24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

msaslankara@hotmail.com www.sadikaslankara.com Edebiyatçı meyhyaenneileyrıilyal.e.. Şair Mehmet Ali Işık’ın, ‘Hatay Restaurant’ın ellinci yıl anısı’na yayımladığı “Bizim Hatay”, şair yazar meyhanelerinin önemini belgeliyor bir kez daha. Necati Tosuner’in “Hatay bizler için bir ‘işletme’ olmaktan çıkmış, hepimizin yaşamında bir değer kazanmıştır” vurgusu da bunu yansıtıyor… D iyelim bir meyhaneye girdiniz, baktınız, yanınızdaki masada Orhan Veli oturuyor, ne yapardınız? Kırık Kadeh Sineması İftiharla Sunar (Can, 2017) adlı denemeöykü kitabında küçük İskender de soruyor bunu: “İnsan aniden Orhan Veli ile karşılaşırsa ne olur?” Şaşırmak gerekir mi peki, “[m] eyhaneler kadınıyla, erkeğiyle Orhan Veli dolu”ysa eğer… (118, 120). küçük İskender, “edebiyatçı içki ile sevgilisi arasında fark görmez” dedikten sonra, rakıyı şu satırlarla sunuyor bize: “Rakı bütün bu buluşmaları seyrediyor, kucaklaşmaları aklında tutuyor, samimiyetleri hafızasına saklıyor. Çünkü bir gün bunlar hepimize lazım olacak. Çünkü insanların birlikte eğlenmesi, birlikte yaşamaktan zevk alması hepimize bir gün lazım olacak. Bunun farkında rakı” (13, 35). Yine küçük İskender’in sözleriyle taçlandırabiliriz meyhaneleri: “Bütün meyhanelerin pencerelerinden çocukluğunuz görünür.” “Bütün meyhanelerin pencerelerinden gitmeyi istediğiniz şehirler görünür.” “Bütün meyhanelerin pencerelerinden kavuşmayı beklediğiniz sevgili görünür.” “Bütün meyhanelerin pencerelerinden özgürlük rüzgârlarının at koşturduğu ülkeniz görünür.” “Bütün meyhanelerin pencerelerinden bütün insanların hüzünleri, sevinçleri görünür.” “Cam kenarı can kenarıdır” (80, 81, 82). Cam kenarı, ister istemez Cemil Kavukçu’yu anımsatıyor. Onun anlatı karakterleri de hep pencere önünde, cam kenarında oturmayı yeğler. Cemil, meyhaneleribirahaneleri, burada süregiden yaşamla, bu yaşamda iç yüzleri pek bilinemeyen karakterleriyle yazınımıza çok farklı bir katman kazandırmış oldu. Cemil’in kimi meyhanebirahane müdavimleri entelektüel yapıda olsa da bunu örtük tutan kişiler. Çoğun farklı kökenlerden gelen, bireyseltoplumsal derin sorunlarla boğuşan halktan karakterler olarak görünüyor bunlar. Oysa Sait Faik öykülerinde bu tür halktan insanlar, rindane tutumla ama yazarın bakışıyla yansıtılır. Aynı durum onun gibi şair öykücü Cahit Sıtkı’nın, Yusuf Atılgan’ın öykülerinde de görünüyor. Sıkı bir denetim kendini uçtan uca sezdirir bu öykülerde. Anlatıcılar kendilerine dıştan bakar. Bu, 1940 Kuşağı şair yazarlarının meyhanede otururken bile yan masada kendilerini siyasi polisin dinleyebileceği olasılığının yol açtığı iç baskıdan Şair yazarlar için bütün meyhaneler okul, işte Mehmet Ali Işık’ın “Bizim Hatay”ı... kaynaklanmış olabilir. Ancak meyhanelerin, yanı sıra sanatçı kahvehanelerinin ülkemizde bütün sanatsal hareketleri, hatta farklı eğilimlerle yönsemeleri beslediği de söylenebilir. Bu olgu, 1940 toplumcu gerçekçi okulundan başlayıp 1950 Kuşağı öykücüleriyle ikinci yeni hareketine uzanan, buradan 1980 sonrasında yeniden biçimlenip şekillenmiş görünen yazınımızda da kendisine hep bu yönde bir alüvyonal toprak oluşturmuş görünüyor. “HATAY”IN GEÇİT TÖRENİ… İşte Mehmet Ali Işık’ın Bizim Hatay’ı (Artshop, 2017), bir bakıma bunu destekler nitelikte yansıttığı anlatısal, görsel örneklerle ilginç panorama sunuyor bir bakıma. Ancak “Hatay”, özgürlükçü 1961 Anayasası’nın estirdiği o demokratik toplum ortamında daha çok “edebiyat mahfili” konumu yansıtıp geleneğin aktarıcısı olarak kaldı belki o kadar. Nitekim Necati Tosuner, “Hatay”ın bundan sonraki işlevini geleneğin bu yönde sağlıklı biçimde aktarılması bağlamında alıyor: “Bu birikimin anısını önemseyecek ve buna değer verecek gençlere, benden selam olsun!” Bu önemli yapıta farklı katkılar koyan Semih Poroy’a, editör Vedat AkdamarKadir İncesu ikilisine, redaksiyonda İsmail Biçer’e de teşekkür etmek gerek. Buradan kalkarak edebiyatımızın seyir haritasını izleyebilmek için özetle yazar, şair meyhanelerinin takipte tutulması zorunlu o hâlde. ANKARA MEYHANELERİ… İstanbul meyhanelerini gereğince tanıdığımı söyleyemem. Ama 1960 sonlarından 1970 sonlarına dek on yılı aşkın süre boyunca Ankara meyhanelerini dolaştığımı, ötesinde alabildiğine koygun meyhane gediklisi olarak akşamları sabahlara uladığımı söylemekten de çekinmeyeceğim. “Kürdün Meyhanesi”ni Fahir Aksoy’un Dost’ta yayımladığı anı yazılarından biliyordum ama ben tanığımda 1940’larla 1950’lerdeki havasından iz yoktu artık. Edebiyatçının kattığı gizemli hava da alabildiğine yakışıyor demek ki meyhaneye. Orhan Veli, işte bu gizemin de simgesi kuşkusuz. Yazarlık yolunda delikanlı olarak Kürdün Meyhanesi’ne, Mehmed Kemal’in “Kalem”ine, Buhara’ya, Tavukçu’ya, Çölün İskelesi’ne girip çıkmak alışkanlıktı o yıllar benim için. Ama soluk alıp vererek yaşamına tanıklık yaptığım meyhaneler Ünal İnanç’ın işlettiği, sonradan Ahmet Nihat Savaş’ın sürdürdüğü Sanço Panço’yla İlhan Altıntaş’ın işletip yönettiği, âdeta bir “okul meyhane”ye dönüşen Dostça oldu o upuzun süren gençlik yıllarım boyunca. Ankara, tiyatrosu, sanat ortamı, meyhanesi bol nasıl bereketli kentti öyle. Hoş şair yazarlar için bütün meyhaneler okul, memleket için de… O hâlde buyrun efendim yılbaşı meyhanelerine. n ÖYKÜDENLİK... Hasan Ali Toptaş; “Gecenin Gecesi”… Y üksek düzeydeki yazarlık hüneri, son yıllarda geniş okur kitlelerinde de karşılık bulan, bu doğrultuda her geçen gün okur sayısı artan Hasan Ali Toptaş, yeni bir öykü demetiyle daha merhaba dedi: Gecenin Gecesi (Everest, 2017)… Hasan Ali’nin ilk kitabı bir öyküler toplamıydı: Bir Gülüşün Kimliği (İz, 1987). Bu hesapla kitaplı yazarlığının da otuzuncu yılını devirmiş görünüyor Toptaş, yeni yılla birlikte. Nedense onun bugüne dek yayımladığı her roman üzerine kalem oynattım da öykülerine yönelik toplu bakış getiren bir yazıya girişmedim. Oysa okumadığım öyküsü yok onun. Nitekim ilk kitabın ardından öykücülüğünü sürdürdü yazar: Yoklar Fısıltısı (Yazıt, 1990), Ölü Zaman Gezginleri (1993). Diyeceğim üzerinde önemle durulması gereken öykücülerimizden biri de o. Ancak Toptaş, beş altı yıl sonra romana döndü, sürdürdüğü yolculukta art arda verimlediği romanlarla öylesine geniş, hatta örgün ilgi gördü ki, öyküde varlığı, roman penceresinden bakışının yansıması oldu bir çalım. Bu bağlamda ilk evrede yayımladığı üç kitabındaki öyküleriyle kendine geniş yatak açmışken öykücülüğümüzün önemli adıyken romancılığımızın kalıcı adı olarak anılmaya başladıktan sonra kısa öyküyle bağı görece gevşedi sanki. Bir açıdan ilk dönem romanları, öykücülüğünün etkisindeydi belki daha çok, yayımladığı son dönem öyküleri ise romanlarından izler süren örnekler hâlinde görünüyor kanımca. İşte Gecenin Gecesi, bunu ele veriyor aynı zamanda. Gerçekten de ilk dönem verim örneklerinde öyküye özgü kapsanık dilmantık yapısıyla kalem oynatırken son öyküler toplamında daha çok romandaki kapsayıcı dilmantık yapısının baskın hâle geldiği gözlenebiliyor. Ama ne gam. Hasan Ali Toptaş metni, bütün zamanlarda okunmaya layık kalem oynatmalar. Bu yapıtındaki öyküler de öyle tabii. n Bir özel not: Otuz beş yıldır göremediğim Sanço Panço’nun son işletmecisi Ahmet Nihat Savaş dostuma onca uğraşıma karşın ulaşamıyorum bir türlü. Nerelerdesin Nihat kardeşim, bir ses verir misin lütfen? 14 28 Aralık 2017 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle