26 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Jonathan Sperber’in Karl Marx Biyografisi Bir yaşamın envanteri Jonathan Sperber’in “Karl Marx: 19. Yüzyılda Yaşanmış Bir Hayat” başlıklı çalışması, alanında uzman bir on dokuzuncu yüzyıl tarihçisinin kaleminden, yaşadığı çağa ve sonrasına damgasını vurmuş bir ismi, ikonlaştırmadan anlatıyor. r Derviş Aydın AKKOÇ lus Baker, Kanaatlerden İmajlara adlı çalışmasında, “büyük filozoflara” ilişkin , Nietzsche’nin sözünü ettiği üç temel felsefi niteliğe değinir: alçakgönüllülük, dürüstlük ve yoksulluk. Ahlaki yahut dini olmaktan ziyade felsefi bir tavırdan gıdasını alan bu temel nitelikler, “büyük filozoflar” açısından elzemdir. Gösterişsiz bir hayat sürmek, kurumsal iktidar makamlarını elinin tersiyle itmek, şan ve şöhret bahsini ebediyen kapatmak, tensel hazları dengelemek, belli bir yalnızlık alanında kalmak vb. bu üç niteliğin “büyük filozoflar”da hayat bulmasına bağlıdır. İlk bakışta, geleneksel anlamda “çilecilik” gibi görünse de bu nitelikler, aslında bambaşka bir edanın ifadesidirler: “Büyük filozoflar” bu nitelikler sayesinde kendilerini dışarıdan gelecek saldırılara karşı korumaya alırlar; düşünce üretimlerini de bu esnada icra ederler. BİR “BÜYÜK FİLOZOF” OLARAK KARL MARX Baker’in altını çizdiği niteliklere sahip “büyük filozoflar”dan biri de Marx kuşkusuz. Düşünceye ve eyleme adanmış bir hayatın öznesidir o. Yoksul bir düşünürdür. Daha baştan kendi “talihini” milyonların talihine bağlamış, özgürlük istencini “bencilliğin” sınırlarından aşırarak, dünyatarihsel bir düzleme kaydırmıştır. Eylem ve düşünce arasındaki mesafeleri kapatmaya azmeden, insan tekinin bu iki esaslı etkinliğini bizatihi kendi varoluşunda birleştiren bir düşünür olarak Marx’ın hayatı, hâlâ pek çok açıdan ilgi çekicidir. “Büyük filozofların” düşünceleriyle hayatları arasında kimi bağlantılar vardır. Cemal Süreya’nın “şairin hayatı şiirine dahil” sözünü “büyük filozoflara” uyarlamak mümkün mü? “Filozofun hayatı düşüncesine dahil” dediğimizde, sınırı çok mu ihlal etmiş oluruz acaba? Sanmam. Nietzsche, Spinoza ya da Marx gibi filozoflar kendi hayatlarını da bir “esere” dönüştürmüşlerdir. Bu durumda, filozofların düşüncelerini anlamak için hayatlarına, hayatlarını anlamak için de düşüncelerine bakmak C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I gerekir. Birbirlerini tam olarak görememe ihtimalleri olsa da düşüncenin hayata, hayatın da düşünceye bakmasından ötürüdür bu gereklilik. Nesnelbilimsel verilere dayanan, güvenilir tanıklıkları eksen alan, kıyıda köşede kalmış arşiv kırıntılarını bir araya getiren, parçadan bütüne giden, kısacası derli toplu biyografi çalışmaları işte bu durumda hayli önem kazanır. ERDEMLİ TUTUM Jonathan Sperber’in Karl Marx: 19. Yüzyılda Yaşanmış Bir Hayat başlıklı çalışması, dört başı mamur biyografi çalışmalarından biri. Biyografi kitapları, gereksiz ayrıntılardan, hamasi tonlardan, aşırı sevgiden ötürü bazen son derece sıkıcı olabiliyor. Bitirmeden elinden atabiliyor okur böylesi kitapları. Ama Jonathan Sperber’inki öyle değil. U Marx’ı onun kendi çağında ve ilişkiler ağında tartışmak. Marx biyografilerinde çoğunlukla ihmal edilen bir tutumdur bu. Marx’ın özel hayatı, eylemleri, entelektüel faaliyetleri 19. yüzyıl bağlamında kalınarak tartışılıyor kitap boyunca. Hal böyle olunca 20. yüzyıldaki Marx imgeleri de yerli yerinden edilmiş oluyor: Marx’ı totalitarizmin (Stalinizm’in vb.) kurucusu olarak gören yaklaşımlar tarihsellikten yoksundur, bağlamsızdır. Marx’ın hikâyesinde kendi hikâyemizin izlerini sürebilmenin onu bağlı olduğu zaman diliminde görmekten geçtiğini belirtiyor Sperber, haklı olarak: “Marx’ı kendi çağımızda değil, ait olduğu çağda anlamak aslında mevcut durumumuzu anlamamıza yardımcı oluyor. Mühim olan, Marx’ı bizim dünyamızda değil, kendi dünyasında görebilmektir.” Sadece Marx için değil, pek