26 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Adnan Özyalçıner’den “Alandaki Park” ‘Beni yaşadıklarım ve yaşatılanlar ilgilendiriyor!’ Usta yazar Adnan Özyalçıner imzalı, kent ve insan ilişkisini odağa alan öykülerin yanı sıra Gezi Direnişi’nin de vurgulandığı yetkin bir toplam “Alandaki Park” okur karşısına çıktı. Özellikle öyküler ve anlatılardan oluşan kitabın başında yer alan Gezi Parkı Direnişi’nin yansıması iki öykü, genç aklın kentini, bir anlamda özgür yaşamını, yaşam hakkını savunmaya kalkışının imgesel bir izdüşümü niteliğinde. “Güncel Olanlar” bölümünde yer alan bu öykülere yaşananlardan kaynaklanan iki öykü daha ekli. Özyalçıner’in dergilerde kalan birkaç öyküsü de “Araya Girenler” başlıklı bölümü oluşturuyor. “Sondakiler” bölümündeki metinler, son dönemde yazılmış; daha çok kısaöykülerle anlatılardan meydana geliyor. Son dördü ise daha önce hiçbir yerde yayımlanmayanlar. Hepsi güncel olaylardan, toplumsal yaşamımızdan insanların yaşama serüveninden çizilmiş resimler niteliğinde. Adnan Özyalçıner’le “Alandaki Park”ı konuştuk. r Gamze AKDEMİR itabınızda eski ve yeni öyküleriniz iç içe. Nasıl bir izlekte birleşip buluştular? Ben öykülerimde de öykücülüğümde de “eski” diye bir şey bilmiyorum. Tarih olarak daha önce yazılmış olsa da son kitabıma aldığıma göre yeni. Kaldı ki ilk öykülerimden başlayarak “yenilikçi” olduğum bilinir. Eskilik bunun neresinde anlayamadım. Kitapta da “Arada Kalanlar” olarak belirtildiği gibi dergi sayfalarıyla kimi seçki kitaplarında kaldığından yeniliklerinden de kuşku duymadığım için en yeni öykülerimle eşleştirdim onları. Bir araya getirilişleri bundan. İçerik, biçim açısından da S A Y F A 1 6 n 2 2 buluşmaları gerekiyordu. Öksüz kalmasınlar diye. Öykülerinizi, en tedirgin anları bile hür bir maviyle yaralı veya yalnız bir kuşun kanadından bereketli bir vizörle yakın plandan yazıyorsunuz diyebiliriz sanırım? (“Serçeyi Uçurmak”, “Yunus’u Duyun”) Söylemek bana düşmez ya gene de söyleyeyim: Benim öykülerimin görüntüsel bir yapısı var. Yakın plana alınan gökyüzünün maviliği ya da kuşlar daha çok metaforik bir anlam taşıyor. İşaret ettiğiniz öykülerin ana mesajı: Özgürlüğe ulaşmak. İnsan hak ve özgürlüklerinin çiğnenmesine karşı çıkmak. “ALANDAKİ PARK ÖYKÜM, YAŞLI BİR KENTLİNİN SAHİPLENİŞİ” Dağarınıza silinmezce işli Gezi Direnişi kaleminize nasıl yansıdı ve kitabın insankent ilişkisi bağlamını nasıl bütünledi? Ben “Alandaki Park” öyküsüyle de olabiliyordu. Onlar, direnişe gözünü yumup alandan bir şey yokmuş, bir şey olmuyormuş gibi geçebilenlerdi. Onlar da duran adamın pasif direnişindeki uyarısıyla bir araya geldi. “Kuşlar da Vardı” öyküsü yeniden bir araya gelişin, bir anlamda kentsel direnişin öyküsü oldu. Zaten baştan beri anlatmaya çalıştığım kentle insan ilişkisiyle çelişkisinin yer aldığı öykülerle birleşmeleri kaçınılmazdı. Işıklar, renkler, resimler... Günlük hayattan anların ve küçük keşiflerin bellek kaydı, kent ve insan anekdotları, tarihin suretlerinin çağın ışıkları ve insanlarıyla metaforlaşması, resimleşen kavilleşmesi. Sokakları, hayatı tüm unsurlarıyla adımlayan öyküler. “Karın Kavalcısı” bir örnek. “Yazdan Kalma Bir Gün”, “Ada Yolcuları” sonra. Kitabınızdaki öyküanlatıların evrenini böyle yorumlamak ne kadar olası? İnsanmekâneşya ilişkisi bütün öykülerimde var. Kentse insanyaşam ilişkisi açısından bana düşünemediğim kadar geniş olanaklar sağlıyor. “Yağma” kitabıma yazdığım “Kitap Üstüne Birkaç Söz” de şöyle demişim: “Başkişi, öyküsü anlatılmaya çalışılan şehrin kendisidir. ”Bu kitapta da durum farklı değil. Kişilerin kentle olan ilişkileriyle çelişkileri her seferinde yoksulvarlıklı, yönetenyönetilen gibi kesinleşen ayrımları ortaya koyacak. “ÖYKÜLERİM GEÇMİŞİ, BUGÜNÜ VE GELECEĞİ BETİMLER” Yunus’un, Hacı Bektaşı Veli’nin dili, dağarı nasıl bir esin olageldi sizin için? Yunus da Hacı Bektaş da Moğolların bozguna uğrattığı Anadolu’da halkı yeniden bir araya getirerek yoksulluğu yok edip bölüşümcü, eşitlikçi, özgür bir yaşam sağlanmasına önayak oldu. Yapıtta kaleminizden bize ulaşan hemen tüm portreler, insanlar, keşfedilmeyi bekleyen roman kahramanları gibi. O yoğunlukta gözlemlenilmiş ve yazılmışlar adeta. Resmedilişleri o denli kuvvetli. Böyle diyebilir miyiz? Haklısınız. Bence o öykülerin her biri geçmişi, bugünü, geleceği betimler ya da anlatır. Yoğun oluşları bu yüzden. Açılımlarını okur düşünsün, okur bilsin diye. Yapıt, eski zamanın canlıcansız suretlerini/ öğelerini/ binalarını yeni ile nasıl bir simgesel ruhla buluşturuyor? Kenti kent yapan tarihi. Bu inançla bütün o nesnelere bir söylenceyle ne bileyim bir şehir efsanesiyle, bir söylentiyle yaşam katabilir, o nesneleri bir taş yığını, cansız bir görüntü olmaktan çıkarabilirsiniz. Önemli olan geçmişi geçmişe gömmek değil, günümüzde, gelecekte yaşatmaktır. Öyküanlatının tam olarak olmasa da otobiyografik anlarla buluştuğu anları anlatır mısınız son soruda? Ben anılarımı yazmayı hiç düşünmedim. Düşünmüyorum da. Yaşadıklarım beni ilgilendiriyor. Bir de yaşatılanlar. Dayatılanlar demek istiyorum. Her zaman yaşadıklarımla yaşatılanları içinde anı kırıntıları da var kurguladım. Kurgulayıp öykü olarak anlatmaya çalışıyorum. n [email protected] Alandaki Park/ Adnan Özyalçıner/ Evrensel Basım Yayın/ 136 s. K İ T A P S A Y I 1301 gençlerin direnişinde yaşadıkları kenti, kent yaşamını, kendi özgür yaşamlarını, bir anlamda yaşama haklarını korumak isteyişlerindeki haklılığa yaşlı bir kentlinin destek oluşunu anlatmak istedim. Bu genç, yaşlı, çocuk, kadın, erkek bütün kentlilerin kentlerini sahiplenmede bir araya gelişlerinin, gelebildiklerinin, gelebileceklerinin öyküsüydü. Öte yandan bu direnişten ürkenler, özellikle de yasaklarla, polis baskısıyla ürkütülenler ‘Ben artık buradayım, mahalleye dönmüyorum’ “(...) Anladığım kadarıyla şimdi sıra parkın kendisindeydi. İşi ağaçların sökülüp götürülmesinden başlamışlardı. Sonra yeşillikler yok olacaktı. Orta yere de dev bir kışla dikildiğinde ne Elmadağ’dan Taksim’e çıkılan sessiz yol, ne ağaçlarla çiçeklerle insanlarla birlikte soluk alabilen/ alınabilen gökyüzüyle özgürce uçuşan kuşlar kalacaktı. Dayanamadım, parka geldim. Göğsümü gere gere, Taksim yönündeki bir sıra mermer merdiven üstlerine basa basa çıkıp kalabalığa karıştım. Park benim gibi her yerden gelen genç, yaşlı, kadın, erkek insanla dopdoluydu. Çadırlar kurulmuş, ağaçların altına oturtulmuştu. İş makineleri parktan uzaklaştırılmıştı. Bütün ağaçlar, rengârenk çiçekler yemyeşil çimenlikler parkın masmavi gökyüzüyle uçuşup duran kuşlarıyla birlikte koruma altına alınmıştı. Parka gelip kalabalığa karışmamın üstünden çok geçmedi. Tam ordan, bayramlarda tahta tribünlerin kurulu olduğu, işçi kürsüsünün kurşunlandığı yerden polis gaz bombalarıyla, tazyikli suyla, plastik mermiyle üstümüze saldırdı. Parkı yakıp yıktı. Kuşları kaçırdı. Biz de kaçıştık elbet. Gözaltına alınanlar, yaralananlar oldu. Yılmadık. Ertesi gün gene parktaydık. Direnmeyi sürdürdük. Bugün direnişin onuncu günü. Ağaçlarla, çiçeklerle, insanlarla, gökyüzüyle, kimisi yaralanmış uçamıyor olsa da kuşlarla iç içeyim. Ben artık buradayım. Mahalleye dönmüyorum...” 06.06.2013 (“Alandaki Park” adlı öyküsünden) O C A K 2 0 1 5 K C U M H U R İ Y E T Fotoğraf: Kaan SAĞANAK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle