Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ÜSTÜNGEL ARI’DAN “Y.Ü.K.” yankı Enkİ yankienki@yahoo.com “B u kitaptaki kişi ve kurumlar tamamen hayal ürünüdür. Ben bile,” diye başlıyor Üstüngel Arı’nın yeni romanı Y.Ü.K. Bu yüzden, bir yeraltı edebiyatı yazarı olarak tanıdığımız Üstüngel Arı’nın ikinci romanında birtakım kurgu oyunlarına başvurup başvurmayacağını merak ederek başlıyoruz bu esere. Yazarın 2014’te yayımlanan ilk romanı Hikâyesi Olan Ölüler, ölüm ve intikam temalarıyla derdi olan, karanlık bir anlatıya sahipti. Sokak kültürünü konusuna yediren, popüler kültüre sık sık atıfta bulunan, Kadıköy ve Beyoğlu atmosferini solutan, bir yandan da politik göndermelere yer vermeyi başaran bir ilk romandı bu. Bu özelliklerin hepsini yeni romanda da görmek mümkün, hatta eksiği yok, fazlası var diyebiliriz. Yine aynı “yeraltı” dünyasını, insanın suçlu ve masum tarafları arasındaki kavgayı, ölme isteği ve yaşama arzusu arasında sıkışan kahramanların trajik öyküsünü anlatıyor yazar Y.Ü.K.’te. Rahatsız eden, yabani ve sert bir tarafı da var bu romanda anlatılan trajedinin. Acıma hissi ve korku iç içe geçiyor biz kahramanlara yaklaşıp içlerine girdikçe. Tek kelimeyle özetlemek gerekirse “sert” bir öykü bu. Genellikle ifade etmekten kaçındığımız, hiç olmamış gibi yaptığımız, inkâr etmeyi alışkanlık haline getirdiğimiz eylemlerle, hislerle, kararlarla dolu bir roman. Yalnızlık ve ilişkiler üzerine ama romantik değil; işkence, cinayet ve ölümle dolu ama polisiye değil; intihar arayışı ve melankoli üzerine ama istismar edebiyatı değil... Kaybedenlerin öyküsünü anlattığı için yeraltı edebiyatı diyerek kestirip atmak da yetersiz. Döneminin, neslinin, şimdi ve burada olan gerçeklerin bir anlatısı. “Sert” olmak zorunda o yüzden. Y.Ü.K. bu sertliğe kulak verip “çağdaş” derken Kral yalnız! Bir birliktelik öyküsü okuduğumuzu sandığımız anda bir yalnızlık öyküsü okuduğumuzu hatırlatıyor okuruna Üstüngel Arı romanı “Y.Ü.K.”te. Yalnızlık ülkesinin kralı Başar’ın öyküsü, ‘Kral çıplak!’ öyküsünü hatırlatıyor. korkmamamız gereken bir roman. dişti. Çünkü bir şeyler geride kalıyorsa “ZAMANI, İLERLEDİKÇE KAYBEDERDİN” bu, bazı şeylerin ilerlediği anlamına gelmeliydi. Zamanı, ilerledikçe kaybederdin. Zaman ilerledikçe kaybederdin. Kahramanımız Başar’ın hapisten Zaman sana durmuş gibi geldikçe, kay çıkmasıyla başlıyor öykü. Dokuz yıldır betmeye hiç olmadığı kadar hızlı devam içeride olan Başar, adeta zaman maki ederdin.” nesiyle geleceğe gitmiş gibi hissediyor çıktığında. Evine geri dönüp de kapıyı BİR YALNIZLIK ÖYKÜSÜ çaldığında “Kim o?” sesi yükseliyor içe Hayatın ölümden bağımsız ifade edi riden. İşte böylece asıl hikâye, Başar’ın lememesi bir klişe elbette. Dünya ede geçmişine, kimliğine yolculuğu başlı biyatında da, ister popüler örneklerde yor. Dokuz yıl öncesine dönüyoruz. Kim ister klasiklerde olsun, ölümün ve yaşa bu Başar ve başaramadığı ne? mın böyle bir ilişkiyle altüst edilmesine Yirmili yaşlarında intihar etmeye alışığız. Hayatın bir yük olarak yaşan karar veriyor kahramanımız. Tam inti ması, ölümün çok kolay bir şeymiş gibi har girişimi sırasında karşı balkondaki düşünülmesi, zamane kahramanlarının Yasemin’le tanışıyor. Yasemin, onu trajedisini gösteriyor. Çok uzun zaman intihar etmemesi için ikna etmeye ça dır aynı öyküyü anlatmaktan ve dinle lışan biri olmadığı gibi, onunla birlikte mekten bıkmadığımızı da gösteriyor bu. kendi hayatından da vazgeçebileceğini Ölüm gibi büyük bir bilinmezi, boş bir gösteriyor, çünkü hayatının bir anlama kümeyi sanki gündelik yaşamın küçük ihtiyacı olduğunu belirtmeye çalışıyor. bir ayrıntısı gibi sunmak, hayatı da Üstüngel Arı, ilk romanında olduğu gibi burada da hayatın anlamının ölümden bağımsız düşünülemeyeceğini yansıtıyor. Kendisini sürekli sorguluyor Başar. Neden yalnız bırakıldı ğını ya da neden yalnız olmayı seçtiğini çözmeye çalışıyor. Hayatını ölüm fikriyle oyalıyor sanki. “Hayatı kovalamaktan yorgun düşen insan, nasıl dur dururdu zamanı? Ölerek mi?” Tek çarenin ölüm olması ve intiharın da bir “kaybeden” ta rafından verilen bir karar olma sı, ölüm fikri ile özgürlüğü de birleştiriyor. Kaybeden bir kah ramanın başarabileceği tek bir şey var belki de: İstediği zaman ölmek. Bu da, istemediği zaman yaşamak zorunda kalan, görev icabı nefes alan birinin isyanı gibi adeta. Yazar, zaman kavra mını, ölüm ve hayat, kaybetmek ve başarmak arasında önemli bir anahtar olarak kullanıyor sıklıkla: “Sen dururdun, giden giderdi. Giden seni terk edip gittiği için sen orada durmaya devam ederdin. O, sen orada durmaya devam ettiğin kadar gitmiş olurdu; ne kadar durur san o kadar giderdi. Bu haliyle Üstüngel Arı, yine seçimleri arasında sıkışan geride bırakılmak, bir kaybe kahramanlarının trajik öyküsünü anlatıyor. dünyanın en ağır yükü gibi düşünmek, günümüz bireyinin portresinin de bir “kaybeden” olarak çizilmesi vazgeçemediğimiz bir masal. Ama gerçek bir masal bu. Bu romanda olup bitenleri “olur şey değil” diyerek okumuyoruz bu nedenle. Üstüngel Arı’nın bizi şaşırttığı nokta ise, Betina adlı kadın karakterin ortaya çıkıp romanın asıl kahramanına dönüşmesiyle ilgili. Yasemin bu romanın ikincil bir karakteri, Betina ise romanın ikinci yarısında asıl kahraman haline geliyor. Başroldeki anlatıcımız Başar, yavaş yavaş geri çekiliyor ve asıl okuduğumuz öykünün Betina’ya ait olduğunu sezmeye başlıyoruz roman ilerledikçe. İşte bu, eserin beklenmedik hamlesi. Halbuki Betina’nın öyküye girişi de Yasemin’inkine benziyor. Bu kez intihara yakın olan Betina iken, onu yaşama geri getiren Başar oluyor. Tabii bu bir “başarı” mı, işte orası tartışmaya açık. Ayrıca Başar’ın başarısı ve başarısızlığı sürekli romanın gündemindeyken ve hatta kahramanın ismi de Başar Issız bu tartışmadan hareketle esprili bir şekilde seçilmişken, söz konusu başarının aslında Betina’yla ilgili olması, romanın odağında bir kaymaya neden oluyor. Kaybeden bir erkeğin melankolik hikâyesini okuyacağımızı sanırken, kaybeden bir kadının intikam hikâyesini okurken buluyoruz kendimizi. Zaman kavramının önemli bir rol üstlenmesinin yanında, “ceza” kavramı da kahramanların dünyalarına girmek için açılması gereken bir kilit. Yüzeysel olarak baktığımızda, hapishaneden çıkan Başar’ın aslında oraya nasıl düştüğünü okuduğumuz belli. Derinlere indiğimizdeyse, hayatın kendisinin bir cezaevi olması, Başar ile Betina’nın en önemli ortak noktalarının da hapishaneden ibaret bir dünyada yaşadıklarını fark etmeleri, romana girip çıktıkları noktaların da ya ceza çekme ya da cezalandırma üzerinden anlatılıyor olması, romana yerleşmiş olan sertliği temellendiriyor. Yazının başında bahsettiğimiz türden bir kurgu oyunu da romanın finaline doğru çıkıyor karşımıza. Yazar ile kahramanının karşılaştığı bölüm, kısa fakat yerinde bir sahne. Finalde yazarın devreye girmesi, bize kurmaca bir şeyin içinde olduğumuzu hatırlatıyor ama eğlence olsun diye yapılmış bir kurgu numarası değil bu. Hatta yazarın bire bir orada, sayfada olması, kurgunun gerçekliğini, sertliği artıran bir unsur. Bir birliktelik öyküsü okuduğumuzu sandığımız anda bir yalnızlık öyküsü okuduğumuzu hatırlatıyor bize yazar: “Bayrağını yıllar önce çorak bir araziye diktiğim ülkemin tek vatandaşı ve tek kralıydım.” Yalnızlık ülkesinin kralı Başar’ın öyküsü, “Kral çıplak!” öyküsünü hatırlatıyor. Romanın gösterdiği gibi, birileri çıkıp, krala yalnız olduğunu söylemeyeceğine göre, kişi kendi yalnızlığını kendisi keşfedebilir ancak. İşte bu, insanın taşıdığının farkında olup olmadığını sorgulaması gereken bir yük. n Y.Ü.K. / Üstüngel Arı / Mylos Kitap / 306 s. 18 1 Aralık 2016 KItap