çok kişi için pek yapamadığımız bir edimdir bu. Kişiyi kendi koşullarımız dahilinde alımlamak ama bu süreçte kişinin kendi koşullarını hesaptan düşmek: Hatalar, yanlış yorumlar kaçınılmazdır. Jonathan Sperber’in bu “erdemli” tutumu, halihazırdaki bir portreyi temize çıkarma niyetinin değil, tarihçinin “olanı olduğu gibi anlatma” stratejisinin yansıması. Sperber’in Marx biyografisi, anaakım sosyalistkomünist mahfillerde olduğu üzere angaje bir meraka ya da karşıt cephelerde yer alanlarda olduğu üzere kör ve bağnazca bir nefrete değil, soğukkanlılıkla işleyen bir anlama arzusuna dayanıyor. Marx hakkında bildiğimizi sandığımız kimi şeyleri yeniden sorgulatması açısından da ayrıca kıymetli. Hakkında ciltler dolusu yazılmış tarihsel bir şahsiyet hakkında, “fazladan” ne öğrenebiliriz ki sinizmini geçersizleştiren bir çalışma Sperber’inki. MARX: İNSAN MI, PEYGAMBER Mİ? Toplumsal, siyasal ve tarihsel açılardan etki alanı geniş olan her düşünürün başına gelen bir hadise, Marx’ın da başına gelmiştir: İkonlaştırma. Ölümünden sonra Marx’ın üç özelliği öne çıkarılmıştır: Yahudiliği, devrimciliği ve bilimciliği. Marx’a yönelik saldırılar da aşırıya varan övgüler de işte bu üç özellik etrafında kümelenmiş; yirminci yüzyılın sonlarına kadar da Marx’ın ismi teolojik/efsanevi anlamlar eşliğinde zikredilmiştir. Kâh gelecekten dem vuran bir “kâhin” muamelesi yapılmış, kâh toplumları doğru yola sevk eden bir “peygamber” olarak görülmüş, kâh yirminci yüzyılı kasıp kavuran vahşetlerin sorumlusu addedilmiştir. Bugün önyargı tabakalarını bir tarafa bırakıp, ikonlardan medet ummayı keserek, Marx’a Marx olarak bakmak gerektiğine şüphe yok. Marx bir peygamber olmadığı gibi İncil yahut Tevrat yazarı da değildi. “Siz bir büyük filozofsunuz,” denilseydi, muhtemelen tanımdaki “büyük” sıfatına da karşı çıkardı. Buradan bakıldığında, Jonathan Sperber’in “büyük filozoflar” tabirindeki “büyük” sıfatının düşünceyle ilgili olduğunu, bu düşüncenin de öznenin içinde bulunduğu koşullara sıkı sıkıya bağlı olduğunu, yani Marx’ın da herkes gibi bir insan olduğunu satır aralarında duyurması, kitabın en güzel taraflarından biri. Marx’ın da aşk acısı çektiğini, babası tarafından azarlandığını, parasız kaldığını, dönemin siyasi otoritelerinin hışmına uğradığını, sürgün edildiğini, ateşli bir militan olduğunu, inançlarının kimi kırılma anlarında sarsıldığını ama insanlığın özgürlük ütopyasından asla taviz vermediğini görmek, Marx’ı görmek ve anlamaktaki başlıca kıstaslardan. Marx, içinde “herkesin emeğine göre” yaşayacağı komünist dünya imgesini biraz da kendi deneyimlerinden hareketle oluşturmuştur. Sperber’in çalışması, tam da bu deneyimlere ışık tutması itibarıyla eşine az rastlanır kitaplardan. n Karl Marx: 19. Yüzyılda Yaşamış Bir Hayat/ Jonathan Sperber/ Çeviren: Gül Durna/ İletişim Yayınları/ 518 s. Jonathan Sperber’in Karl Marx: 19. Yüzyılda Yaşanmış Bir Hayat başlıklı çalışması, dört başı mamur biyografi çalışmalarından. Okur, bir polisiye ya da politik roman okur gibi kapılıyor anlatılanlara. Cüssesine rağmen heyecan ve hevesle ilerliyor sayfalar. Okur, bir polisiye ya da politik roman okur gibi kapılıyor anlatılanlara. Gül Durna’nın su gibi akıp giden, okuru yormayan ferah çevirisi de kitabın okunmasına ayrıca bir lezzet katıyor. Jonathan Sperber, alanında uzman bir on dokuzuncu yüzyıl tarihçisi. Marx’ın yaşadığı yüzyıla hâkimiyeti hayranlık uyandırıcı. Müthiş bir titizlikle kurmuş anlatısını. Marx şahsında bir hayatın envanterini çıkarırken, estetik bir eser hakkında konuşuyormuş gibi hassas bir yöntem izliyor Sperber: Mekâna, zamana, karakterlere, olaylara ve olgulara, dönemin iktisadi, siyasi ve toplumsal koşullarına yerleştirerek resmediyor Marx’ı. Jonathan Sperber bir noktaya önemle bağlı kalıyor çalışmasında: 1301 2 2 O C A K 2 0 1 5 n S A Y F A 1 7
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle