Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Selim İleri, sanattan güzellediklerini taşkın birikimiyle sebil hâlinde sunan büyük yazın ustası… Onun son birkaç yıl içindeki söyleşilerinden aktaracağım düşüncelere göz atarak girelim gelin yazıya… Melisa Bulut’la söyleşisinde diyor: “Önümüzde serili olan gerçeği daha estetik bir duyuşa dönüştürebilmek için yalanlar gerekli. Ancak her ne kadar gerçeklikten yola çıkılsa da gerçeğin kendisi kadar derinini yakalamak mümkün olmuyor” (Cumhuriyet Kitap, 25.5.2017, Sayı: 1423). Ferhan Bayır’la yaptığı söyleşide farklı bir açılım da getiriyor: “…[H]âlâ kafamdaki inanç ülkü açısından baktığımız vakit, sanatın kurtarıcı olduğuna bütün kalbimle inanıyorum ama bunun böyle olabilmesi için insanların yaşam biçimlerinin, imkânlarının çok daha gelişkin olması lazım” (Aydınlık Kitap, 30.6.2017, Sayı: 269). Turhan GünayEray Ak ikilisiyle söyleşisindeyse sorunsala bir başka açıdan yaklaşıyor: “Çok değerli, çok büyük bir romanımız, roman birikimimiz var bence bizim. Hepsi kaybolup gitmiş (…) Bir de okumayan bir toplumuz zaten. Bunu görüyorsunuz.” “Bir okur gözlemiyle şunu söyleyebilirim: Türk romanına sevgisiz yaklaşılmış. Hep bir yukarıdan bakış var. Bu tabii çok zararına olmuş edebiyatımızın” (Cumhuriyet Kitap, 9.4.2015, Sayı: 1312). Burcu Aktaş’la söyleşisinde sürdürüyor konuyu: “Baktığınız vakit bütün bu kadar emeğe rağmen derinlemesine bir roman okuru oluşmamış. Genelde bizde roman beğenilmez. ‘Türk romanı eksiktir, Batı’dan alınmıştır’ gibi birtakım iddialar var. Ben de tam tersini düşünüyorum. Türkiye’de asıl eksik olan yüksek düzeyde roman okurudur” (Radikal Kitap, 3.4.2015, Sayı: 733). Bu sözlerin ardından şimdi Selim İleri maratonuna geçebiliriz. msaslankara@hotmail.com.tr www.sadikaslankara.com Selim İleri; yazınsal bir maraton... Selim İleri, yazınımızın en özgün kalemlerinden. Öykü, roman veriminde sinemadan tiyatroya, operadan baleye, müzikten resme sanatın türlerinde gezinirken anıları, karşılaştırmalarıyla İstanbul’u da yeniden kuruyor ışınsal meteor olarak. YAZINIMIZDA YOL GÖSTERİCİ… Selim İleri maratonundaki son evre: Sona Ermek (Everest, 2017). Romanda, anlatıcı yazar, yıllar önce başlayıp da öylece bıraktığı anlatısına dönerken âdeta bir yaşdönümü karabasanıyla boğuşur sürekli. Bu arada yaşamını sorgular, yazınımıza dönük soru uçları, kendisiyle ilgili çakışmalarla bu alanları süpürür bir bakıma. Bu nedenle bir acının iç içe bin biçimle örüldüğü roman Sona Ermek. Yazınsal birikimle paylaşılan kederli bir nektar. Anlatıcı yazarın, farklı biçem yaratmak için aranıp koşarken, hatta hah yakaladım, derken yaşlanmaya giden merdivenlerin önünde, basamakları çıkmak üzereyken tam, gücü yetmezleşmiş halde kalakalışına yaktığı ağıt… Asla melodrama kaymadan ama yazınsal emekle çalkanıp burgaçlanan bir tragedik çabayı vurgulamayı savsaklamadan bütün ömre yayılmış roman ormanı. Buna bakarak yapıtın denemeye göz kırptığını söyleyenler çıkabilir. Anlatıcı, cinlikle, hatta yer yer hınzırca ürettiği sorularla yazınımızı hallaç pamuğu gibi atarken buna değgin kimi ipuçları yakalanabilir belki ama yapıt, kendi üzerine kıvrılarak farklı laytmotifler eşliğinde kendisini yok etmeye yönelmiş anlatıcının avuç içi vaha bulabilmek amacıyla çöllere savruluşu, yanıp tutuşarak sürdürdüğü yolculuk serüveni aslında. Nasıl bir alaysama, nasıl kendini sarakaya alma böyle ama nasıl da iç acıtıcı. Bir “roman ormanı” almam yapıtı, boşuna değil. Öykü, deneme, eleştiri, roman uçları, farklı romanların birbirine ulanmış bölümleri, senaryolar, filmler, oyunlar, yer yer kült operalar olarak okudum, izledim, içlerinde gezindim yapıtın, pek çok yapıt çoğulluğuyla. Özgün bir ezginin eşlik ettiği sözdizimleriyle ileri yaştaki romancı için âdeta bir “requiem”. Bu çerçevede Sona Ermek, yer/yol gösterici Selim İleri’nin yazınımıza getirdiği bildirgeler toplamıyla da öne çıkıyor. Bu verilerden birkaçı şöylece özetlenebilir: 1. Yapıt, içli bir roman çığlığı, 2. Yazarlığa dönük bütünsel bir denek taşı, ÖYKÜDENLİK... Behçet Çelik; “Yolun Gölgesi” B ehçet Çelik, Kaldığımız Yer’le (Can, 2015), önceki öykü evresinden ayrıldığını enikonu sezdirmişti. Hatta Solgun Bir An (Can, 2012) adlı romanında, ilkine oranla farklı bir damar yönünde ilerlediği görülmüştü onun. İşte son öykü kitabı Yolun Gölgesi (Can, 2017), bu tutumu daha da pekiştiriyor bana göre. Elöyküsel de olsa anlatıma gerek duyulmadan kurulan, sürekli bir iç derinliğin etkisiyle yol alan anlatı, buna koşut kurulan evrendeki karakterlerin de sınırlarını çiziyor. Dilin eylemselliği, olay aktarıcılığı geri çekiliyor enikonu. Bir tür sezdirme, dokundurma, sözdizimlerinden yansıyan matematikle ortaya çıkarılan bir öyküleme bu. Koltuklarımızda oturmuş kendi mutluluğumuzu sürdürürken başkalarının yaşantılarına dokunabilmemizin önünü açan ama bunu incecik yaklaşımlarla örüntüleyen bir tutum. İçeriden dışa açılan bakış, o dış dünyanın ne denli vahşi bir cangıl olduğunu gösterirken aradaki uçurumun 3. Yazınımız üzerine seçkin bir kahırlar, kederler, unutulmuşluklar, değerbilmezlikler ansiklopedisi… “SONA ERMEK”… Selim İleri, çiçek dürbününden bakarak bize yazınsal geleceğimizle ilgili öngörüler dizgesi getiriyor sonuçta. Bir bakıyoruz görüntüler, üst üste kayıp çakışıyor, başka bir bakışla tekmiş gibi görünen çizgiler hareketleniyor, derken birbirinden sıyrılıp bambaşka kompozisyonlara bürünüyor. Selim İleri’nin, ellinci yılını kutlayacağımız ilk öykü kitabı Cumartesi Yalnızlığı’na, döneminde, kendisi de gencecik Nihat Behram, şu satırlarla yol açıklığı, esenlik dilemişti Memet Fuat’ın Yeni Dergi’sinde: “Selim İleri çok genç bir öykücü. Ama öykülerinde yaşının yerinde durmazlığı, yırtıcılığı değil de konuşmalarını içinden kendi kendine yapan, ürken, utanıveren, kaçan, yalnız, çocukluğun, eskinin anılarıyla dolaşan bir kentli insanı, kentte toplum dışına itilmiş insanı yaşıyoruz.” “Anlatımındaki içtenlik dürüstlük de İleri’ye verilecek ayrı bir iyi not” (Nisan 1969, Sayı: 55). O, yazınımızın, yaşamından gönüllü geçerek böylesine emek veren çocuğu. Onu tanımak bütün bir edebiyatı tanımak bizim için. Tek sözcükle teşekkürler Selim İleri! Bir yazarın, altından kolayca kalkamayacağı bir büyük koşu bu… Yarım yüzyıl önce yayımladığı ilk kitabının onurunu bayrak gibi taşıyabilmek kolay değil öyle. Selim İleri, yazınımızın yaşayan köşe taşı! Örnek bir maratoncu yazınımızda. Bizler görelim görmeyelim, yarınki edebiyat tarihi bunu böyle yazacak! n aşılamaz, kapanamaz bir yanını da ele veriyor aynı zamanda. Umursayan duyarlıkla, ayrıntılar tek tek anımsanırken olan biten dikkatle izlenip öyle kuruluyor öyküler. O zaman kendini merkez olarak dayatan gücün, erkenin ötekileştirip bir yerlere fırlattığı kişilerin ruhsal derinliğini, nasıl da yalnızlığa mahkum edilmeye çalışıldığını görebiliyoruz. Öyküler, işte tam bu noktada karşımıza çıkıyor, sessiz bir isyan hâlinde. Buluşup birleşen lekelerin ortaya koyduğu, kolayca bir araya geldiği, sonrasında hep birlikte haykırışla ortaya çıktığı koro; evet, isyan! n 18 14 Eylül 2017 KItap