Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
>> Jones’un çalışması, ilk olarak savaş döneminde konuştuğu çocukları ve gençleri tanıtıyor bize. Ardından yıllar sonra onları yeniden buluşuna rastlıyoruz ve üzerinden seneler geçtikten sonra onların savaşa nasıl baktığını ve çatışmaların üzerlerinde bıraktığı etkileri konuşuyor yazar bugünün yetişkinleriyle. Jones, eline silah alma ihtimali bulunmayan insanların hayatta kalmak, kimilerinin de günün koşullarına kapıldığı için çatıştığı, trajik ve absürt bir savaşa dair kimle konuşsa 1990’larda olup bitene ilişkin duyduğu ilk şey, yaşananları anlamlandıramama ve kaygı. Evet, o dönem bir gerilim vardı ama çocukların dilindeki “Neden?” kilit soruydu: Bugüne dek bir arada yaşamış halklar neden savaşmaya başladı? Ülkemiz neden güvensiz bir yer oldu? İnsanlar neden öldürülüyor?.. Erözden’in insanlığa karşı işlenen suçlar diye kategorize ettiklerinin tanığı olan gençlerle görüşen Jones’un notları, 1990’ların başında kısa sürede hem birbirine düşen hem de hayatı için endişelenenlerle yüzleştiriyor bizi. Çatışmacı siyasetin ve ayrıştırıcı söylemin acısını çeken halkları anlatırken Jones da konunun psikolojik ve sözlü tarih kısmına yoğunlaşıyor; hatıralar, o dönem hiçbir sınırın kalmadığı, vicdanın örselendiği ve nobranlığın hâkim olduğunu gösteriyor: Yakılıp yıkılan evler, baskınlar, keskin nişancıların üzerine ateş açtığı insanlar, boş fabrikaların depolarında makineli tüfeklerle ve el bombalarıyla öldürülenler, cinsel şiddete maruz kalan ve göçe zorlananlar... Tito’nun, İkinci Dünya Savaşı sonrası dillendirdiği ve bazı grupların zoraki katıldığı “kardeşlik ve birlik” söylemi, 1980’lerin ortalarında sallanmaya başlayıp 1991’den itibaren tarihe karışırken etnik ayırımcılık her şeyin üzerine çıkıyor. “EZELİ DÜŞMANLAR YARATAN SAVAŞ” Savaş sırasındaki gerginlik, çatışmaların bitimiyle yerini depresyona bırakınca baş edilmesi gereken yeni sorunların varlığına; kötü hatıraların bellekten kovulma isteğine ilişkin zorlu bir sürece girildiğine işaret ediyor Jones. Bu depresif hâle, savaştan miras kalan öfke nöbetleri ve yeniden çatışma çıkma olasılığından doğan kaygı da ekleniyor. Politikacıların sürekli konuşmasına karşın halkların genellikle suskun kalışı, mevcut problemlerin tam anlamıyla üstesinden gelmeyi engellediği ortamda kendisini güvende hissetmeyenlerin fazlalığı dikkat çekici. Hepsinin yanında, coğrafyada kol gezen adaletsizliği veya ağır işleyen hukuki süreci değiştirip neden savaş çıktığını anlamak isteyenler de var. Jones’un şu yorumu önemli: “Ezeli düşmanlıklardan doğma ihtimali çok uzak olan bu savaş, aslında ezeli düşmanlar yaratmıştı.” Yazarın konuştuğu gençlerin hatırladığı ve hatırlattığı da bu zaten. Bir başka sorun yine geçmişi anlamlandırma ve geleceği inşa etmeyle ilgili: 1990’ların sonundan itibaren neredeyse kimse hangi ülkede yaşadığını ve bu ülkelerin sınırlarını kavrayamıyor. Savaşın yarattığı ruhsal, sosyal ve kültürel tahribattan türeyen öfkelerin bir çatışma ihtimali doğurması ise 2000’lerin başındaki olmasa bile bugün hâlâ canlı. Çoğunluğun algısı, savaşın fitilinin Sırpların yalnız yaşama isteğiyle ateşlendiği yönünde. Ancak 19911995 arası yaşananlar, eski Yugoslavya coğrafyasında birlikte yaşama kültürünü sekteye uğratırken suçun ve suçlunun sınırları da bulanıklaşıyor. Jones’un konuştuğu on beş yaşındaki bir kız, “savaşı isteyenler insan değil, insan görünümlüydü” diyor. Bu savaş ise gerçeklerin üzerini örten, bilgiyi kanaatlerle çarpıtan mitler üretilmesine neden olurken Erözden’in bahsettiği “kolektif mağduriyet”e ve “kolektif failliğe”; uğranan ya da uğrandığı iddia edilen “haksızlığa” dair bazı gerçek dışı hikâyelerin ve “kahramanlık destanları”nın yaratılmasına kapı araladı. Aynı şekilde aidiyet ve güvenle ilgili ikircikli hâllerle birlikte tanık olunan cinayetlerden doğan kaygıları da belirliyor Jones: Suçlamalar, önyargılar ve politikacıların manipülasyonlarından etkilenerek yapılan özcü açıklamalar da bu kaygıları canlı tutan başka etkenler. Bu yüzden geçmişi unutmaya çalışanlar ve her şeyi en ince ayrıntısına kadar hatırlamaya uğraşanların bulunduğu bir coğrafya hâline geliyor eski Yugoslavya toprakları. Bir de orada, “başkasını kendine karşı savunmak için cesaret ve insaniyete ihtiyaç duyanlar” ile çoğunluğu kurbana dönüştüren bazı failler bulunduğunu düşünenler yaşıyor. “MİLLİYETÇİLİK EMZİRİLEN” ÇOCUKLAR Eski Yugoslavya coğrafyasındakilerin büyük çoğunluğunun kafası karışık; Jones’a göre bunlardan bazısı anılarından vazgeçmiyor bazısı uzlaşmaktan yana değil bazısı da eskiden olduğu gibi bir arada yaşamayı istiyor ama bunun nasıl gerçekleşeceğini bilmiyor, daha doğrusu olup olmayacağını... Hepsini topladığımızda ortaya kronik bir anksiyete çıkıyor. İnsanların gergin olmasının bir diğer sebebi ise hakikatin tüm çıplaklığıyla belirlenme beklentisi. Şimdilerde devam eden ve bazıları sonuçlanan uluslararası yargılamalar zaten bu amaçla yapılıyor. Erözden’in, çalışmasında altını çizdiği temel meselelerden biri bu. Fakat bunu aksatan bir gerçeği, Jones’un konuştuğu Narcisa açıklıyor: “Çocuğunuzu doğunca milliyetçilikle emziriyorsunuz. Çocuklarımı böyle yetiştirmemeye çalışıyorum ama hâlâ eski hikâyeleri öğretiyoruz.” Yakın geçmişin yükünü sırtında taşıyanların yaşadığı eski Yugoslavya topraklarında Jones, konuştuğu herkesin hayata bir şekilde sarıldığını, kimsenin kimseye şahsi düşmanlık beslemediğini ve yaşamını biraz daha iyi sürdürmek için ekonomik olanakların arttırılmasını istediğini fark ediyor. Etnik kimliklerin, dinin ve siyasetin, insan hayatı söz konusu olduğunda pek önemi kalmadığını deneyimlemiş bir yer eski Yugoslavya coğrafyası. Erözden’in, vuranları ve yargılananları (Miloseviç, Karadziç, Mladiç, Praljak vd.) anlattığı Geçmişle Yüzleşme ve Ceza Adaleti: Yugoslavya Deneyimi adlı kitabı ile Jones’un vurulanları ve söküp atılamayan travmalarıyla yaşayanları (Narcisa, Samir, Fikreta, Helena, Sara vd.) bizimle yüzleştirdiği Ve Sonra Ateş Etmeye Başladılar isimli çalışmasının birleştiği nokta adalet ve huzur arzusu. Yakın geçmişte yaşananların, gelecekte (hiçbir yerde) tekrar etmemesi için Erözden’in anlattıkları ve Jones’un yaptığı görüşmelerde ortaya çıkanların düşünülüp anlaşılması hayli önemli. n Geçmişle Yüzleşme ve Ceza Adaleti: Yugoslavya Deneyimi / Ozan Erözden / Dost Kitabevi / 264 s. Ve Sonra Ateş Etmeye Başladılar / Lynne Jones / Çeviren: Ezgi Başer / hep kitap / 400 s. KITAP 1128 Aralık 2017 “Her hayat bir yerinden kırılırmış.” Öykü | 216 Sayfa | Karton Kapak | 18 TL Feryal Tilmaç MevtTek Hecelik Uyku’da sakin ama yakıcı, derin ama yalın bir dille insanlık hallerine ayna tutuyor. /ithakiyayinlari /ithakiyayinlari /ithakiyayinlari İnternet Satış: www.ilknokta.com www.ithaki.com.tr