23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Alev Karaduman’dan “Anlıyorum Ama Konuşamıyorum” ‘Biri cesaret edebilsin istedim’ Alev Karaduman’ın kitabı “Anlıyorum Ama Konuşamıyorum”, çevresi tarafından yadırganmalarına karşı koyarak kimliklerini keşfe çıkan Kürt gençlerinin hikâyelerini anlatıyor. Büyük şehir ortamında yetişen bu gençlerin hikâyeleri; kâh hüzünlü, kâh eğlenceli, kâh içine kapanmaya iten, öfkelendiren, kâh öğretici, olgunlaştırıcı bir kendini bulma tecrübesi. Karaduman’la kitabını konuştuk. r Sibel ORAL ark Islahat Planı’nın 14. maddesinden, tek partili dönemdeki Kürtçe yasaklarına ve tabii ki “Türkçe Konuş Vatandaş” baskılarından bugüne sence ne değişti Kürtçenin Türkiye topraklarındaki mevcudiyeti üzerinde? Bu soru sanırım “bence” diye başlayacağım cümlelerin ötesinde bir durum. Zaten bilinen bir yaşanmışlık ve gelinen bir nokta var ortada. Kürtçe yüzyıllardır farklı siyasi koşullarda ve ilişkiler bütününde kendini bugünlere getirebilmiş şekilde anlaşmamız lazım. Yıllarca duya duya Kürtçeyi anlayabilen ama konuşmaya çalışınca dilinin ucuna İngilizce kelimeler gelen yarım, sakat bir durum oluştu. Sen Türk Dili ve Edebiyatı mezunusun. Bunu düşündüğümde Kürt olan edebiyatçılarımızın “Türk” yazar olarak anılması, “Türk edebiyatı” yazarı olarak anılması geliyor aklıma. Ben Türk edebiyatı değil de Türkçe ya da Türkiye edebiyatı olarak kullanıyorum. Edebiyat alanında eğitim görmüş biri olarak senin bu konudaki fikrini merak ediyorum. Türkçe edebiyat en uygun ifade gibi geliyor. Ama bir yandan da Türkiye’de büyüyen bir Kürt olarak “Türk” kelimesini büyürken o kadar doğal, o kadar kendi kendinize üstleniyorsunuz ki, bir yerden sonra iğreti bile gelmiyor. Türk eğitim sistemi diyoruz, Türk sporcu, biz Türkler diye gururlanıyoruz biri ödül alınca. O nedenle duyarlılığınız istemeden yıllar içinde çok törpüleniyor. “DİLİ BİLMİYORUZ AMA CANAVAR GİBİYİZ” Anlıyorum Ama Konuşamıyorum’un temelleri nasıl atıldı, nasıl bir ihtiyaç doğrultusunda çalışmaya başladın? Aslında ihtiyaç başından beri ortadaydı. Hayatım boyunca hep şöyle oldu; biri nerelisin diye sorar. Doğubeyazıtlıyım derim. Aa Kürt müsün der gözleri parlayarak. Evet derim. Kürtçe biliyor musun der; büyü bozulur. Anlıyorum ama konuşamıyorum derim. Utanırım, sıkılırım, ezilirim o cevabın altında. Bu kitabı yazmaya karar vermem de aynı cevabı verirken aynı ezikliği yaşayan, bir zümrenin olduğunu fark etmemle oldu. Kürt meselesine insanlar bir de bu taraftan baksınlar istedim, yarım kalmışlıklarını dile getiremeyen, bu kadar gerçek acının olduğu bir düzlemde kendi “lüks” kaçabilecek asimilasyon hikâyelerini de biri anlatmış olsun istedim. Onların yerine biri cesaret edebilsin istedim. Peki, kitapta sana hikâyelerini an Ş bir dil. Bunun en önemli sebebi de bu konuyla ilgili özellikle o coğrafyadaki insanların inadı, inatçılığı diyebiliriz. Ama öte yandan hâlâ anayasal bir güvence olmadığı için, her an kriminalize edilmesi mümkün tabii ki. Batıda ise süreçlerden değişimlerden bağımsız bir şekilde dille bağı gittikçe zayıflayan bir Kürt gençliği var, zaten bu kitap da onların hikâyesi. Bu kitabın elbette senin de kişisel tarihinden kaynaklı bir çıkış noktası var. Önce senin dille, dilinle olan hikâyenden başlayalım. Ben anadili Kürtçe olan bir anne babanın çocuğuyum. Annemle babamı birbiriyle Türkçe konuşurken çok az görmüşümdür herhalde ama bizimle bilinçli bir tercih olarak Türkçe konuştular. Okula gittiğimizde zorlanmayalım diye, aksanımız olmasın diye bilerek yapmışlar bunu. Ama bir yandan da duyuyorsunuz tabii etraftan, babaannem halalarım hiç Türkçe bilmez ve bir Sırttaki kambur r Yavuz EKİNCİ evletsizlik, dilsizlik ruhta zamanla tamiri mümkün olmayan yaralar açar. Bu yaralar her geçen gün biraz daha irin toplayıp büyür. Toprağı dört ülkenin sınırları arasındaki Kürtleri bir arada tutan en önemli ortak değerdir dilleri. Bu yüzden sistematik olarak dört ülke de zaman içerisinde Kürtçeyi yasaklamış. Kürtçe üzerindeki yasaklar kalksa da bu tedirginlik hâlâ devam ediyor. Nitekim daha birkaç gün önce Sedat Akbaş, İstanbul’un göbeğinde annesiyle telefonda Kürtçe konuştuğu için altı kişinin bıçaklı saldırısına uğrayıp öldürüldü. Onun faillerinin tutuklanıp cezalandırılmayacağını herkes bilir. Bu olayın tam tersini düşünün. Toplumda nasıl bir infial yaratırdı. Oysa Sedat Akbaş’ın ırkçı saldırıya uğraması görülmedi bile. Bu nedenle birinci kuşak devlette çalışan veya metropollere göç eden aileler, Kürtlüklerini hep saklama gereği duydular. “Annem Kürt olduğumu kimseye söylemememi öğütlerdi” diyor Alev Karaduman da... Karaduman, Anlıyorum Ama Konuşamıyorum adlı kitabında dilini, Kürtlüğünü bir kambur olarak S A Y F A 4 n 1 7 E Y L Ü L D görenleri mercek altına almış. Kitapta dokuz bölüm var. Ve her bölümde farklı birinin hikâyesini okuruz. Burada hikâyelerini okuduğumuz bireylerin ortak noktası ailelerin çocuklarını Kürtçeye, Kürtlüğe uzak bir şekilde büyütmeleri. Kürtlüğünü saklama, Kürtçeyi katiyen öğretmeme üzerine kurulu bir denklem. Çünkü aileler çocuklarını dışlanmışlıktan, ayrımcılıktan korumak istiyor. Hikâyelerini okuduğumuz bireyler farklı yerlerde doğmuş, aileleri farklı konumlarda olan kişilerden oluşuyor. Kiminin ailesi öğretmen, kiminin işçi, kiminin esnaf, kiminin sendikacı, kiminin memur… Mahir Yeşilova Vanlı, İnanç Zorlu Karslı, Cebbar Urfalı, Özlem Sara Çekiç Konyalı, Eylem Yaşar Diyarbakırlı, İsmail Gedikli Muşlu, Avaşin Nüpelda Can Dersimli, Önder Baran Adıyamanlı ve kitabın yazarı Alev Karaduman Ağrı Doğubeyazıtlı. Hikâyeleri anlatılanların aileleri farklı mesleklerde, siyasi görüşlere sahip olsalar da ortak noktaları Kürtlüğe ve Kürtçeye olan uzaklıkları. Aileleri onları ısrarla Kürtçeden uzak tutmuşlar. Bu ailelerin büyük çoğunluğu zamanla metropollere göç etmişler. Kürtçe, zamanla ailede gizli konuların konuşulduğu dile dönüşmüş ve Kürtlük bir bela olarak görülmüş. Alev Karaduman kendi hikâyesini anlattığı dokuzuncu bölümde adeta bu duyguyu yaşayan binlerce insanın yaşadıklarını, hissettiklerini anlatır. “Ailemiz bizimle 2 0 1 5 hiçbir zaman Kürtçe konuşmadı. Kürtlük ailemiz için başa bela açan bir şey olarak kodlandığından ne kadar az Kürt olursak o kadar iyi” der. Kürtlüğü sırtında bir kambur gibi görüp büyüyen bu kuşak gençlerinin en büyük eksiklerinden biri de dedeleri ve neneleriyle hiçbir iletişim kuramamaları. Dedeler ve neneler torunlarına bir hafıza devretme görevini görürler. Bu çocuklar bu hafızadan mahrum kaldıkları için köksüzdürler. “Nenem öldüğünde 89 yaşlarındaydım ve onunla doğru düzgün iki laf etmişliğim yoktur. Dünya bir yerde tersine döndü, torunlar nenelerinden Kürtçe öğrenecekken neneler torunlarıyla anlaşabilmek için Türkçe öğreniyor.” Kürtlerin sınırlarında yaşadıkları devletler onlara devletleriymiş gibi davranmıyor. Bu yüzden kendilerini hep sahipsiz hissediyor ve tedirgin büyüyorlar. Hikâyeleri anlatılan yazarla birlikte dokuz kişi, ailenin bütün önlemlerine ve gizlemelerine rağmen bir şekilde Kürtlüklerini hatırlayıp ardına düşmüşler. Ailelerin saklamaları bu yüzden başarısız olmuş. Fakat bu utanma, gizlenme, küçümseme bireylerde hiçbir zaman tedavisi mümkün olmayacak rahatsızlıklar doğurmuş. Anlıyorum Ama Konuşamıyorum devletin yaratmak istediği Kürt tipinde en çok ruhları yara alanların hikâyelerinin anlatıldığı çok önemli bir kitap. n C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1335
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle