Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
FİGEN ŞAKACI’DAN “HAYRİYE HANIM’I KİM ÇALDI?” ‘Büyümek matah bir şey değil’ “Bitirgen”den sonra gelen “Pala Hayriye”de epeyce kendini bulan ‘delibozuk’, ne dünyaya ne sisteme sığan kadınlar, Figen Şakacı’nın üçlemenin son kitabı “Hayriye Hanım’ı Kim Çaldı?”da yaşlılıklarını görmeye hazırlansınlar. Şakacı bir kadının ömrünü anlatıyor. Hüznü ve çılgın neşesiyle... NAZAN ÖZCAN nozcan@cumhuriyet.com.tr Ü çleme olduğu için son kitaptan da diğer ikisi gibi Hayriye’nin başrol olmasını bekliyorduk. Evet kahraman yine Hayriye ama kayıp bir kahraman. Kitapta sadece yazdıkları ve söyledikleriyle var. Esas kahraman Rüya gibi. Nereye gitti Hayriye Hanım? n Bu sorunun cevabını Hayriye’nin ağzından anlatılan mektupların ve metinlerin izini süren okura bırakmak isterim. Ben cevaplarsam katil uşak demiş olurum çünkü. Bir de “kayıp kahraman” fikrine kapıldım sanırım. Bazen kahramanlara tutunursunuz bazen hikâyelere çekilirsiniz. Kayıp bir kahramanı (belki de karakteri demek daha doğru, çünkü Hayriye Hanım kendinden kahraman diye bahsedildiğini duysa mabadıyla gülerdi) aramak, yazmak konusunda beni iştahlandırdı. n Gerçekten Hayriye Hanım’ı kim ve neden çaldı? n İçinden geçtiğimiz bu linç çağında her birimizden ne çalındıysa, neleri kaybettiysek, Hayriye Hanım’ı çalanları da orada aramak gerekir. n Neden Hayriye’nin son dönemini Rüya’nın ve tanıdıklarının gözünden anlatmak istediniz? n Aslında yazmaya ilk başladığımda Hayriye Hanım benimleydi, sonra birden ortadan kayboldu ve ben bir gecede bütün yazdıklarımı sildim. Bir süre ara verdim, onu aramakla, Rüya’yı yeniden tanımakla ilgilendim ve yazmaya da yeniden başladım. Daha Bitirgen’i yazmadan her kitabın kendi içinde ayrı bir dili, dünyası olsun istiyordum. Ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Rüya’yı yıllar sonra ülkeye döndürürsem, yılların karakterlerimden ve memleketten neler çaldığını, götürdü ğünü daha iyi anlatacağıma yazdıkça inandım. n “Ömrüm büyümenin büyüsüne kapılarak ama bir o kadar da büyümeme inadıyla geçti” diyorsunuz. Üçüncü kitap büyüme kitabı mı, yoksa büyümeme kitabı mı? n Üç kitaba birden bakarak sorunuza cevap vereyim. Daha çocukluktan başlayarak ele aldığım mesele büyümek evet. Ama üçlemenin sonunda büyümenin o kadar da matah bir şey olmadığını, içimize düşen kurtların yıllar içinde bizi yiyip kuruttuğunu yazdıkça, yaşadıkça daha iyi anladım. Zamanla daha güvensiz, daha tekinsiz ya da daha temkinli, daha kuşkucu insanlar olduğumuzu önce kendimize itiraf edersek belki varoluşumuzu mıhladığımız kaidelerimizi biraz olsun sarsabiliriz. Kendi gibi olmak, aslına uygun davranmak ancak özyıkımla, yeniden inşayla mümkün olabilir bence. Benlik dediğimiz şey, adımızın önüne koyduğumuz, böbürlendiğimiz sıfatlardan ibaret değil sonuçta. Üstelik o sıfatlar bizi daha iyi bir insan yapmıyor. Olsa olsa daha önemli hâle getiriyor ve değerli olmak değerini yitirmeye başlıyor. Herkes bir an önce önemli olmak derdinde. Bu hâl beni de, Hayriye Hanım’ı da fena bozuyor! Büyüdükçe “bir şey” oluyoruz ve o şeye uygun yaşayarak, şeyleşip gidiyoruz. Oysa insan en ham hâliyle hayvanlığından ödün vermemeli! n Kitabın ruhunda yaşlılık çok derinden yer almış. Siz aslında genç bir yazarsınız, yaşlılıkla ilgili bu kurgu nasıl oluştu? Ayrıca yalnızlık edebiyatta çok kullanılır ama yaşlılık o kadar da teveccüh görmez. Siz yaşlılıkta ne gördünüz? n Çocukken bir masanın altına saklanır ya da uyuyor numarası yapar büyüklerin laflarını dinlerdim. Çoğunlukla hastalıktan bahsedilir ya da birilerinin dedikodusu yapılırdı. İnsan büyüyünce kötü oluyor, o yüzden de kötü kötü konuşuyor diye düşünürdüm. Büyüdüm de ne oldu, hâlâ aynı fikirdeyim! Üçlemenin sonunu yaşlılığa ayırmıştım ama yaşlılıkla ihtiyarlık arasına önce kalın bir çizgi çizdim. İki arada bir derede gittim geldim yazarken. İnsan ne zaman yaşlanır, ne zaman ihtiyarlar, ne zaman yavaşlar, ne zaman tükenir, ne zaman vazgeçer, ne zaman ipi elinden hiç bırakmaz... Bu sorular çok üşüştü başıma, her birine Rüya’nın ve Hayriye’nin gözünden tek tek baktım. Yaşlıların hareketlerindeki yavaşlık, bedenlerini ve kendilerini eskisi gibi olduğuna ikna etme gayretleri, yaş aldıkça içimize yuva yapan kaygılar, bu dünyaya kazık çakacakmışız gibi hallenmeler falan bana insan olmanın zavallılığı gibi gelir hep. Ölümlü olduğumuzu bile bile içine saplandığımız hırslar, ihtiraslar, iktidar kavgaları da neyin nesi, anlamadım gitti doğrusu. Hayriye Hanım karakterinde biri de bütün bunlara burun kıvırır. O yavaşlar belki ama durmaz, sakinleşir ama susmaz, huysuzlanır, dertlenir ama mızmızlanmaz, bunları biliyordum ama neleri yitirir, bu bilgi ve duyguyla nereye varır; bu sorunun cevabını araya araya, yaza yaza kendi içinde oluştu kurgu... Bu arada gerontolojik kitaplar da okudum, ödüm koptu. “KİTAP YAZMAYI DEĞİL, YAZMAYI SEVİYORUM” n Küçük bir oyun olsun, ama soru da olsun. Siz Hayriye Hanım’a kitapta söyleşi soruları sordurmuşsunuz. Ben de birini size sorayım: “Her üç kitapta da mutlaka toplumsal olaylara yer veriyorsunuz, bunun özel bir nedeni var mı?” n Aslında bir kız çocuğunun, Bitirgen’in hayatını yazarken amacım 80’leri anlatmaktı. Bir kadının büyüme serüvenine yaşadığı toplumsallıktan bağımsız bakılamayacağını düşünüyordum çünkü. Keza Pala Hayriye için de aynı şey geçerliydi. Bu memlekette, gençliğini 90’larda geçiren, gazetecilik yapan, yazma hevesi ve heyecanıyla yaşayan bir kadına, üniversite çevresine, sol ve siyasi gündeme yakından bakmak istedim. Hayriye Hanım’ı Kim Çaldı? ise hem daha uzak hem de tam içinden geçtiğimiz zamanın ruhuna uygun olarak yazıldı. Her üç kitap da kahramanların gözünden kendi içine ve dışına bakışın romanı olma niyetini taşıyor. n Oyunda bir soru daha: “Yazarken ilhama inanır mısınız? En çok ne zamanlar ilham geliyor size? n İçimden Hayriye Hanım gibi cevap vermek geldi ama hadi tutayım kendimi... Adına ilham demek doğru mu BÜLENT ŞENGÜL Fige Şakacı, “İçinden geçtiğimiz bu linç çağında her birimizden ne çalındıysa, neleri kaybettiysek, Hayriye Hanım’ı çalanları da orada aramak gerekir,” diyor. bilmiyorum; zihnimde uzun uzun demlenmiş, kendi kıvamına gelene kadar başımın etini yemiş cümleler dilimin ucuna gelmeden yazamıyorum. İlla dürtüleceğim, illa masanın başına oturup geldiği hızda yazıp sonra duracağım. Gidip aynı cümleyi ya da hikâyeyi uykuya yatıracağım, dinlendirip karşıma alacağım... Kendi kendimin ne askeri ne memuru olabiliyorum yazarken, hep içten tepmeli bir güdüyle çalışıyorum. Hep söylüyorum, bir kez daha tekrarlayayım: Kitap yazmayı değil, yazmayı seviyorum. n Hayriye şöyle yazıyor: “Ülkem ceset kokuyor Rüya, bir seri katil önüne geleni tarıyor. Koca bir mezarlık gibi memleket. Buralarda artık kimse ecelini beklemiyor, katilini bekliyor. Ona nerede, ne zaman yakalanacağını düşünerek nasıl yaşanır, ne yazılır?” Ben tekrarlayayım, nasıl yazılıyor? n Ağlaya ağlaya, utana utana, kahrederek, öfkelenerek, delirerek.... Kursağındakini kusmayla, suskunluğunu patlamayla takas etmeden, otosansüre gönül indirmeden, korkunun başını beklemeden, durmadan ama durmadan yerini yadırgayarak... n Hayriye Hanım‘ı Kim Çaldı? / Figen Şakacı / İletişim Yayınları / 172 s. 8 5 Ekim 2017 KITAP