Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Gürol Sözen’den “Eski Çiçekçi Sokağı” ‘Tanrı hiçbir zaman yanlarında değildi!’ Beyoğlu’nda sevda, hüzün ve coşkulu günleriyle gelip geçen bir on yılın anlatısı... Gürol Sözen’in 19631973 arasında dostlarıyla geceli gündüzlü yaşadığı Eski Çiçekçi Sokağı’ndaki resim atölyesinin penceresinden notlar… Günümüz edebiyat ve sanaat dünyasının ünlüleriyle yaşanmış film gibi Beyoğlu öyküleri... Sözen’le “Eski Çiçekçi Sokağı” kitabı üzerine söyleştik. r Gamze AKDEMİR ençliğin ve dönemin İstanbulu’nun, Beyoğlu’nun kımıl kımıl portresi Eski Çiçekçi Sokağı. İçi içine sığmayan bir heyecanla yazılı. Duygusal ve bir o kadar da nüktedan biçemde bir anımsayışlar kitabı. Öyküsel bir anlatı. İlk olarak okurlara seslenişini ve davetini anlatın bizlere. Gamze arkadaş, öylesine can evine yüklenen tanım ki not defterimin ilk boş sayfası önünde bakakaldım: Âşık ama ne yazacağını bilemeyen bir “talebe” gibiyim!.. Dillendirdiğim Eski Çiçekçi Sokağı, 19631973 arasının Beyoğlu’su... Anadolu’nun İstanbul’u, Beyoğlu’su, desem abartmış mı olurum? Hani, kocaman ve ağzına kadar mektup dolu deri çantası sırtında, oflaya puflaya mahalleyi dolaşan çelimsiz ama kararlı postacısı var ya; izne çıkmış bir gün. İzninin ilk günü, hemen evden fırlayıp mektup dağıttığı sokakları gezmeye başlamış! Benimki de o olmalı. Evet!.. Ben de izinliyim ve Eski Çiçekçi’nin sokaklarını geziyorum kitabımla. Saman kâğıdına mürekkepli dolma kalemim ile alıcısının adını yazıp, zarfın sağ köşesine pulumu yapıştırıp, desenler çizdiğim mektuplarımı dağıtıyorum: Tek tek kapılarını çalıp sohbet ederek. Ama bu “öyküsel anlatı”nın her biri isme yazılı, yani komşularıma... Her biri sanal değil gerçek. Tanrı gökten bakıyorsa (ki sanmam) kıskanabilir! Hiçbir zaman onların yanında değildi Tanrı! Çünkü Eski Çiçek’tekiler her gün günah işliyordu! Yaranın ağzıyla söylenmiş şeylerdi küfürleri, başkaldırıları. Coşkunun, acının, küf kokulu karanlık sokakların, kabullenilmişliğin ara yerine sıkışmıştı hiciv. Gizemliydi derinlikleri. Ben ise onların aracısıyım o kadar. Kuşkusuz kitabımı Remzi Kitabevi adına gün ışığına çıkarıp yayınlayan dostum Öner Ciravoğlu’nun payı da çok büyük. “KURU FASULYEDEN İŞKEMBEYE YATAY GEÇTİK!” Sokaklarında, mekânlarında rast geldiğimiz pek çok önemli isim de yoldaşınız ve atölyenizin müdavimi. Bu isimleri burada da anmamızı isterim. O çatıyı, buluşmaları, yolların kesişmesini, ilk merhabayı... S A Y F A 8 n 1 6 G Laleli, Beyazıt arasındaki Edebiyat Fakültesi koridorlarında, öğlenleri öğretim üyesi genç abilerimizle gidilen kurufasulyecide başladı öykümüzün bu yanı. Kurufasulyeci bir simge. Sanat tarihi, tarih, arkeoloji, felsefe, sosyoloji, psikoloji; İngiliz, Fransız, Alman ve klasik filoloji ve edebiyat kürsülerinin “müdavimleri” şiire, öyküye, çeviriye çoktan bulaşmıştı zaten. Beyazıt’taki Sahaflar ve Küllük’teki çaylı kahveli masalarına bizler de yatılı tebelleş olmuştuk. Edebiyat dergileri de çıkarıyorduk; kızlara caka satmak ve fark atmak için! Kimsenin umurunda değildi; çabuk bozguna uğradık ama yılmadık: Kemal, Refik, Eray, Afşar, Berfe şiirleriyle fark atıyordu her birimize. Onca usta, şiirlerini, öykülerini okulun amfilerinde okuyordu: A. Hamdi Tanpınar, A. İlhan, A. H. Çelebi, H. Taner, B. Moran, M. Gökberk, A. Müfid Mansel, İ. Z. Eyüboğlu, A. Kadir, A. Damar, A. Behramoğlu, B. Yıldız, O. Arıburnu, A. Veli, B. Necatigil, Ö. Asaf’lı ve daha niceleri ile geçen günler… 1960 ihtilalinde ise meydanlardaydık. İşte o grubun gölgesindeki çömezler kuru fasulyeden işkembeye yatay geçiş yaptı bir gün; hem de yolları arşınlayarak. Laleli’den tabanvayla Beyoğlu’na, İstiklal’e çıkıp “İşte biz geldik” dedik ama kimsenin umurunda değildi; bir gün bile Beyoğlu kıçını dönüp bakmadı bizlere. Azimliydik! Kanımıza Beyoğlu ve İstiklal girmişti bir kez. Şiir, sanat oradaydı. Tiyatrolar, sinemalar, konserler, şenlikler oradaydı. Tabii ki koltuk meyhaneleri de. Kentin bin yıllık geçmişi de oradaydı. Eski Çiçekçi Sokağı’nda, resim atölyesinin altındaki “o çatı” öykümüz olmuştu artık. Ne var ki sokak bir İstanbul’du: Rutubet kokan bir geçmişin İstanbul’unda 4050 metrekarelik bir “müesesese!” “MÜESSESEMİZE HOŞ GELDİN GAMZE ARKADAŞ!” Sokağı “muhit” olarak halkı ve değişen profiliyle sosyolojik bir duyguyla da yazıyorsunuz. Bunu nasıl konuşmalıyız? Her biri bir roman kahramanı gibi. Hani film gibi de diyeceğim ama zaten dönemin Türk filmlerine bakınca görüyoruz da, oradalar! Gamze arkadaş bin teşekkür; “Müessesemiz” adına hoş geldin aramıza! Nasıl yani? Eski Çiçekçi’yi öylesine içten ve derinlemesine yorumladın ki kanatlarım olsaydı sevinçten havalanıp karşı komşumuz Madam Berta’nın küçük balkonuna konuverirdik. İnan, Madam Berta seni gördüğünde hiç şaşırmadan bulanık gören gözlerini kısıp, “Kuzum, çok yorulmuşsunuzdur. Bizim merdiven öyle kolay değil ki şıp deyi gelesin. Silviya çayı yeni demledi, vereyim! Siz çayınızı içerken üstüme bir şey alayım. Karşınızda bu kıyafet ayıp” derdi. “Zır neşe” bir sokak, harbi yürekleri, feleğin çemberiyle haşır neşir, yarın diye bir şeyin olmadığı, kahpe kaderleri ile “zır neşe”. Atölyemin aklanıp paklanmış tek büyük penceresinden dostlarımla görüp duyduklarımız yeter ve artardı bile okura aktarmak için. Hayatın küçük ama derin tanıkları sokaklarda tur atıyordu; neyi abartayım? Rumu, Türkü, Ermenisi, Yahudisi, Arnavutu, Çerkezi, Kürdü, İspanyolu, İtalyanı... İnsan olabilmek için gerekli değildi ki bunlar, sorgulayayım... Haklısın, her biri bir roman kahramanı: Fellini’nin, Pietro Germi’nin filmlerindeki İtalya’sından kaçıp Eski Çiçekçi Sokağı’na sığınmışlardı sanki. Her bir