04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

REFİK DURBAŞ’TAN “ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ” ‘Şiirin de, şairin de dünü bugünü değil zamanı vardır’ Refik Durbaş, “Şiirin Gizli Tarihi” ile elli yılı aşkın edebiyat birikimi ve kuyu kazar misali çalışmasıyla resmî tarih dışında, özellikle şairlerin mahrem tarihlerini kaleme döküyor. Durbaş ile kitabını, şiiri ve şairleri konuştuk. eray ak [email protected] 2 014’te PEN Şiir Ödülü’ne değer görüldünüz ve bu bağlamda kaleme aldığınız bildiride, “Şiir, şiirden başka bir şey değildir” demiştiniz. Fakat yeni kitap Şiirin Gizli Tarihi bize gösteriyor ki şiir asla sadece şiirden ibaret değil... Ne dersiniz? n Yalnızca bu cümle değil, ondan önce de şunu demişim: “Şiir kendisi dışında her şeydir.” Çünkü küresel kapitalist sistem, her şeyi tükettiği gibi şiiri de tüketti. Bu nedenle şiir halleri şairin hallerine kaldı. Ayrıca şiir özel ve özneldir. Yalnız şairin ve şairlerin özel mülkiyetindir. Oysa günümüzde şiir de kamu malı sayılıyor. Yağmalayan yağmalıyor. “Şi ir okunmuyor” misali klişe sözlere de aldanmayın. Şiir dilden dile, kulaktan aktarılandır. Bir resim gibi duvarların sınırı içinde tutamazsınız. Bir film karesinde de filiz verir, bir roman ya da hikâyenin satır aralarında da... Reklam piyasasının metin yazarları, yaptıkları işleri neden şiirin kaymağından süzerler? Şiir, şarkı sözü kisvesi altında niçin şarkıcıların, türkücülerin tasallutu altındadır? Bütün bunlar şiirin, şiirden başka bir şey olmadığının kanıtı değil midir? n İlk soru bağlamında kitaptaki yazılarda sıkça ele aldığınız edebiyat ve hayat birlikteliği, iç içeliği şair ya da yazarın eserini yorumlama ve değerlendirmede bize yeni nüveler veriyor mu sizce? Diğer anlamıyla sorum şu: Şairin hayatı şiire dahil mi gerçekten? n “Şairin hayatı şiire dahil” sözünü Cemal Süreya kullanmıştı. (Folklor Şiire Düşman, Can Yayınları, 1992, s: 61) O yazısında şöyle diyordu Cemal Abi: “Her sanatta otobiyografi öğelerinin yeri büyük. Ama, sanırım, en çok da şiir sanatında. (...) Turgut Uyar penceredeki saksıyı okşayacak, Edip Cansever masadaki heykelciği eline alacak. Şairler yine çoğunlukla yine kendilerini anlatıyorlar.” Ben buna “şiirin arka planı” diyorum. Şair, o şiirini yazarken hangi ruh haleti içindeydi? O sabah kahvaltı yapmış mıydı? Çay mı içiyordu, kahve mi? Sevgilisinden ayrı mı düşmüştü, yoksa yeni bir aşka mı yelken açıyordu? Bütün bunlardan ve buna benzer hallerden elbette şairin hayatı şiire dahildir. Bu, ayrıca meraka da değer. Şiirin Gizli Tarihi’ni yazmamın bir nedeni de bu merakın ardından avcı misali bir safariye çıkmamdır. “KAYNAK GÖSTERMEYE ÖNEM VERDİM” n Bu birkaç sorunun bizi götürdüğü bir nokta var aslında. Dünya edebiyatının da zaman zaman yeniden gün yüzüne çıkan bir sorunu bahsedeceğim. Şair ya da yazarlar çoğu kez sadece yazdıklarıyla anılmak ister. Onların hayatını yazdıklarına dahil etmek ya da sadece hayatlarıyla anmak bazen sıkıntı doğurabiliyor. Siz bu yazıları kaleme alırken ve kitaplaşma sürecinde nelere dikkat ettiniz bu bağlamda? Ya da böyle bir dikkatin çok da gerekli olmadığını mı düşünüyorsunuz? Yani şairin hayatı şiire dahilse, şiirine olduğu kadar hayatına da sahip olma hakkını elimizde bulunduruyor muyuz? Bu konuda terazimiz ne olmalı? n Doğrudur. Kimi şair ve yazarlar hayatlarını kamuya açmak istemez. Bu, bir anlamda inzivaya çekilme de demektir. Örneğin adını her zaman saygıyla andığım Sait Maden, fotoğrafının çekilmesini istemezdi. 1950’de Varlık dergisinin çeviri yarışmasında birinci olduğunda, Yaşar Nabi dergiye koymak için bir fotoğrafını ister. Maden, “Bu şiiri kafamın içindeki şu beyinle çevirdim. Onun fotoğrafını çekebilir misiniz?” diyecektir. O yazıları yazarken dedikoduyu yazının sınırları dışında tutmaya, şairin ya da yazarın onurunu zedelememeye, sevgi ve saygıyı ön planda tutmaya çalıştım. Belge niteliği taşıyan alıntıların birçoğunda kaynak göstermeye önem verdim. n Az önce kitaplaşma süreci dediğimde aklıma geldi; nasıldı bu süreç? Bahsedebilir misiniz? Kitap fikri nasıl doğdu? Hangi fikirle yola çıkıldı? Bu yazıları bir araya getiren amaç neydi? Yazılar nasıl seçildi ya da seçildi mi? n Elli yıla yaklaşan bir edebiyat ve gazetecilik hayatım var. Bu hayat, elbet bir birikimin de harcını oluşturdu. Çalıştığım gazetelerde ara sıra bu tür yazılar yazıyordum. Hatta Tarık Dursun K. “Bu tür yazıların gazete sayfalarında sararıp solacak, onları ileride bir kitapta toplayacak gibi yaz” derdi. 2011’de Sabah gazetesinden atılıp BirGün’de yazmaya başlayınca bu öneri geldi aklıma. Ayrıca BirGün dahil bütün yazılı basında edebiyat yazan kalmamış gibiydi, herkes politika yazıyordu. Bugün de öyle... Oysa gazeteciliğe başladığım yıllarda gazetelerde mutlaka birkaç şair, yazar bulunurdu. Gazetelerde sanatedebiyat sayfaları yer alırdı. Politik yazılar yanında edebiyat yazıları az da olsa mekân bulunca dikkat çeker oldu. Yazılar çoğaldıkça okurlardan da olumlu tepkiler aldı. Birkaç yayınevi bu yazıları kitap olarak basmak istedi. Bu sırada sevgili arkadaşım Cem Erciyes, Doğan Kitap’ın başına geçmişti. İnternetten yazıları indirmiş, “Bunları basalım” dedi ve kitap süreci başladı. Yukarıda da değindiğim gibi amaç, şairin hayatının şiire dahil olduğunu araştırmaktı diye özetlenebilir. n Aynı şekilde yazılış sürecini de merak ediyorum. Sonuçta sadece kitap ya da satır aralarından değil anılarınızdan da çokça besleniyorsunuz. Bu anıların içine dalmak neler hissettirdi size? Ve bu bağlamda anıların yükünü >>taşımanın da ne demek olduğunu dinle mek isterim sizden... n Dediğiniz gibi, yaklaşık 14 1 Aralık 2016 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle