23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> gerçekleştirildiğinde, DP kurulalı henüz yedi aya yakın bir süre olmuştu. Parti örgütlenmesini tam anlamıyla tamamlamamıştı. Buna karşın 1946 seçimlerinde hatırı sayılır bir başarı elde etmişti; ama DPCHP arasındaki ilk topyekun kapışmanın 1950 seçimleri olduğunu unutmayalım. O tarihe kadar “oy verme” eylemi, tercih etmek, seçmek filleriyle değil, tasdik etmek fiiliyle komşuydu. 1950 seçimleriyle birlikte iktidarın, hükümetin seçilmiş ve tercih edilmiş karakteri öne çıkar. Bu bağlamda Soğuk Savaş’ın kendisini de unutmamalı. ABD safında etkin bir şekilde yer almayı dönemin bunun içerisine 1946 sonrasının CHP’sini de katarak konuşmak gerekiyor “başarısı” şeklinde okumalıyız. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan modernleşme zihniyeti, “Sovyetler” safında yer almayı kabul edemezdi. Dönemin Türkiyesi’nde, Sovyetler hâlâ Rusya hâlâ Moskof’tu ve bu haliyle daha çok tarihsel bir düşmanı çağrıştırmaya devam ediyordu. Buna sosyalizm düşüncesinin dönemin entelektüeli ve bürokratının kafasındaki imgesini de eklememiz gerekiyor. Tanzimat’tan Cumhuriyete Osmanlı, Cumhuriyet’in ilk yıllarından da 1950’lere kadar ekonomi politik pratiğimiz kapitalist modeli kendisine rehber edinmişti. Tüm bu faktörler Türkiye için ikinci kutbu tercih edilir olmaktan çıkarıyordu. O yüzden 1950’ler Türkiyesi için iki kutuplu dünya, aslında ikinci kutbu olmayan bir “iki kutuplu dünya”ydı. İkinci kutbu hiç de cazip görünmeyen bu dünya haritasında Türkiye ciddi bir güvenlik kaygısı içindeydi üstelik. Lozan’la ülke dünya üzerinde tanınıyordu; o kadar. Oysa onun ihtiyaç duyduğu şey sadece bu değildi. Kore’ye asker gönderme sürecinde hiç bir siyasi partinin buna karşı çıkmadığını, karşı çıkışın sadece asker gönderme kararının alınış biçimine olduğunu hatırlamak gerekiyor. Yine tüm partilerin üstü kapalı da olsa kabul ettiği şey, NATO’ya kabul ile Kore’ye asker gönderme kararı arasında kurulan ilişkiydi ve hiçbir parti bunu eleştirmiyor, aksine destekliyordu. Bununla ilgili ayrıntıları Anıl Varel’in kitapta yer alan, makalesinde bulmak mümkün. Bir siyasal iletişim aracı olarak radyo, tarımda makineleşme ve onun sonuçları, 1950’ler boyunca yaşanan göç, CHP’nin dönüşümü gibi konular da kuşkusuz o dönemin unutulmazlarından. nu çoğunluk sistemine dayalı tek dereceli bir seçim kanunu getiriyordu. Bu kanunu getirenin CHP, itiraz edenin DP olması önemli bir ayrıntı. 1950 seçimlerinden mutlaka galip çıkacağı düşüncesindeki CHP, büyük partilere avantaj sağlayan bir seçim sistemiyle bu avantajını perçinliyordu. DP ise parlamentoda küçük partilere daha avantajlı sonuçlar üreten nispi temsil sistemini savunuyordu. Özetle seçimler öncesinde DP ve CHP’nin ortak kanaati, CHP’nin iktidar DP’nin güçlü bir muhalefet olacağı yönündeydi. Seçim sonuçları hiç de öyle olmadı. Takip eden yıllarda bu kez nispi temsil sistemini savunan bir CHP ve çoğunluk sisteminin sonuçlarından gayet memnun bir DP ile karşılaşacağız. Bunu da Türkiye demokrasisinin garabeti olarak bir yerlere not etmek gerekiyor. “TÜRKİYE DEMOKRASİSİNİN GARABETİ!” n 16 Şubat 1950’de kabul edilen yeni seçim kanunu dönemin iklimini belirleyen hangi tartışmaları beraberinde getirdi ve gerçekleştirilen seçimler hangi beklentileri tersine çıkardı? n Bu tarihte değiştirilen seçim kanu “REEL POLİTİĞİN BELİRLEYİCİSİ HEP GENEL BAŞKANLAR” n Menderes’in Başbakanlık dönemine kadar Cumhurbaşkanları ve Başbakanların Cumhuriyet’in erken dönemindeki siyasî ağırlıkları ve aralarındaki güç dengesi nasıldı, sonrasında nasıl? n Türkiye’de Başbakanların siyasi ağırlıkları ve belirleyicilikleri her zaman vardı. Kendi makalemde de bu konuda örnekler vermeye, İsmet İnönü ve Mustafa Kemal arasındaki bazı gerginlikleri bu bağlamda değerlendirmeye çalıştım. Bu gerginlikler iki kişinin birbirine yönelik kapris ve alınganlıklarının ötesindedir. Bize Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık kurumları arasındaki dengeyle ilgili fikir verir. Benzer durumlar İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı dönemi için de geçerli. 1950’den sonra değişen şey, Cumhurbaşkanları ve Başbakanlar arasındaki güç terazisindeki göreceli değişimi; bu tarihten sonra siyasi tarihimizi Başbakanlar üzerinden okumaya başlarız. Buna neden olan da Cumhurbaşkanlarının (siyasi değilse de) teknik olarak parti genel başkanlığı ve parti üyeliğinden ayrılmaları. Bunun etkisi çok büyük. Çünkü istifa eden parti genel başkanı yani yeni cumhurbaşkanı artık partisi içerisindeki otoritesini daha da önemlisi partisinin milletvekili aday adaylarını belirleme yetkisini, ayrıcalığını yitirmeye başlar. Artık bu güç Başbakanların elindedir. Parti içerisindeki iktidara kim sahipse siyasetin direksiyonunda da o oturur. 1950’den önce Cumhurbaşkanlarıydı ve siyasetin, reel politiğin belirleyicisi onlardı; 1950’den günümüze aslında değişen bir şey olmadı. Reel politiğin belirleyicisi yine genel başkanlar. Fakat artık iktidar partisinin genel başkanı artık Cumhurbaşkanı değil, Başbakan. n Türkiye’nin 1950’li Yılları/ Hazırlayan: Mete Kaan Kaynar/ İletişim Yayınları/ 740 s. KItap 26 Kasım 2015 15
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle