28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

M. Sadık Aslankara’nın yeni romanı “Ömürdeğer” ‘Değerbilmezliğimiz sürüyor’ M. Sadık Aslankara yeni romanı “Ömürdeğer”de, kahramanı Mutlu Varlık Tunçoku’yla bir yaşam sorgulamasına girişiyor. Edebiyatımızın ünlü 1950 kuşağından bir karakter olarak çizilen Tunçoku, bir öteki olarak yaşadığı, inzivaya çekildiği adasında anılarına yol alırken, Cumhuriyetin onuncu yılından bugüne bir Türkiye fotoğrafı ortaya çıkıyor. Bu fotoğrafta ise önemli siyasi kırılmalar, sanatedebiyat mahfilleri ve kendi halkı arasında öteki haline gelmiş aydın tiplemesi en öndeki yerini alıyor. Aşk ve hüzün ise romanın her sayfasında baş veriyor. Aslankara ile “Ömürdeğer” ve kahramanı üzerinden yazı yaşamını ve edebiyatımızın o dönemlerini konuştuk. r Sibel ORAL iz uzun zamandır yazıyorsunuz. Sahi kaç yıl oldu? İlk romanım 198990’da görücüye çıkmıştı, yirmi beş yıl önce: “Kör Memdali’nin Çınar Ağacı”. Yayımlamadım ama ödüllendirildiği için anmak zorundayım dosyayı. Bir yazar, yayımladıkları kadar yayımlamadıklarıyla da ağırlığını duyurabilmeli. Sonraki yıllarda yayımladığım beşinci romanım oldu Ömürdeğer. Ancak tabii ki yazarlığımın tarihi çok gerilere gidiyor. kitabı üzerine çalışmış, bunları yazıya dökmüş biri olarak niye kendi kitabım üzerine yazıyor olayım? Meraklısı varsa, benim kitaplarım üzerine de buyursun onlar yazsın. Nitekim yazanlar da var zaten. Ben de başkalarının verimleri üzerine kalem oynatayım yine, değil mi? “1950 KUŞAĞI YAZARLARI ELEŞTİRMEN YETİŞTİREBİLMİŞTİ” Ben aslında sizinle Ömürdeğer romanınızı konuşmak istiyordum ama kararınıza da saygı duyuyorum elbette… Evet, Ömürdeğer için de, bundan sonraki kitaplarım için de, içeriğine değgin hiçbir soruya yanıt vermeme kararı aldım, bunları bu söyleşiyle dile getirme fırsatı yarattığınız için, teşekkür etmeliyim size… Ancak Ömürdeğer’in başkarakteri Mutlu Varlık Tunçoku’nun hem 1950 kuşağı yazarlarından biri oluşu, hem aralıklarla ödüllere değinilmiş olması bu alanlara uzanmamıza olanak veriyor kendiliğinden. İşte ben, edebiyatımız Ömürdeğer gibi bir roman kazanmışken o dönemi sizden dinleyelim istiyorum biraz… 1940 toplumcu gerçekçi kuşağıyla Garip kuşağı şairlerinin ardı sıra yazınımızda boy gösteren şair, yazarları ana akım bağlamında üç grupta toplamak olası: İkinci yeniciler, 1950 kuşağı öykücüleri, Köy Enstitüsü kökenli yazıncılar… İlk iki kuşak üyesi şair yazarlar, kentli, saltık bir yazın kavrayışının ardılı olarak görünürken Köy Enstitülüler kır kökenli görevci yazarlar kuşağı, ötesinde karton anlatıcılar olarak alındı neredeyse. Bu yazarların, aslında yaşdaşları konumundaki Márquez gibi kırsaldan gelip buna içeriden baktıkları kavranamadı o sıra. Özellikle hem ikinci yeniciler hem de 1950 kuşağı yazarları, üstelik kendi içlerinden eleştirmen yetiştirebilmişti. Bu olgu, önlerinin açılmasında bana göre çok etkili oldu. Kaldı ki zaten yazınımız, yazıncılarımız 1990’a kadar eleştirmenlerden, yazınsal eleştiriden ya da yazın eleştirisinden çokça yararlandı, yararlanmayı bildi. O dönem çok önemliydi tabii eleştiri… Evet, yararlanılan bir türdü, yol açıcı bir okuldu adeta. Sözgelimi 1960’lardaki değişimi sonrasında, yükselen yazınsal düzeyiyle Peride Celal, aslında biraz da eleştirmenlerin armağanıdır yazınımıza. Oysa Köy Enstitülü yazarlar, kendi içlerinden eleştirmen yetiştiremedi bir türlü. Daha çok Sabahattin Eyuboğlu ile Vedat Günyol ikilisinin derinlikli olmayan yüreklendirmelerine tanık olduk, bununla yetindi kuşak, o kadar. Eğer kuşak üyelerinin niteliği, değeri zamanında kavranabilse, bu yönde yayın yapılabilseydi, bu yazarlar gelebildikleri çizginin çok ötesine geçerek büyük çığır açacaklardı kanımca. O zaman Yaşar Kemal’den Osman Şahin’e uzanan “yerlilik” kavrayışı, bambaşka uğraklardan geçerek gelişebilir, çok farklı açılımlara kapı aralayıp, yazınımızı topluca daha ileri bir düzeye taşıyabilirdi. Çünkü masalların, söylenlerin, Anadolu’nun birbiri içine girip birbirinde bütünleşmiş kültürlerinin sesiydi bu yazarlar. Sözgelimi 1950 kuşağından Ferit Edgü’nün Kimse ve O adlı yapıtları, kırsala bakışın olağanüstü boyuttaki K İ T A P S A Y I 1279 S İlk yazınızı ya da ilk öykünüzü hatırlıyor musunuz? İmzalı ilk yazım yeniyetmeliğimde 20 Nisan 1965’te Cumhuriyet’te, ilk öyküm de bir ay sonra Denizli’de bir yerel gazetede yer aldı. Yazarlığımda ilk evre 65’ten 75’e dek uzandı. On yıl durmadan yazdım, epeyce de yayımladım. Ama 76’dan 1989’a dek on beş yıla yakın sürede cılız bir iki örnek dışında hemen hiç yazı yayımlamadım. Yazmaya yazdım elbette, yazmadan durulabilir mi? Kıyıda beklemeyi de başardım ama. Ve sonra düzenli yazmaya başladınız… 1989’da sürekli yazmaya yine Cumhuriyet’te başladım. Yeri gelmişken yazar olarak doğumumdaki katkılarından ötürü Sami Karaören’e bir kez daha teşekkür edeyim. Böyle bir yazara el vermiş olmaktan ötürü pişmanlık duymamıştır umarım. Buna göre ilk yazım elli yıl geride kaldı. Yine de kendi payıma ilk on yılı bir deneyim, açılım evresi gibi almak eğilimindeyim. Kitaplarımın yayımlanmaya başladığı tarihle de çakışan ikinci evreyi, yani 89’u dikkate aldığımda yazarlık geçmişim yirmi beş yıl görünüyor. Kararı okur, alımlayıcı verecek; yazarlıkta yirmi beş yıllık bir geçmişe mi sahibim yoksa elli mi? “YAZI İŞTAHIMDA HİÇBİR EKSİLME YOK” Peki, hâlâ aynı istek ve heyecanı hissediyor musunuz? Yazarlık yaşımla ilgili okur yargısının ne olacağını kestiremesem de iştahımda hiçbir eksilme yaşamadan çalışabiliyorum hâlâ. Ne var ki bu yaş bilincinin yol açtığı eşikte artık hiçbir seçici kurulda görev üstlenmediğim gibi herhangi ödülün adaylığına da soyunmuyorum. Evet, bunu biliyorum. Nedenini merak etmiyor değilim… Dört yıl önce aldım bu kararı, uyguluyorum da. Onurlandırma amaçlı verilen ödüllere de hıyara tuzlukla koşturan biri olmadığım bilinsin isterim bu arada. Çalışmak için tutkum yerli yerinde ama kişisel hırslardan alabildiğine uzaktayım artık. Zaten uzun zamandır kitap fuarlarına katıldığım da yok. Son on yıl içinde Tekin Sönmez’in İzmir TÜYAP’ta “Edebiyata ve Yansıma Dergisi Yazarlarına Vefa ve Saygı Paneli” başlığı altında düzenlediği etkinliğine katılmak zorunda kaldım, o kadar. Vefa görmek için değil de vefa göstermek amacıyla… Böyle başka kararlarınız var mı? Bu yıl da şöyle bir karar aldım. Bundan böyle dedim öykü, roman, şu, bu ne olursa olsun, kendi kitaplarım üzerine beni de çalışmaya itecek hiçbir söyleşi için evet dememeliyim. Kendi kitaplarım için yazı kaleme alırmış gibi bir durum doğmamalı. Bugüne dek yüzlerce yazarın öykü, roman, oyun, deneme, şiir, anı, eleştiri, kuram, birkaç bin S A Y F A 1 2 n 2 1 A Ğ U S T O S 2 0 1 4 Fotoğraf: Uğur DEMİR C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle