20 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Müesser Yeniay'dan "Öteki Bilinç: Gerçeküstücülük ve İkinci Yeni” ‘Okumak, okurun sorular sormasıdır’ Müesser Yeniay’ın çalışması “Öteki Bilinç: Gerçeküstücülük ve İkinci Yeni” adı kitabım Batı’daki doğru adlandırmayla “üstgerçekçilik” akımını anlamaya yönelen modern Türk şairi ile bu akım arasındaki bağlantıyı inceliyor. Yeniay’la kitabını konuştuk. r Nevin KARSLIOĞLU itap raflarında yerini alan, “Öteki Bilinç: Gerçeküstücülük ve İkinci Yeni” adlı kitabınız, hem şiire yeni başlayan gençlere, hem de Gerçeküstücülük ve İkinci Yeni ekseninde; ezber bozan, bilinenin/sunulanın dışında kaynak arayışına girmiş usta kalemlere, yerinde ve sağlam tespitler içeren metinler ortaya koyuyor. Kitabınızın isminden hareketle, “Öteki Bilinç” çok tartışılan ve tartışılmaya da devam edilen, Gerçeküstücülük ve İkinci Yeni kavramlarını, birbirlerinden kesin bir çizgiyle ayrı tutarken, diğer taraftan da, birbirlerine çok da uzak durmadıkları fikrini doğuruyor. Bu noktada neler söylemek istersiniz? Öteki Bilinç: Gerçeküstücülük ve İkinci Yeni” adı kitabım Batı’daki doğru adlandırmayla “üstgerçekçilik” akımını anlamaya yönelen modern Türk şairi ile bu akım arasındaki bağlantıyı inceliyor. Genellikle edebiyat inceleme kitapları birbirlerini tekrarlayan, onaylayan bilgilerle doludur. Farklı söylemler geliştirmek farklı kaynaklara başvurmayı ve büyük bir emeği gerektirir. Öncelikle bu kitap, bu bilgileri tekrar etmeyen bir kitap. İkinci olarak da gelenekten koptuktan yahut gelenekle sınırlı bir ilişki geliştirdikten sonraki Türk şiirini anlamak için şiirimizin hangi kanallardan nerelere doğru ilerlediğine bakmak için bu kitap önemli bir noktada duruyor. Modernleşme çalışmalarıyla yönünü Batı’ya dönen edebiyatımız kuvvetli edebi etkiler altında kalmış, bu etkiyi kendi yaratılarıyla dönüştürmüştür. Bir noktada Türk şairleri, Batı şiirini bir ders (etüt) olarak görmüşlerdi. Bunu Yahya Kemal “Mektepten Memlekete” deyimiyle özetler. S A Y F A 1 2 n 2 2 etmektedir, “aşkın” olan “gerçeküstü” olanla eşleştirilmektedir. Oysa olağanüstü, gerçeküstücülüğün yalnızca bir alt maddesidir. Bu geç kalınmışlığın artısı ise gerçeküstücülükle nihayetinde tanışmış olmasıdır. “TANRI, İNSANIN KENDİNİ BULMASINI ARZULAR” “Ben Olmadan Çöller Vardı” isimli üçüncü şiir kitabınız, Şiirden Yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı. Bir kitabın ismi, edebiyatın hangi türünde kaleme alınırsa alınsın, içerisinde yer alan ürünlerin habercisi niteliğindedir. “Çöl” ilk anda, yaşamın, hayatın en aza indiği fikrini akla getirse de, kendi içerisinde bir hayat pratiği barındırır. Kendi düzeni ve sistemi olan uçsuz bucaksız sistemler bütünün sadece bir parçası. Buradan hareketle; “şiirinsan (ya da ben) çöl” üçgeninde, hayatın rolü sizce nedir? Hayat bu üçgenin neresinde yer alır ya da şekillenir? Çöl, hayal gibi boşluğuna varlıklar yerleştirebileceğimiz bir mekândır. Aynı zamanda bir arayış imgesinin de kolaylıkla yerleştirilebileceği bir düzlemdir. Hakikati arayan Mecnun gibi elde asa gerçeğini arayan bir insanın hem gayretli hem de hüzünlü alanıdır. Tanrı, gerçeklik, gönül hep bu çöl makamında yaşar. İnsanın kendisini görmesini, bulmasını arzular. Çöl aynı zamanda varoluşa ayna olan bir mekândır. Terk edilmişliğin, yalnızlığın somutlaştığı hem lirik hem de ürkütücü olan bu alan, dış mekânı sıfırlar ve içsel olanı çoğaltır. Çöl arkaik belleğimizde hâlâ mevcut. Hayatla olan bağı ise sesini Tanrı’ya uzatan bir bireyin soran, sorgulayan yüzü. Acıyı yalnızca duymak değil sorgulamak da gerekir. Ben Olmadan Çöller Vardı hem bir insanın hem de bir kadının varoluşa düştüğü yerde gölgesini Tanrı’ya işaret etmesi ve sormasıdır. Kitabın, “Ana Yas” isimli ilk şiiri kitapta yer alan tüm şiirler gibi etkili ve yerinde imge örgüsüyle kurulmuş, kuvvetli bir şiir. Şiirde dikkati çeken diğer bir nokta ise, başlığından son dizesine kadar kullanılan, bilinçli bir şekilde tercih edilen; “Ana, Kadın, Doğurmak, Cenaze” kelimeleri… Şiirin, güncele dokunan yanını yok sayamayız elbette. Fakat imgeleri kazmaya başladığımızda, günceli de yanına alan, büyük bir varoluş sorunsalı karşılıyor okurları. Neler söylemek istersiniz? Ben Olmadan Çöller Vardı, içinde gölgelerin oynadığı bir kitap. Bu gölgelerin içinde katledilen kadınlardan tutun da Gezi’de acımadan katledilen Ethem’in ruhuna kadar birçok kimse var. Şair, bir bellek bedendir, unutamaz. Kadın konusu faşizmin üzerinde erk sahibi olduğu ana noktalardan ilki. Kadın olmak kötülüğe daha fazla maruz kalmayı doğuruyor. Bu aynı zamanda direncimizi ve gücümüzü de artırıyor. Tabii bu noktada destanlarımız da çoğalıyor. Virginia Woolf’un dediği gibi “nerede anonim edebiyat varsa orada gizli bir kadın vardır.” Kadın’ın eli kalem tutamaz çünkü kalem erktir. (Bknz Pen, penis) “Neden kadın yazarlarımız yoktur?” diye sormayınız, “Neden K İ T A P S A Y I 1301 K “DOĞU, DUYGUYA VE İÇ BENLİĞİNE DÖNÜK” Kitabınızda Gerçeküstücülük ve Tasavvuf üzerine, hem sizin tespitiniz hem de Hasan Bülent Kahraman’ın, David Riesman’dan aktardığı görüş dikkat çekici nitelikte. Türk şiirinde, tasavvufun yeri oldukça önemli. Göz ardı edilemeyecek kadar büyük. Tasavvufun bu denli büyük ve önemli olması, ortaya çıkan birçok hareketin, önünü kesmiş ya da yanlış anlaşılmasına, değerlendirilmesine sebebiyet vermiştir düşüncesine kapılmak doğru mudur? Batı’da şiir, bilindiği gibi lirizmden daha çok akılcı bir yapıdadır. Kendi iç dinamiklerinde Gerçeküstücülüğe değin romantizm dışında içe yönelebileceği bir düşünce yapısıyla karşılaşmamıştır. Fakat Doğu, lirik yapısından ötürü akıldan ziyade duyguya ve iç benliğine dönüktür. Dolayısıyla bizim edebi üretimimizde zaten mevcut olan sufi söylem ve içedönüş bize tekrar gerçeküstücülük yoluyla Batı’dan ulaşmıştır. Türk aydınının gerçeküstücülüğü anlamlandırmakta zorlanmasının nedeni bu gerçek olabilir. Sizin dile getirdiğiniz gibi gerçeküstücülük hareketinin, yarım asır sonra bizde yankı bulmuş olması, şairlerimizin, Batı’daki gelişmeleri çok arkadan takip ettiklerini ve bu gelişmelere tam da vâkıf olmadıklarını gösteriyor. Bu geç kalınmışlığın Türk şiirinde karşılık bulan yönleri, eksileri varsa artıları nelerdir? Özdemir İnce’nin Şiirden dergisinin 24. sayısında çok güzel bir sözü var: “Türk şairleri kendi sütlerini içen inekler gibi.” Çok acımasız bir gerçek de olsa bu, bir yere kadar doğru. Yaşanan anlamlandırma sıkıntıları çeviri ve dil bilmeme kaynaklıdır. Aydın profiline bakıldığında hâlâ bu durumun çok parlak olmadığı görülür. O dönemde ise Türk aydını gerçeküstücülüğü anlamaya çalışmakta, bu alan yeni şiir için O C A K 2 0 1 5 bir manyetik alan oluşturmaktadır. Bu çaba içerisinde, çeşitli kafa karışıklıkları oluşsa da, yaşanılandan farklı olan bu düşünce, Türk şairini etkisi altına almıştır. Bu anlama çabası içerisinde Ahmet Hamdi Tanpınar, Asaf Hâlet Çelebi’yi, “bizde lettrisme ile karışık bir sürrealizmi deneyen bir şair” Özdemir Asaf’ı “Sürrealist tecrübelere çok yakın” bir şair olarak niteler. Necip Fazıl Kısakürek’in ise “sürrealist tecrübeleri uzaktan hatırlatan bir manzume şeklini ve dilini buldu[ğunu]” dile getirir. Necip Fazıl Kısakürek’in poetikasını “Mutlak hakikati arama işi” olarak nitelendirmesi, gerçeküstücü etkinin kendisine de ulaştığını gösterir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sürrealist olarak nitelediği şairlere bakıldığında, Özdemir Asaf dışında şiirlerinde bir “aşkınlık, olağanüstülük” taşıdıkları görülür. Asaf Hâlet Çelebi, Doğu mistisizminden etkilenirken özgün dünya arayışlarındadır. Necip Fazıl Kısakürek ise, sürrealizmden ziyade mistisizme daha yakındır. Çünkü herhangi bir otomatik yazına başvurduğu görülmez. Şiirinde anlam önbelirlenimlidir. Onun mutlak olarak bahsettiği ise Tanrı’dır. Sürrealizmde ise Tanrı yoktur, kendi gerçekliğini henüz adlandırmamış, arayışta olan bir insan durumu vardır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın verdiği bu örneklerden yazınımızda, aşkın ve olağanüstü olanla gerçeküstü olanın eş tutulduğu söylenebilir. Oysa aşkın olan her konu gerçeküstücü değildir. Ülkemizde gerçeküstücülüğün “olağanüstü” olarak alımlanmasının nedeni üstgerçekçiliğin (la surréalité) “gerçeküstücülük” olarak çevirilmesiyle, yaşanan bir çeviri yanlışlığıdır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Özdemir Asaf’ı sürrealist tecrübelere çok yakın” olarak nitelemesi de Türk aydınının gerçeküstücülüğe tamamıyla vâkıf olmadığını ortaya koymaktadır. Bu yaklaşım günümüzde de devam C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle