Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
>> elli yıllık birikimin sonucu anılarımı yazmak isterdim. Anlatmasını seviyor, beceriyorum da ama bilgisayarın başına oturunca, nereden başlayacağımı şaşırıyorum. 1965’te İzmir’den İstanbul’a geldim. İstanbul’un çeşitli semtlerinde, çeşitli evlerde kaldım. Evsiz kaldığım, parklarda, köprü altında yattığım, sabahçı kahvelerinde gecelediğim günler yaşadım. Bunları anlatmak bile başlı başına bir kitabın konusu olabilir. Fakat bir şairin ya da yazarın yaşadıklarını anlatırken kendi hayatımdan kırıntılar koymak daha kolayıma geldi sanki. Çünkü çoğu yazar ya da şairle birlikte yaşanmış o kadar çok anımız var ki yazmasam hayatımda da bazı şeyler eksik kalabilirdi. “HİKÂYELERE HER ZAMAN İHTİYAÇ DUYULACAK” n Kitapta zaman zaman bugünün olaylarına dünün yaşanmışlıklarıyla baktığınız da oluyor. Dünü bugünle okumak ne kadar doğru sizce? Kıssadan hisse tadında hikâyelere her zaman ihtiyaç var değil mi? n Dün nedir, bugün nedir, ona bakmak lazım. Zaman tükeniyor ve tüketici de... Gece saat 12.00’yi vurduğunda bugün hemen düne evrilmeyecek mi? Bir başka açıdan şiirin de, şairin de dünü bugünü değil, zamanı vardır. Bu da her zamandır. Yunus Emre her zamanların şairidir; Nâzım Hikmet de... Zaten büyük şiirlerde zamanı bünyelerinde eriten şiirlerdir. İnsanoğlu hikâyeleri sever. Anlatmayı da sever, dinlemeyi de... Çünkü insanın bizzat kendisi bir hikâyedir ve her insanın bir hikâyesi vardır. Bu yüzden de hikâyelere her zaman ihtiyaç duyulacaktır. n ‘Okumayacaksan niye imza atayım?’ başlıklı yazınızda, sizin kaleme aldığınız türden yazılar üzerinden, “Bir araştırmacı çıkıp da böylesi yazıları toplasa, ne güzel bir anılar demeti olur” diyorsunuz. Katılıyorum ve Şiirin Gizli Tarihi’ni de bunlardan biri olarak görüyorum. Bu yönde başka çalışmalarınız var mı ya da olacak mı? n Bu türden kitaplara gerçekten ihtiyaç duyuluyor ve delicesine okuduğumuz kalemlerin, insan yönünü de görmek açısından tartışılmaz derecede gerekli oluyor. Şiirin Gizli Tarihi aslında 450 sayfa idi. Kalın olmasın diye yüz kadar sayfasını ayırdık. Bu arada BirGün’de bu tür yazıları sürdürüyorum. Sanırım önümüzdeki yıl bir başka adla, yine aynı kıvamda bir kitap olarak yayımlanır. n Şiirin Gizli Tarihi için anılarınızla şüphesiz en önemli kaynak sizsiniz. Ancak kullandığınız başka kaynaklar da var. Okura tavsiye niteliğinde sormak isterim; nedir bunlar? n Kaynak o kadar çok ki, hangisini yazayım. Ve yazılacak daha çok anı var. Şimdi masamın üzerinde Sunar TiyatrosuÜsküdar Oyuncuları’nın, Şinasi’nin ölümünün yüzüncü yılı dolayısıyla hazırladığı on altı sayfalık bir broşür var: “Ebüzziya Tevfik’in kalemiyle Şinasi’nin Son Günleri ve Ölümü”. Örneğin Ebüzziya Tevfik, Şinasi’nin beslenmesi üzerine şunları yazıyor: “Bir teyzesi, onun kızı, hatta torunu Anılar antolojisi MELİSA BULUT 1001 Gece Denemeleri’nin nakış ustası Salâh Birsel’in ilk gençliğinde yazıp da yayımlamadığı romanından sonra 1947’de okuruyla buluşan ilk şiir kitabı Dünya İşleri’nin ilginç öyküsü nedir? Ve buna benzer nice kitabın yayımlanış öyküsü neyi anlatır? Cemal Süreya Darphane Müdürü iken teftişe gelen zamanın Maliye Bakanı’nı nasıl karşılamış, bir sorusuna hangi yanıtı vermiştir? At yarışı tutkunu şairler kimlerdir? Bunun gibi kimi şair ve yazarların özel tutkuları nelerdir? Kim daha güzel kuru fasulye pişirir, kim içki masasında hangi mezelerin bulunmasını ister? Şairler ile okurların imza günlerinde halleri nicedir? Hangi şair cimridir ya da hangisinin eli açıktır? Nâzım Hikmet’in annesine âşık olan Yahya Kemal, Nâzım’ın affı için kampanyaya neden imza vermemiştir? Bu ve buna benzer yüzlerce sorunun yanıtı Refik Durbaş’ın yeni kitabı Şiirin Gizli Tarihi’nde karşımıza çıkıyor. Şiirin Gizli Tarihi şu bölümlerden oluşmakta: “Bir Zamanlardı Bu Gâmhanede Bir Dem Vardı”, “Ağlamayın, Ölmeyecekler”, “Şiiri Aşka Düşürenler”, “Rakı Şişesi, Balık ve Şair”, “Kelime Şiiri Resmetmeye Borçlu ise...”, “İnsanın Şair Hali”, “Şiirin Gör Dediği”, “Şiirsel Materyalizm” ve “Gündelik Hayatın Aguşunda Şiir”... Durbaş kitabında, elli yılı aşkın edebiyat birikimi ve kuyu kazar misali çalışmasıyla resmî tarih dışında, özellikle şairlerin mahrem tarihlerini anlatıyor. Bu tarihin sayfaları arasında hüzün de var; aşklar, dostluklar, kırgınlıklar, sevinçler, özlemler, gülümsemeler de... Anı kitapları, hele kişilere özgü ise dedikodulara, kulaktan dolma bilgilere dayanabilir. Durbaş’ın Şiirin Gizli Tarihi’nde ele aldığı konular ise dedikodulara, yani kulaktan dolma bilgilere değil, gerçek belgelerden edinilen bilgilere dayanmakta. Çünkü her bilgi ve belge o olayı anlatan şairin ya da yazarın bizzat kendi anılarından söz eden kitabının kaynağından alıyor konusunu. Bu açıdan da bir “nostalji” kitabından çok, adı üzerinde bir “gizli tarih” antolojisi bu. Durbaş, Şiirin Gizli Tarihi’nde şairlerin mahrem yaşamlarını anlatırken kendi özyaşamında yer alan kişisel anılarına da ışık tutuyor. Mesela Melih Cevdet Anday’ın yılbaşı üzerine düşüncelerini aktarırken kendi yazdığı bir yılbaşı şiirinden de söz açıyor. Cumhuriyet gazetesinde dahi bulunduğu halde onlarla temas etmek istemiyor, Tasviri Efkâr’ın kuruluş tarihinde müvezzi tayin ettiği Bolulu Yusuf Ağa’dan başka evine kimseyi kabul etmiyordu. İki öğüne kifayet edecek kadar bir kaptan ibaret yemeğini, onun evinde pişirtir ve alkolle ilgili meşrubattan öteden beri kaçındığından sudan ve kahveden başka bir şey içmezdi, fakat tütüne düşkünlüğü fevkalade idi.” Şimdi buna bir de örneğin Fazıl Hüsnü Dağlarca ile Kemal Özer’in dudaklarına hiçbir zaman, asla sigaranın değmediğini ekleyelim ya da Aziz Nesin’in çay tiryakiliğini... Nasıl oldu dersiniz? n Son olarak; masanızda üzerine eğilmenizi bekleyen, sizin kaleminizden yakında okuyabileceğimiz neler var? n Çalışma masamın üzerini görmenizi isterdim. Bazen ne yapacağımı şaşırıyorum. Haftanın üç günü; pazartesi, çarşamba, cuma diyalize giriyorum, dört saat. Bu günler benim okuma günlerim. Okuyor ve notlar alıyorum yeni yazılar için... Bu yıl Islık Yayınları’ndan üç cilt toplu şiirlerim çıktı: Çırak Aranıyor, Menzil ve Kırık Ayna... Bu kitaplarda 12 Şubat 1962’de yazdığım ilk şiirden bu yılın başına kadar yazdıklarım yer alıyor. düzeltmen olarak çalışırken servisteki öteki arkadaşlarından söz ederken arada Muzaffer Buyrukçu ile tefrika edilecek “Bir Olayın Başlangıcı” üzerine yaptığı röportajı da anlatıyor. Telif hakkı olarak rakı parasına şiir üzerine yazdığı yazıların hikâyesi de bu anılar denizinde bir damlacık da olsa yer alıyor. Şimdi bu anılar antolojisinden tadımlık bir çeşni sunmanın tam sırası değil mi? Mesela Birinci Yeni de dediğimiz Garip adı nereden geliyor? Orhan Veli ve Oktay Rifat, ilk kitapları olarak neden ve niçin Garip adını verdiler? Garip şiir akımının üçüncü şairi Melih Cevdet’e göre Orhan Veli’nin ilk kitabı Vazgeçemediğim’dir. Bunun öyküsünü ise Melih Cevdet şöyle anlatacaktır: “Bu şiirleri okuyanların dilinden ‘amma da garip’ sözü hiç düşmüyordu. Sanırım ilk Orhan Veli benimsedi buradaki garip sözcüğünü. Ben ilk askerliğim sırasında teritonit ameliyatı geçirmiştim, apandisiti aldırmak üzere Kasımpaşa Deniz Hastanesi’nde yatıyordum. Bir gün Orhan’la Oktay geldiler. Şiirlerimizin bir kitapta toplanmasını konuştuk. Orhan Veli kitabın kapağında üçümüzün de adının bulunmasını istiyordu. Oktay Rifat ise buna razı değildi, kitabın Orhan Veli tarafından düzenlenmiş bir antoloji olmasını istiyordu. Fikir birliğine varamadığımız için kitap Orhan’ın adıyla yayımlandı. İşte, Garip’in kısaca hikâyesi budur. Biz, Oktay Rifat ile ben daha sonra şiirimizi başka yönlere doğru sürdük. Benim değişmem ‘Tohum’ şiiriyle başlar. Ama bizden sonra Orhan Veli de Garip esprisinden vazgeçti.” n Şairler ve şiirleri üzerine uzun yıllardır gazetelerde yazdıklarım Mu Yayınları arasında çıktı: Şair ve Şiir Yazıları... Adını koymadığım, iki bölümden oluşan, ikinci bölümü Çırak Aranıyor şairinden, çırak çocukların şiirleri Çırak Çıktı Çocukluğum yılbaşından sonra yayımlanabilecek. Yine çocuklar için yazdığım, çocukların yaramazlıklarına hoşgörü ile bakan “Yaramaz” Şiirler de çıkacak kitaplar arasında... Dediğim gibi Şiirin Gizli Tarihi devam edecek... Bu yazıların dışında kalan deneme tadındaki bir kitap da hazır gibi... Şairlerle yaptığım, hemen hepsi yüz yüze konuşmalar kitabı da hazır. Bu arada zaman bulursam bir de fantastik çocuk hikâyeleri yazmak istiyorum. Daha ne olsun! n Şiirin Gizli Tarihi / Refik Durbaş / Doğan Kitap / 336 s. KItap 1 Aralık 2016 15