15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Patricia Duncker’den bir roman “Foucault’yu Sayıklamak” İngiliz yazar Patricia Duncker’ın Türkçe’ye çevrilen kitabı “Foucault’yu Sayıklamak”, sözün büyüsüne kapılanları anlatıyor. Okurla yazar arasındaki tutkunun izini süren Duncker, Paul Michel ile Michel Foucault’nun esrarengiz bağlantısı rehberliğinde delilik ve dahilik arasında korkusuzca geziniyor. r Özlem AKÇAM ambridge Üniversitesi’nde, yazar Paul Michel üzerine tez hazırlayan doktora öğrencisi ve edebiyat tutkunu, kız arkadaşının ısrarı üzerine Fransa’ya hakkında çalıştığı yazarı bulmaya gidiyor. Paranoid şizofren teşhisiyle yıllardır akıl hastanesinde tutulan ve yazarlığının yanı sıra eşcinselliğiyle de bilinen Paul Michel’in Michel Foucault’ya yazdığı, hiç gönderilmemiş mektupları bulan genç, günışığına çıkmamış mektupları okudukça yazarın neden delirdiğini de anlıyor. Bürokratik tüm engelleri aşıp akıl hastanesine girmeyi başaran öğrenci, metinlerinin ötesine geçip tutkuyla bağlandığı yazara temas edince hayatı ve algıları da değişmeye başlıyor: “Paul Michel ve yazdığı metinlerdeki gizli drama tamamen birbirine girmişti. Ve bu onun değil, benim yarattığım bir süreçti. Benim arayışımın sonu, hedefi, büyük ödülü Paul Michel olmuştu. Kendisi bizzat bir kitaba dönüşmüştü. Ben de şimdi o kitaptan bana tüm sırlarını açmasını istiyordum.” DELİLİK VE ACI Analizlerinde iktidar ilişkileri üzerinden giderek özneye odaklanan Foucault, Fransız Devrimi’nden önce belirli bir statüye sahip olan delilerin sonradan nasıl olup da sistem dışına itildiğini sorgular. Kapitalizmin faydacı anlayışı içinde delilerin barınamayacağını savunan Foucault, psikiyatri yöntemlerini de eleştirir ve “işe yaramaz” diye niteler. Romanda da Foucault ile mektuplaşan ve akıl hastanesine kapatılan yazar Paul Michel ve doktora öğrencisi arasında geçen diyaloglar ise Foucault’nun delilik, iktidar ve tahakküm kavramlarına dair parantezler açıyor. Yıllardır akıl hastanesinde tutulan yazar Paul Michel, deliliğini acıyla örtüştürüyor ve metinleri üzerinde inceleme yapan doktora öğrencisinin kafasını karıştıracak mühim bir soru soruyor: “Belki de” dedi, “dünyanın biçimini feci şekilde, acı çekecek kadar umursadığında ve mutlak, radikal bir değişimden daha azına razı olmadığında, insan kendini, dünyadan soyutlanarak ve onunla arasına mesafe koyarak koruyordur. Belki de metinlerimdeki uzaklık, tam da benim dünyaya dahil oluşumun ölçüsüdür? Belki de bahsettiğim o soğukluk, zo1 3 2 6 1 6 T E M M U Z Gürol Sözen, “Dostların her biri üretkendi; dünün ve bugünün ustaları onlar” diyor. Üstte, söyleşi sırasında Gamze Akdemir ile birlikte... C yediğiniz, içtiğiniz de hani sizin olmasın ne yer içilir, nasıl geçinilir, nasıl bir dünya düşlenirdi? “Müessesemizin büyük banisi, hayırsever, iyilik sembolü, hacı........ oğlu vefat etmiştir” ile başlayan kıskançlık(!) çetenin elebaşıydı! Kitapta açılımı var! Ama aslolan mahalleliydi. Onlar, öykümüzün gerçek kahramanı. Bizler ise arenada yan koltuklardaydık. Eski Çiçekçi Sokağına paraşütle inenlerin sayısı o denli çoğaldı ki kitabın arka yapraklarında “müessese” listesini çıkarmam gerekti. Sonra bir baktım ki listeyi Zincirlikuyu’dan, Karacaahmet’ten oluşturmuşum!.. Kitabımı onlara adıyorum. Birkaçı: S. Balcıoğlu, G. Dilmen, F. Doğan, B. Moran, B. Vardar, Ö. Başkan, B. Diren, G. Duyar, D. Soylu, A. Göktürk, İ.Z. Eyüboğlu, V. Özoğuz, B. Necatigil, İ. Cem, M. Kenter, M. Akan, Ş. Kurdakul, A. Oray, E. Afşar, Ö. Kabaş, C. Türel ve