karesi tıka basa hayat dolu; farkında bile değillerdi çekilen filmin! Sis, küf ve arada bir sızan güneş artığı... Ne tesadüf! Eski Çiçekçi Sokağı’nın önceki adı da Linardi imiş zaten. Beyoğlu’nda İtalyan bir tüccar olan Linardi’nin adı verilmiş sokağa. Linardi adı da “çiçek” anlamında olmalı. “Tüm bunları nasıl konuşmalıyız?” diyorsun. Öylesine zor ki yanıtlaması. Görkemli mimarisi ile Saint Antoine Kilisesi’ne sırtını yaslayan bir sokak ve kilisede diz çöküp dua edenleri bilmem ama İsa’nın bir gün bile gölgesinin arka sokağa düşmediği bir mekânı nasıl konuşmalı? Öksüz kalan boncuk gözlü atın yalnızlığını, arabacı Yakup’u nasıl konuşmalı? Üniversite’den koşup gelen şairler, yazarlar, çizerler, tiyatrocular, müzisyenler, bilim adamlarının işi neydi bu curcunada? Adlandıramadıklarımızın hasretiydi bu belki. Ama coşku ve lezzet rüzgâr gibiydi. “SIFIRIN TÜKETMİŞLERİN ÇUKURUNA PARAŞÜTLE İNİVERMİŞTİK!” On yıl yaşadığınız Eski Çiçekçi Sokağı’nda sanatın pek çok dalı nasıl adımlandı ve sokak, yapıtlarınıza nasıl yansıdı? Dostların her biri üretkendi; dünün ve bugünün ustaları onlar. Dünya edebiyatından çeviriler, araştırma gezileri, şairler, hikâyeciler, romancılar, tiyatrocular, tiyatro yazarları, müzisyenler, mimarlar, karikatüristler, gazeteciler, dergiciler yani sanat ve bilim “erbapları”, kendiliğinden oluşuvermişti. Ortak nokta, üretmek ve keyif almaktı hayattan. Yeri geldiğinde de ödün vermeyen siyasal davranış biçimindeki dayanışmaları da unutamam. Ama en önemlisi hep birlikte paraşütle, Eski Çiçekçi Sokağı’ndaki sıfırı tüketmişlerin çukuruna inivermiştik! Öykümüze onlar egemen. Sokağın resmini ise hiç çizmedim. Çünkü Eski Çiçekçi’de tanık olduklarım resmimi aşıyordu. Ama bugün dip dalgaları gibi resmimdeler her biri; sokakta ve evlerdekilerin derin hüzünlerini resmimde sürdürüyorlar, sanırım. Ne garip; yüzlerindeki çizgiler, yanık kahverengi, küf yeşiller, griler, lacivertler ve yanık kırmızılarla devam ediyor bu etki. Tümü, bir tortu, belki... Bir de sorgulanarak süren hayat acı da olsa ister istemez gülümsetiyor. Ya tersi olsaydı! Her şey düzgün gitseydi nasıl paniklerdim bilemem. Belki de yok olmuştum ruhsuz zenginliğim ve saltanatımla. Kim bilir? Üstelik, “Eski Çiçekçi’den hiçbir dostu anamayacaktım bugün. İşkembeci Vasil’i bile. “HAYALLERİMİZ İŞSİZ BUGÜN” “Müessesemiz”, dediğiniz atölyenizdeki “çete”nin üyeleri kimlerdi? Sonra K İ T A P S A Y I 1 3 2 6 Fotoğraflar: Can EROK Bir yanı; pavyon dönüşleri, Beyoğlu’nun küfü, pası, ıslaklığı, çığlığı, yoksulluğu. Kavga, intihar, cinayet ve hüznü... Öteki yanı ise aşk, gırgır, kahkaha ve gece yarısı pencereden pencereye kahveli dedikodu, kıskançlık, düğün dernek ve Beyoğlu’nu ayakta tutan yüreği yanık dansözler... Bizler ise ara yerde mektepli. Sanat, manat!.. T E M M U Z 2 0 1 5 C U M H U R İ Y E T