Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
>> da gördüğü böcekleri küçük İskender’in gerçekte gördüğünü belirterek iki yazar arasındaki benzerliği veya uzaklığı da bir ölçüde anlamış oluruz. “MESELE YOLDA OLABİLMEK” Waliz Bir’de bunların dışında bir de Jack Kerouac ve Yolda’sının etkisinden söz edebiliriz. Waliz Bir çıplak gerçekliği ile Capote’ye yakın durduğu kadar, devamlı olarak yol hazırlığından, yolculuktan söz eden Jack Kerouac’la da yakın bir ilişki içinde. Adından da anlaşılacağı gibi Waliz Bir’in çekirdeğinde uzun bir yol hikâyesi yer alıyor. Buradaki yol varılan bir yer veya sonuç anlamının ötesinde, hareket halinde olmaya, yani kısaca yolda olmaya daha yakın duruyor elbette. Kitaba ismini veren “Waliz” de bu anlamda yolculuğun temel eşyası gibi okunabilir. Valiz sözcüğüyle yapılan söz oyunu ilerleyen sayfalarda netleşiyor ama yolculuğun bitip bitmediği gibi bir cevaba ulaşamıyor okur. Waliz Bir’le aynı tarihte çıkan ve deneme yazılarından oluşan “Her Şey” Ayrı Yazılır’da yolculuk konusunu daha etraflıca ele alıyor küçük İskender. Beat Kuşağı’nın önde gelen isimlerinden Jack Kerouac’ın kült romanı Yolda’yı örnek gösteriyor burada ve yol/yolcu/ yolculuk ilişkisini kendi serüveniyle birlikte değerlendiriyor. Yolda adlı roman, sanılanın aksine bir yolculuğun hikâyesini anlatmıyor yazara göre. Yolda yaşananların, yani anlık olayların büyüsü, sahiciliği daha önemli çünkü. Şöyle diyor ‘yolcu yolunda en’gerek’ yazısında: “Mesele aksiyon değil, yolda olabilmek, adressiz, olağan, mülksüz ve o ânı yaşamaktır.” küçük İskender’in yaşam karşısındaki tavrını bu cümleden anlamak, en azından hissetmek mümkün elbette. Yolun devamını görebilmek için her zaman hareket halinde olmak, bazen durup dinlenmek, ama asla geriye dönmeyi düşünmemek... Yolculuğun ilk kuralı budur belki de. Yani yazarın ifadesiyle “bir yere ulaşma sevdasını bırakıp, kinetik enerjiyi reddedip sadece ve sadece hareket halinde olmayı tercih etmek.” Üstelik yolda olmanın toplu bir bilinç gerektirdiğini ve ancak bu bilince sahip olan toplumların gerek sanatta gerek hayatın öteki alanlarında başarıya ulaşmalarını mümkün buluyor küçük İskender. Jack Kerouac ve yol arkadaşlarının hep hareket halinde olması, onların bir kuşak hatta ekol olmasının en temel sebebi yazara göre. Bizdeyse böyle bir tavrın gelişmediğini, özellikle edebiyat alanında yolun başında olduğumuzu işte bu bilinç eksikliğine bağlıyor. Bu duruma “yolda kalmak” diyebiliriz sanırım. Yolun devamını görmek için çaba göstermeyenler hiçbir yol katedemediği gibi yolda olanları da savuruyor çünkü. Aynı yazının devamında şöyle diyor: “Bizde edebiyat bir önceki kuşağı yok saymak, hakkında dosyalar hazırlamak, onları aşağılayan yalanlar üretmek, kamplaşmak, dergiler/cemaatler çevresinde toplanmak, pofpoflamak, kayırmak, arka çıkmak, basit ürünlerle halk avcılığına çıkmak, çelme takmak üzerinden gelişmesini sürdürüyor.” Waliz Bir’de yol hazırlığının hep devam ettiğini okusak da çıkılacak yolculuk konusunda yine de kesin ipuçlarına rastlayamıyoruz. Bu büyük hazırlık aslında var olan hayatı, yani içinde bulunduğumuz koşulları terk etmek anlamına geliyor bana kalırsa. Gerçek ve sanal dünyanın gittikçe kirlendiği bir coğrafyada kaçmak için nereye sığınmalı peki? Günlüklerin ilerlediği ve hızla aktığı o kaynağın doğa olduğu sonucu çıkıyor buradan. Doğaya dönmenin köklere dönmek olduğunu ve aradığımız saf gerçekliği yalnızca orada bulabileceğimizi işaret ediyor küçük İskender. 28 Aralık 2015 tarihli günlüğüne düştüğü aşağıdaki satırlar belki de yazarın doğa hakkındaki düşüncelerini anlamak ve yorumlamak için yeterli sayılabilir: “Doğanın reddettiği ahlakı sosyolojiyi icat ederek geçerli kılmak, mutsuz formlar yarattı. Uygarlığın yıkılması şart. Evet, o zaman geniş bir huzursuzluk baş gösterecek. Ama şimdi huzur diye hissettiğimiz şey, zorunlu uyumun plasebo etkisi. O akıntıya, oradaki akıntılara bırak kendini. Ayak basılmamış değil, el değmemiş noktalara çekil. Pozisyonunu al ve ruhundan gelecek sesi bekle.” n / Waliz Bir/ küçük İskender / Can Yayınları/ 152 s. KItap 1 Aralık 2016 17