daha nice güzel dostlar... Marmara ve Dimitrikopula şarabı milli içki ilan edilmişti. “Nasıl bir dünya düşlerdik?” O günlerde, müesseseden psikolog arkadaşıma bir akıl hastasının yazıp verdiği bir notu, her yerde tekrarlıyorum: “Hayallerin işsizliğine akıl hastalığı diyorum ben.” Tarihçi Kitabevi’nce bir süre önce çıkan, “Kederi Dağıtan Mavi” adlı deneme kitabımda var bu. Hayallerimiz işsiz bugün. Belki de sevgili Tahsin Yücel’in kitabı gibi, “Düşlerin Ölümü” mü yaşanan? “SOKAK DERİN BİR ÖYKÜYDÜ, BİZLER DE GÖRGÜ TANIĞI” Değişen toplumu, yaşamları ve yaşama biçimlerini de ortaya koyuyor kitabınız. Geçmişten hüzünlü bir selam gibi. Biz buradaydık, bizi unutmayın diyorlar adeta. Çok haklısın gözleminde... Ne garip! Eski Çiçekçi Sokağı’nın her yerinde hüzünle ironi yan yana. Araya sıkışıp “imdat” çığlığını atan ise yalnızca sevincin sesi! Yani sarkacın iki yakası da öylesine curcuna ki! Bir yanı; pavyon dönüşleri, Beyoğlu’nun küfü, pası, ıslaklığı, çığlığı, yoksulluğu. Kavga, intihar, cinayet ve hüznü... Öteki yanı ise aşk, gırgır, kahkaha ve gece yarısı pencereden pencereye kahveli dedikodu, kısC U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I kançlık, düğün dernek ve Beyoğlu’nu ayakta tutan yüreği yanık dansözler... Bizler ise ara yerde mektepli. Sanat, manat!.. Sokak bizi hırpalamadan kendi içine çekmişti bir kere. Olduğu gibi kabullenilmiş bir hayattı yaşanılan. Yazdıklarım, tüm dostlarımla yaşadıklarım. Sokak, derin bir öyküydü zaten. Her birimiz ise görgü tanığı... Madam Berta kitapta kendini görseydi ne derdi bilmem! Ama mutlak, “Kuzum mahcup ettiniz beni. Bilseydim daha tikkatli davranır idim. O kadar kaldınız bir dolma bile yapamadım size” diyebilirdi. Silviya ise “Hâlâ erotik resim yapıyor musunuz kuzum?” diyebilirdi yanakları kızararak. Varyete gülü Rose ise hiç kuşkum yok: “Ooo mami! Tıpkı Paris!” derdi. n [email protected] Eski Çiçekçi Sokağı/ Gürol Sözen/ Remzi Kitabevi/ 190 s. runlu bir yanılsamadır? Olamaz mı?” Paul Michel, akıl oyunlarıyla ilerleyen diyaloglarının ardından, toplumun ve erkin dayattığı normları sorgulamayan doktora öğrencisine unutamayacağı bir tespitte bulunuyor: “Dinle, petit,” dedi usulca, “sen yirmi iki yaşındasın ve feci şekilde âşıksın. Bense kırk altı yaşındayım ve vesikalı bir deliyim. Gel gör ki, burada akli dengesi bozuk olanın sen olman daha muhtemel.” SÜRÜKLEYİCİ BİLMECE Kendisi de akademisyen olan ve Victoria dönemi ile çağdaş İngiliz edebiyatı üzerine dersler veren yazar Patricia Duncker, didaktik bir üslup kullanmadan romanının kurgusunu edebiyat ve felsefeyle harmanlıyor. Öpidal göndermeler, Foucault’ya dair görüşler, modern eleştiriler içeren roman, yalın dili ve sürükleyici kurgusuyla okuru içine çekmeyi başarıyor. Bir noktadan sonra edilgen olmaktan çıkan okur, gerçek ve kurgunun iç içe geçtiği metinde, bilmeceyi çözebilmek adına ipuçlarını kovalamaya başlıyor. Romanın sonuna gelindiğinde dahi tıpkı aşkta ve delilikte olduğu gibi gizem de korunuyor. İpuçlarını incelikle metnin içine yerleştiren Duncker, bilmeceyi okuyucunun çözmesini bekliyor. Okuryazar ilişkisini alışılmışın dışında ele alan ve metnin ötesindeki o büyülü bilinmeze sadece kelimelerin peşine tutkuyla düşenlerin erişebileceğini fısıldayan Foucault’yu Sayıklamak’ı okuduktan sonra diyeceğim ezcümle şudur; söze inanın, delileri sevin, hikâyeleri öpün. n Foucault’yu Sayıklamak/ Patricia Duncker/ Çeviren: Murat Özbank/ ON8 Kitap/ 252 s. 2 0 1 5 n S A Y F A 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle