04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Vonda N. McIntyre’dan “Ay ve Güneş” Bana hikâyeni anlat Şehrzad Nebula En İyi Roman Ödülü’ne de değer görülen “Ay ve Güneş”, bir yandan bilim ve doğaüstü arasındaki çarpık ilişkiyi, bilimin doğaüstünü ele geçirip kendi sınırlarına dâhil etme çabasını anlatırken Vonda N.McIntyre’ın daha derinde anlattığı asıl öykü, kadınların özgürlüğüne dair. r Yankı ENKİ ugüne kadar yazdığı çeşitli Star Trek ve Star Wars romanlarıyla bilimkurgu edebiyatında önemli bir yer edinen ve bu türün akla gelen ilk kadın yazarlarından Vonda N. McIntyre’ın Türkçede yayımlanması oldukça gecikti ama 1999’da önemli bilimkurgu dergilerimizden Nostromo’nun yaptığı röportaj, bize McIntyre’ın uzun zaman önce Türkiye’de ilgi gösterilen bir yazar olduğunu kanıtlıyor. Nostromo dergisi bu röportajı yaptığında, yazarın Ay ve Güneş adlı tarihsel bilimkurgu romanı, Nebula En İyi Roman Ödülü’nü kazanalı çok olmamıştı. O yıl Nebula Ödülü’ne aday olan fakat Ay ve Güneş’in gölgesinde kalan eserlerden biri de George R.R. Martin’in Taht Oyunları adlı romanıydı. Bugün baktığımızda 1990’lara ait bu iki romanın son yıllarda daha çok dikkat çektiğini görüyoruz. Elbette bundaki en önemli etken Taht Oyunları’nın televizyona, Ay ve Güneş’in de sinemaya uyarlanması oldu. Önemli oyuncuların rol aldığı Ay ve Güneş filmini ne zaman izleyeceğimiz ise henüz kesinleşmedi. Ay ve Güneş, 17. yüzyıl’da Fransa’da geçen, karakterlerinin çoğu tarihsel figürler olan bir roman. Güneş Kral olarak da bilinen XIV. Louis’nin ölümsüzlük arayışına kaynak olarak bulunup yakalanan bir deniz canavarının öyküsü de eserin kurgusal tarafını oluşturuyor. Deniz canavarının etini yediğinde ölümsüz olacağına inanan bir kral ve bu canavarın aslında bir insan olduğunu, serbest bırakılması gerektiğini düşünen MarieJosèphe’in mücadelesi, romanın omurgasında yer alıyor. ROMANIN ASIL DERDİ Tarihsel bir roman olduğu için oldukça kalabalık bir karakter kadrosu çıkıyor karşımıza. Romanlardan ziyade tiyatro metinlerinden alışık olduğumuz şekilde, ilk sayfada bir karakter listesi bulunuS A Y F A 8 n 2 0 B yor ve bize kahramanlarımızın kimler olduklarını hatırlatmaya çalışıyor. Genel hatlarıyla bakarsak aşağı yukarı beş yüz elli sayfalık bu kitabın ilk yarısının tarihsel kurgu okurlarına, ikinci yarısının da bilimkurgu okurlarına daha çok hitap edebilir. Romanın ilk birkaç bölümü tarihi karakterler arasındaki ilişkilere ağırlık verirken bilimsel yaklaşım, ölümsüzlük arayışı, dinî inanç arasındaki çatışmalar, romanın gelişme bölümünde daha çok yer kaplıyor. Romanı başka bir şekilde de ikiye ayırmak mümkün: Ölümlülüğe çare olduğu düşünülen deniz canlısının bir canavar olarak anlatıldığı ilk yarı ve artık bir “deniz kadını” olarak anıldığı, hatta isminin de verildiği, canavarlığından ziyade insanlığına vurgu yapılan ikinci yarı. Şehrzad adındaki bu deniz kadınının öyküsünü ise ona tercüman olan başka bir kadından, MarieJosèphe’ten dinliyoruz. Şehrzad, sözcüklerle değil, şarkılarla konuşuyor ve onun şarkılarını duyarken gördüğü imgelerle şarkıyı bir hikâyeye çevirip etrafındakilere anlatan MarieJosèphe, Şehrzad’ın içimizden biri olduğunu, tek farkın onun denize bizimse karaya ait olduğumuzu anlatmaya çabalıyor ama roman, 17. yüzyılda bir kadının kendisini böylesi erkek egemen bir saray çevresinde ifade etmesinin imkânsızlığı üzerinde duruyor. Bir yandan bilim ve doğaüstü arasındaki çarpık ilişkiyi, bilimin doğaüstünü ele geçirip kendi sınırlarına dâhil etme çabasının öyküsünü okurken McIntyre’ın daha derinde anlattığı asıl öykü, kadınların özgürlüğüne dair. Kitabın adını düşünecek olursak; Güneş sözcüğüyle XIV. Louis’nin kastedildiği aşikâr ancak Nostromo dergisindeki röportajında, Batı kültüründe Ay’ın dişil, Güneş’in de eril olduğunu söyleyen McIntyre, romanın A Ğ U S T O S 2 0 1 5 Vonda N. McIntyre’ın kitabı, 17. yüzyıl’da Fransa’da geçen, karakterlerinin çoğu tarihsel figürler olan bir roman. asıl derdini zaten vurgulamış yıllar önce. Romanda üç kadın kahramanımızdan biri, ailesinden koparılan ve bir canavar gözüyle bakılan, sadece bir kişi tarafından insan olduğu savunulan ve kralın açgözlülüğünün kurbanı olan, özgürlüğüne kavuşup kavuşamayacağını merak ettiğimiz doğaüstü bir deniz kadını. İkinci kadın, canavarın dilinden anlayan ve onun hikâyesini tercüme eden ve çevresindeki erkekler “kadınlar erkeklere boyun eğmelidir,” derken ezilmemeye çalışan MarieJosèphe. Üçüncü kadın kahramanımızsa aslında bir Osmanlı kadını olan ancak o sırada sarayda Hristiyanlaştırılan ve bir köle olarak çalışan, özgürlüğüne kavuştuktan sonra gerçek adının Halide olduğunu öğrendiğimiz Odelette. Birbirinden ayrı geçmişlere sahip bu üç kadının özgürlük öyküleri, roman ilerledikçe iç içe geçiyor ve okuduğumuz kitabın gerçek kahramanlarının canavarlar değil, kadınlar olduğunun altını çiziyor. Belki de MarieJosèphe, sadece Şehrzad’ın değil, tüm kadınların canavar olmadığını haykırıyor erkeklerin dünyasına, özellikle de Güneş Kral’a. ŞEHRZAD’IN ŞARKISI Bilimkurgu ve fantezinin en önde gelen yazarlarından Ursula K. Le Guin şiddetle tavsiye etmiş bu romanı. Bunun nedenlerinden biri, kadın kahramanlarla anlatılmak istenen özgürlük mücadelesiyse diğer neden de eserin fantastik bir öykü aracılığıyla hikâye anlatıcılığı meselesini tartışmaya açması olmalı. Farklı bir deyişle edebiyatın kendisi de bu romanın konusu. Başka dünyaların şarkılarını duyabileceğimiz, onları anlayabileceğimiz ve bu sayede kendimizi de daha iyi anlayabileceğimiz yaklaşımı, Şehrzad’ın şarkısının MarieJosèphe tarafından sözcüklere dökülmesiyle gösteriliyor. Hiç bilmediğini sandığı bir dilin, müziğin tercümanı oluyor MarieJosèphe. Herkesin korktuğu ya da hor gördüğü bir canavarın hikâyesini, daha da önemlisi, bir kadının hikâyesini, sanki edebiyatı ya da mitolojiyi keşfedermişçesine büyülü bir şekilde aktarıyor dinleyenlere. Hayal gücünün hakikate tekabül edebileceğini düşündürüyor. Dinleyenler de tıpkı sanat eseri izler gibi beden dilinin ve müziğin iç içe geçtiği bir performansa şahit oluyor. Sonuçta tıpkı edebiyatın yaptığı gibi “canavar”ın hikâyesi insanların hikâyesine dönüşüyor. McIntyre, Şehrzad’ın şarkısının aktarıldığı bölümlerde, kendi hikâyesini bir canavardan dinleyen insanın kendisiyle yüzleşerek yaşadığı huzursuzluğu anlatıyor bize. Raymond Williams, Anahtar Sözcükler başlıklı ansiklopedik çalışmasında, “history” sözcüğünün kökenlerinden bahsederken tarihin (history) ve hikâyenin (story) aynı kökten türemiş iki sözcük olduğunu hatırlatıyordu. Williams’a göre 15. yüzyıldan itibaren bugün hâkim olan ayrım oluşmaya başlamış, tarih derken geçmişteki olayların anlatımı, hikâye derken de hayali olayların anlatımı kastedilmeye başlanmıştı. Bu etimolojik buluşma ve kopuş üzerine çok yazıldı, tartışıldı bugüne kadar. Ancak edebiyat bunu nasıl anlattı, kendi kurgusunu nasıl gerçekleştirdi, kendi gerçeğini nasıl kurguladı gibi soruların peşindeysek Ay ve Güneş’in bize söyleyecekleri var; bir kadın yazarın kaleminden, üç farklı kadın kahraman aracılığıyla hem de… Erkek egemen kültür, tarihi kendisinin yazmış olduğunu düşünür, öteki tarihleri ve hikâyeleri saymaz; tıpkı XIV. Louis’nin Şehrzad’ın tarihini reddetmesi gibi. Bu yüzden bazı hakikatleri ancak hikâye anlatarak, edebiyat yoluyla kavrayabiliriz. Bunu eserlerinde sık sık vurgulayan Le Guin gibi Vonda N. McIntyre da kadının hikâye anlatıcılığına, bunun özgürlükle ilişkisine eğiliyor bu romanda. Sonuçta bize şunu hatırlatıyor: Güneş’in hikâyesini çok dinledik bugüne kadar; şimdi, gecikmiş de olsak Ay’ın hikâyesini dinlememiz gerekiyor. n Ay ve Güneş/ Vonda N. McIntyre/ Çeviren: Aslı Genç/ İthaki Yayınları/ 544 s. K İ T A P S A Y I 1331 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle