antik Yunan ve Roma düşünürleri ile teorisyenler) karakter olarak karşımıza çıkması. Labirentvari bir mekânda geziyormuş hissi uyandıran yazar, koyu karanlıkta gözleriyle işittiklerini masal gibi anlatıyor. Karşılaştığı veya tasavvur ettiği kimi mekânlar (örneğin bir psikyatri kliniği, bir hastane, bir kütüphane) da var satırlarında. 1900’lerin başındaki Avrupa’nın kültürsanat ortamlarında, bir imparatoriçenin sarayında ve şiirler arasında yürüyen Benjamin’e fanteziler, altbenlik ve hayaller eşlik ediyor. Uyanmadan önce yeniden dünyaya düşüp düşmeme arafında kalan ve gözlerini açınca şaşıran yazar, o ânı “Gece karanlıkta uyandığımda, dünya tek bir sessiz sorudan ibaretti” diye tasvir ediyor. Anlattığı (belki de çarpıttığı veya “en kötü ihtimalle” uydurduğu) her rüya, âdeta ayrıntılı tarihsel bir tablo gibi. Yazarın edebî gezginliğinin bir sonraki aşaması yolculuklarda; şehirler, taşınma, aile, sokaklar, polisiye vakalar, nesneler, kırlar vb. öğeler öne çıkıyor. Ortalığa saçılan sırlar ve mezara kadar süren ketumluk arasında bir yerlerde konumlanan yolculuk temalı hikâyelerinde Benjamin; bazen tek başına bir şehri turlayıp bazen kalabalığa karışırken talihsizliklerin peşine düşerek kimi anlarda tekinsizliğin yarattığı heyecana kapılıyor. Ibiza’da, Sevilla’da ya da adını koyamadığı bir kentte insanları gözleyen anlatıcıya dönüşüyor Benjamin: Gidilenlerin (İtalya, İspanya, Fransa vd.) yanında İzlanda ve Semerkant gibi yolunun hiç düşmediği yerlerden sonra sokağına geri döndüğünde bu kez benliği ne doğru seyahate çıkışına rastlıyoruz. DOLAMBAÇLI VE YALIN DÜNYA Avare bir gezgin değil Benjamin; gözleyip not alarak yorumlarken olaylara dair tarihsel bağlantılar kurup bunları >>hikâyeleştirerek kentinsangeçmiş arasındaki ilişkiyi kâğıda döküyor. ‘İnsanların yokluğu, özgürleştirici bir tenhalık gibi’ Ü ç ana bölüme (“Rüya Âlemleri”, “Yolculuk”, “Oyun ve Pedagoji”) ayrılan Yalnızlık Anlatıları, yazarın teorisyenliğinin yanında nasıl iyi bir hikâye anlatıcısı olduğunu da gösteriyor. Kitaptaki Paul Klee resimleri ise Benjamin’in metinlerinin birer eşlikçisi değil, tam tersine metinlerle doğrudan ilgili tarafları bulunduğu gibi bazıları da yazarın esinlendiği eserler. Benjamin, Klee ile arasında teorik bir bağ olduğunu düşünüyordu. Hatta onun çizimleri, Benjamin’e göre saf ve steril değil, politik ve felsefi olanın üzerinde yükselirken insanı eğiten ve ruh hâlini yansıtan psikolojik tablolardı aynı zamanda. Benjamin metinleri ve Klee resmini, Yalnızlık Anlatıları’nda buluşturan da bu ortaklıktı. Kitabın arka kapağında yer alan “Benjamin, hikâye anlatımının tüm Şeytanlarının ve meleklerinin muhatabıydı; bu işin sonsuz sırlarının sebebi de budur, ona kulak verin” şeklindeki John Berger sözü, her şeyi belirginleştirse de hikâyelerden üç kısa örnek meseleyi daha anlaşılır kılabilir: “Güzel yaz geceleri uykusuzluk için kullanılırdı. Buna rağmen hastalar sabah teşhisleri için saat beş gibi erken bir saatte uyandırılırdı. Pazartesi ve Cuma sabahları anksiyete testine adanmıştı; Pazarları, gece hazımsızlığı içindi. Ondan sonra altı saatlik psikanaliz geliyordu. Akabinde, yılın çoğu boyunca ıslak ve soğuk olma eğilimindeki sudan dolayı tele patik olarak yapılan suda tedavi gelirdi. Öğlen bir ara verilirdi. Bu ara, telefonla Avrupalı aydınlara danışmaya ve şimdiye kadar teşhis edilmemiş hastalıkların kuramsal keşfine ayrılmıştı... “Önceden insanların yokluğu bunaltıcı gelse de şimdi özgürleştirici bir tenhalık gibi görünüyordu. Birden neşelendim. Hiçbir şey biriyle muhatap olmaktan ya da fark edilmekten daha tatsız olamazdı. Ansızın gezginimin kaderinin ellerine yalnız maceraperestinkilere teslim edilmiştim ve bunun farkına vardığım ilk ânı hatırladım, Ravello’da çok uzakta değil, Marina Grande’nin üzerinde acıdan kıvranarak durduğum ânı. Bu sefer de etrafım dağlarla çevriliydi. Fakat Ravello’nun denize doğru basamaklanan sert kayalıklarının yerine katedralin mermer kaplamalı yüzeyleri vardı ve karlı yamaçlarının üzerinde taştan yapılmış sayısız aziz bir hac yolculuğunda biz insanların üzerine doğru iniyormuş gibi gözüküyordu. Gözlerimle bu sıraya takip edince binanın temelinin açıkta durduğunu gördüm: Bir geçiş kazılmış ve birkaç dik basamak hafif aralık duran pirinçten bir kapıya doğru yeraltına iniyordu. Neden buradan gizlice içeri girdiğimi ben de bilmiyorum. Belki de sadece binlerce kez anlatıldığını duyduğumuz o yerlerden birine girdiğimizde bazen başımıza gelen şey korkudur, amaçsız gezinmelerimle kaçınmaya çalıştığım bir korku...” “Saniye ibresinin, yelkovanın çizdiği halkanın aynısını altmış kat hızla çizdiği saate bakmak için döndüğümde müsveddemin en az yarısını okumuştum. Evde kendi kendimi yönlendirirken bir hata mı yapmıştım? Hız denetimimde mi bir yanlışlık yapmıştım? Bir şey kesindi ki konuşma süremin üçte ikisi geçmişti. Hoş bir ses tonuyla kelime kelime okumaya devam ederken ses çıkarmadan hararetle bir çözüm aradım. Sadece kararlı eylemin yardımı dokunurdu; toplu kısımlar feda edilmeliydi. Sonuca giden değerlendirmelerin doğaçlanması gerekecekti. Kendimi metnimden ayırmanın tehlikesi yok değildi. Fakat başka seçeneğim yoktu. Gücümü topladım, uzunca bir süre boyunca duraksarken müsveddemin birkaç sayfasını çevirdim ve nihayet tıpkı uçak pistine inmiş bir pilot gibi mutlu bir şekilde sonuç bölümünün ana fikrinin alanındaydım. Tekrar nefes alarak çabucak kâğıtlarımı derledim ve üstesinden geldiğim zorlu başarının verdiği sevinçle paltomu sakince giymek üzere kürsüden uzaklaştım.” 10 26 Temmuz 2018 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle