Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
>> (...) Geceleri kocası kahveye çıkardı Yalnız bırakıp Dürdaneciği. O hanım kadın, o annesinin bir taneciği Hoyrat ellerde körpe karanfil Pencerelerde sardunyalar gibi yalnız Kocası kahvede o evde Alışmışlardı...” Aslında ilk iki “şiir” de hece ölçüsü dikkate alınarak yazılmış: “Firuze”de 12’li ölçü kullanılırken “Fahriye Abla” 13’lü ölçüye dayanıyor. Dahası kimi bakımdan “Firuze” “Fahriye Abla”dan daha fazla “şiir:” Her iki şiiri imge yükü açısından ele alırsak en yüklü iki dizenin de Firuze’de olduğunu görürüz. “Üzüm buğusu gibisin sen Firuze” ve “Acelen ne bekle Firuze.” Diğer taraftan “Firuze”deki kadın imgesi, Turgut Uyar’ın Dürdaneciğine melodramatik bakımdan değilse de hüznü, sessizliği yani bütün bir romantikliği bakımından ne kadar da yakın! Özellikle “üzüm buğusu gibi” olan Firuze ile “hoyrat ellerde körpe karanfil” Dürdaneciğin birbiriyle dertleştikleri o resmi göremiyor musunuz? Üstelik bu resimde Firuze Uyarcılar sinirlenmesin ama Dürdanecik’ten daha imge yüklü olarak yer almıyor mu? Aşağıdaki dizeler ise “Değer mi”den: “Bir rüya görür gibi seninle bulutlara uçtuğumda Bir ateş yakar beni sevginle tutuştuğumu sanırdım Yağmur olup damla damla öperdim öperdim dudaklarından Bir nehir gibi çağlar akardım akardım damarlarından”. Dizelerdeki şiir yükünü görmemek olası mı? Lafı getirmek istediğim yer tam da burası. Şiir dili her zaman zihnimizdeki bir şair imgesine içkin değil. Geçenlerde bir televizyon programındaki mülakatında Aysel Gürel yalnızlığından bahsediyordu. Hayatı boyunca yalnız yaşamış, yatağının başucunda kalemkâğıt hazır bekliyormuş. Olur da aklına bir dize gelirse hemen kalkıp yazıveriyormuş. Yalnızlıksa işte yalnızlık. Aradaki tek fark birisinin kendisini popüler kültürün bir ajanı kılması, diğerlerinin ise muhalifliklerini sürdürmesi mi sadece? Eğer öyleyse bu Aysel Gürel’e ve onun nezdinde popüler kültüre haksızlık ettiğimiz anlamına geliyor. Çünkü popüler kültürün şiirden bu kadar kopuk olduğunu kim iddia edebilir ki? Madem şiir olan şey, bir biçimde, en azından dil alanında muhaliftir, öyleyse birçok söz yazarı gibi fakat hepsinden daha fazla olmak üzere Aysel Gürel popüler kültürü besleyen dizeleriyle “sistemi içeriden yıkıyor.” Dahası Aysel Gürel zaten pek çok bakımdan popüler kültüre dâhil edilemeyecek kadar da aykırı birisi. Bunu giyiminden kuşamına, hâlinden tavrına kadar her şeyinde kendisini açık eden o muhteşem umursamazlığında görmek mümkün. HER ZAMAN HAZIR KÂĞITKALEM Şairin bir kaderi varsa ve bu kader daha çok gönüllü bir sürgünlükse Aysel Gürel’in patlayan flaşlar ve sürekli Sappho’dan Aysel Gürel’e kadın ve şair ATAOL BEHRAMOĞLU A ysel Gürel hakkındaki yazıma yukarıdaki başlığı seçmemin nedeni öncelikle ve kuşkusuz ikisinin de kadın ve şair olmasıyla ilgili. Fakat neden sanki sadece bu değil? Sanki gizli bir bağ duyumsuyordum bu iki kadın ve şair arasında. Bir süredir Aysel Gürel’in toplu şiirlerini özel bir dikkatle okuyorum. Sappho’nun şiiri ve yaşamı hakkında da bildiklerim vardı kuşkusuz. Fakat bu hayata ve şiire de özel bir dikkatle baktığımda, MÖ 6. yüzyılda (yaklaşık olarak 630580 yılları) bu Lesbos’lu (Midilli) şairle 2021. yüzyılın (19292008) Türk şairi arasında gerçekten de ilginç benzerlikler olduğunu gördüm. En sonra söylenebileceği en başta söylersem; bu benzerliklerin en önemlisi, gözü peklik, sözünü sakınmazlık, içinden geleni duraksamaksızın söylemektir. Hele konu aşksa... İki şairden birer örnekle başlayalım: “Git artık odana Yatağına gir Usulca sev, okşa erkeğini” “Kal gecenin yarısı gitme olmaz mı Diz çöküp birbirimize âşık olalım Kal kıvılcımı söndürme yangın olalım.” İlk örnek Sappho’nun tamamı bugünlere ulaşmayan bir şiirinden. Gerdek gecesinde geline bir öğüt bu... Sonraki dizeler Aysel Gürel’in bir aşk şiirinden. Aynı sesleniş tonu. Aynı tutku. Tensel olana aynı güven ve bağlanış... Sappho’nun günümüze ulaşan çok az şiiri var ne yazık ki. Buna karşılık şiirleri uzun bir emek sonucu derlenerek topluca yayımlanmakla Aysel Gürel şiiri okura ulaşmış oluyor. Bu şiirler içinde aşk konulu olanlar başlıca yeri tutmakta. Aysel Gürel’in çeşitli hece ölçülerini ustalıkla kullandığını, hece şiirimizin genellikle lirik örneklerini severek, içselleştirerek okumuş olduğunu görüyoruz. Kolayına bir aşk değil Aysel Gürel’in beklediği. Âşık adayına, onunla belki daha karşılaşmadan, beklentilerini sıralıyor ‘Kalbimin Telleri’nde: “Şarkı gibi sözlerle kalbime giremezsin Bir şarkıyı yaşayıp yazanlardan olmazsan Bir yalancı öpüşle benimsin diyemezsin Kalbimin tellerini kıpırdatıp çalmazsan Gece yıldız isterim saçıma takmak için Sevdalı göz isterim içinde uçmak için Bir de rüzgâr isterim peşinden koşmak için Benimle koşmalısın yarı yolda kalmazsan Bazen gül yaprağında güllerle sevişirim Bazen buluttan geçer yağmur olur gelirim Bazen kar tanesiyim bir nefeste eririm Daha karşılaşmadık biraz daha var zaman” Bu seçicilik, açık sözlülük, Sappho’da çıkıyor karşımıza. O da şöyle sesleniyor kendinden daha genç âşığına: “Elbet seviyorum seni Ama sen beni seviyorsan, Genç bir kadınla evlen. Nasıl katlanırım birlikte yaşamaya, Kendimden genç biriyle?” İki şair de hem kadın hem şair olduğu için özgüvenli ve gururlu. Sappho’yu dinleyelim: “Yakındığım yok, Bir düş değildi esin perilerinin Bana bağışladıkları zenginlik. Ben ölsem de adım hiç unutulmayacak. Belki de unutursun sen beni. Ama bil ki, gelecek günlerde, Birtakım insanlar anacak beni.” Aysel Gürel ise kuşkusuz kendini de katarak şöyle diyor ‘Şair’ adlı şiirinde: “Ruhunda duygular öyle güzel ki Sen etten kemikten değilsin şair Asırlar boyunca yaşarsın bil ki Sen her güzellikten güzelsin şair Çiçeğin beyazı bulutun akı Geçtiğin her yolda bin zafer takı Kapansın dünyaya gözünün akı Aldırma sen zaten ezelsin şair Her âşık kalbinde seni duyacak Her sarkan nabzımda seni sunacak Olmaz denen şeyler bir gün olacak Dünyaya yeniden gelirsin şair En güzel sevdayı yaşayan sensin Kim hain diyorsa böyledir bilsin Sana ağlayanlar yaşını silsin Ölüme gülerek gidersin şair.” Sözü Aysel Gürel’le sürdürelim... Kadın ve sorunları çokça yer tutuyor şiirlerinde. ‘Bir Genç Kız Yetişiyor’, ‘Bir Kadın’, ‘Ünzile’, ‘Genelev’ bunlardan bazıları. Çocuk, çocuğa sevgi, başlıca duygu alanlarından bir başkası... ‘Çikolata Yememiş Çocuk’ gibi. Yoksulluk, adaletsizlik, yoksul insanlar... ‘Kiralık Odalar I ve II’, senaryo olabilecek ayrıntılarıyla iki uzun şiir. Savaşa, kıyıma karşı çarpan bir yürek: ‘Ölüm Aşk Gibidir/Bosna’. Akdenizli Aysel Gürel’in ‘Akdeniz/ Barış Şiiri’i ise ondan öteki Akdenizliye, Sappho’ya, selam olsun: “Rodos’u düşün uyu SaintJean şövalyelerini Malta taşından ahuları Zakkum çiçeklerin bağrında Akdeniz meltemlerini Rüyam Akdeniz olsun Yakamozlar ışığım Sen Akdeniz’i söyle Akdeniz koksun şarkıların Mermerlerde efsaneler üşümüş Sen yorganı çek üstüne Bir ejderha başlı tekne Sulardan aksın düşüne Gecen Akdeniz olsun Kor yıldızlar yumağın Sen Akdeniz’i doku Sulara dalsın avuçların Dalgalarda defineler çürümüş Sen şarkıyı sür diline O sulardan esmemeli Barıştan başka düşünce”. n gülümseyen yüzünün arkasında da bir şairin sürgünlüğünün olduğu açık. Görünüşün çok şey, kimi zaman “her şey” olduğu bir toplumda şiir sevenlerin kıymet verdiği sürgünlük hâlinin kendisini görünüşün ötesinde de gösterebileceğini görmemiz gerekiyor. Bu durumda “Ben nerdeysem yalnızlığın başkenti orası” diyen şairle, başucunda yakaladığı imgeleri yazmak için kâğıtkalemi hazır tutan, “Ünzile insan dölü, on kardeş beşi ölü” gibi modernist şiirde bile kolay rastlanmayacak bir mısrayı yazabilen “söz yazarı” arasında pek de bir fark yok sürgünlük açısından. İkinci Yeni’nin büyük şairlerinin; Turgut Uyar’ın, Cemal Süreya’nın ve Edip Cansever’in şiir kitaplarındaki fotoğraflarını bir an gözünüzün önüne getirin. Saçları hafifçe seyrelmiş, birinin elinde “cigara” ama hepsi bizi bir yerlere çekmek isteyen bakışlarla objektiflere bakıyor. Bir yandan da Ayselimiz Gürelimiz’in pastel saçları, ağır makyajı, pembe gözlükleri ve püsküllü kıyafetleriyle objektiflere fırlattığı o “cartlak” bakışı anımsayın. İlk fotoğraflarla son fotoğraf arasında aslında “şairlik” bakı mından o kadar da büyük bir fark yok. Şimdi siz söyleyin; bu ülkede İsmet Özel şair de Aysel Gürel değil mi? n Ne Kavgam Bitti Ne Sevdam / Aysel Gürel / Tekin Yayınevi / 272 s. (*) Boğaziçi Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. (1) İlhan Berk, Logos (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2017), s. 13. (2) Cemal Süreya, “Göçebe”, Sevda Sözleri (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001), s. 61. KITAP 1329 Mart 2018