Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
O kuduğum Kitaplar METİN CELÂL Sevmek ya da Terk Etmek Delphine de Malherbe “Sevmek ya da Terk Etmek”de Colette’i bir psikanalistin koltuğuna yatırıp hem bu aşk ilişkisini sorgulamasını hem de o güne dek yaşadıklarını tekrar hatırlamasını sağlıyor. Giray Kemer’in “Olaylar Boksörün Pazı Sarması Yemesiyle Başladı” adlı ilk kitabı kaybedenin arayışının ele alındığı bir anlatı olarak Beat Kuşağı’na daha yakın. gerekçeleri var. Yaş farkını, yaşlanmakta olmasını çok önemsiyor örneğin. “Sevmek ya da Terk Etmek” bir solukta okunan 112 sayfalık kısa bir anlatı ama okuduktan sonra peşinizi bırakmayan kitaplardan. Bir yandan kadın sorunlarından, aşk ilişkilerinden, karıkoca ilişkilerinden, aile içinde yaşananlardan başlayıp insanlık hallerine, kadın özgürlüğüne uzanacak birçok soruna değiniyor. Diğer yandan Colette gibi işlediği konular ve anlatımıyla öncü bir yazarı, modern bir klasiği bize bir kez daha hatırlatıyor Delphine de Malherbe. Colette 1954’de Paris’te öldüğünde yayımlanmış 50 romanı varmış. Türkçede ilk kez 1945 yılında yayımlanmış. On kadar romanı Türkçeye çevrilmiş ama bugün sadece dört kitabını kitapçılarda bulabiliyoruz. Bir de Judith Thurman’ın Colette’in yaşamını en ince ayrıntısına dek anlattığı 766 sayfalık dev eseri “Bedenin Sırları” (İnkılap Kit.) var, o da tükenmiş görünüyor. “OLAYLAR BOKSÖRÜN PAZI SARMASI YEMESİYLE BAŞLADI” Giray Kemer’in “Olaylar Boksörün Pazı Sarması Yemesiyle Başladı” (2014, İletişim yay.) adlı ilk kitabı sanıyorum en garip adlı kitaplar listesinde sadece bu yılın değil son on yılın listelerini altüst edip ilk sırayı alacak nitelikte. Giray Kemer, daha önceden bildiğimiz bir ad değil. Bilinmezde kalmayı tercih etmiş olmalı ki kitabın ikinci sayfasında yer alan biyografisi de çok kısa ve öz; “1987’de Ankara’da doğdu. 2011 Marmara Hukuk Fakültesi mezunu. Ankara’da yaşıyor. Avukat.” İnternette aradığınızda “Mustafa Giray Kemer” adıyla hukuk ağırlıklı ve birkaç debiyatın aykırı sesi”, “feminizmin öncüsü”, “skandallar kraliçesi” gibi sıfatlarla tanınan Colette bu kez roman kahramanı olarak çıkıyor karşımıza. Delphine de Malherbe “Sevmek ya da Terk Etmek”te (Temmuz 2014 Çev. Armağan Sarı, Everest Yay.) 17 yaşındaki üvey oğlu Bertrand de Jouvenel’le yaşadığı aşktan yola çıkarak Colette’in yaşamöyküsünü kendi ağzından anlatıyor. T am adıyla SidonieGabrielle Colette 28 Ocak 1873’de doğmuş. Emekli bir subayla renkli kişiliği ile tanınmış bir annenin kızı. Burgundi bölgesinde büyümüş. Çocukken piyano dersleri almış. İlkokulu bitirdikten sonra öğrenimine devam etmemiş. 1893’de 20 yaşındayken kendinden 15 yaş büyük yazar ve müzik eleştirmeni Henri Gauthier Villars ile evlenmiş. “Willy” lakabıyla bilinen Henri Gauthier Villars dolandırıcılıkları ile ünlüymüş ve “edebiyat şarlatanı” diye tanınıyormuş. Colette’in ilk eserleri kocasının adıyla yayımlanan “Claudine” (190005) dizisi olmuş. Romanlar “Belle Époque” Fransası’nda şok etkisi yapmış ve büyük başarı kazanmış. Kocasının dejenere hayatından ve baskılarından yılan Colette 1906’da evi terk etmiş. Kocasını terk ettikten sonra birlikte yaşadığı, Madam Missy takma adını kullanan III. Napoleon’un yeğeni Marquise de Belboeuf’un desteği ile Paris müzikhollerinde önce şarkıcı sonra da pandomimci S A Y F A 10 n 21 “E Colette kitabında, kadın sorunlarından, aşk ilişkilerine, karıkoca ilişkisinden, aile içinde yaşananlara, insanlık hallerinden, kadın özgürlüğüne uzanan birçok soruna değiniyor. olarak çalışıp ün kazanmış. Daha sonra sevgilileri ile ilişkilerini de konu ettiği, aşk ilişkilerini çekinmeden kaleme aldığı otobiyografik yanlar da taşıyan romanlarla öncü ve çok okunan bir yazar olmuş. 1912’de Le Matin gazetesinin editörü Henri de Jouvenel des Ursins’le evlenmiş. “Sevmek ya da Terk Etmek”te anlatılan aşk öyküsünün kahramanı da bu evlilikten üvey oğlu Bertrand de Jouvenel’le yaşadığı aşk dillere düşünce kocasından ayrıldığı belirtiliyor biyografilerinde. Colette bu aşkı “Cheri” adlı romanında anlatmış. “Cheri”yi Azra Erhat “Cicim” (Can Yay.), Vivet Kanetti “Caniko” (Cadde Yay.) adıyla Türkçeye çevirdiler. İki sevgilinin ayrılıp Caniko’nun evlenmesinden sonra yaşananlar da yine Vivet Kanetti’nin çevirdiği “Caniko’nun Sonu”nda (Cadde Yay.) anlatılır. Delphine de Malherbe “Sevmek ya da Terk Etmek”de Colette’i bir psikanalistin koltuğuna yatırıp hem bu aşk ilişkisini sorgulamasını hem de o güne dek yaşadıklarını tekrar hatırlamasını sağlıyor. Psikanaliste anlatır gibi anlatıyor Colette’in yaşamöyküsünü. Sadece bir seansa hakkı var anlatıcının ve aklından geçen, dert edindiği her şeyi bu seansta anlatıp çözüm bulmak istiyor. Üvey anne ve oğul olmalarının yanında arada büyük bir de yaş farkı var; Bertrand 17, Colette 47 yaşında. Ama Colette genel ahlakın bakış açısıyla değerlendirmiyor, çok farklı bir açıdan kendince bakıyor bu ilişkiye. Onun daha çok kadınlık halinden kaynaklanan 2014 Kalbi kırık Ankaralı bir gencin bohem günlerini anlatıyor Giray Kemer kitabında. satır daha uzun bir biyografisine rastlıyorsunuz (bkz. “www.taskinkemerhukuk. com/index.php/ekibimiz” ama orada edebiyatla ilgisinden bile söz edilmemiş. “Mustafa Giray KEMER, amatör olarak müzik ile ilgilenmektedir” deniyor ki müzik ilgisini kitabı okurken yaptığı göndermelerden de hissediyoruz. Yazar tanıdık değil, kitabın adı garip hatta itici ama neyse ki en azından beni çekecek bir veri var. Beşinci sayfada “Ustam ve abim Barış Bıçakçı’ya, kardeşim Utku Gürtunca’ya teşekkürler...” cümlesi var. Barış Bıçakçı hemen hiçbir eserini kaçırmadığım, zevkle okuduğum yazarlardan. Utku Gürtunca da şu sıralar televizyon dizileri yazsa da Barış Bıçakçı gibi az ve öz sözle çok şey söyleyebilen bir mizah yazarı. Bir dönem Sabah Gazetesi’nde Hakan Köksal’la birlikte yazdıkları Bizim Duvar’ları hatırlayacaksınız. İkisi de şimdi birer twitter fenomeni. Utku Gürtunca editörlüğünü zevkle yaptığım yazarlardandır. “Olaylar Boksörün Pazı Sarması Yemesiyle Başladı” çok kısa ve öz yazılmış, en uzunu üç sayfalık öykülerden oluşmuş bir öykü kitabı havasında. 92 sayfa. Kitap adını da öykülerden (ya da bölümlerden) birinden almış. Beşinci sayfadaki içindekiler bölümü öykü kitabı izlenimini desteklese de sayfalar ilerledikçe aslında bir anlatı okuduğunuzu düşünmeye başlıyorsunuz ki bu tarza Barış Bıçakçı’dan aşinayız. Bir ara kitabın adındaki boksörle soyadındaki kemer arasında bağlantı kurup “Giray Kemer”in takma bir ad olduğunu ve Barış Bıçakçı’nın mahlas olarak kullandığını düşünmedim değil. Boks yapan, rock müziğe meraklı, biraz entelektüel, kalbi kırık Ankaralı bir gencin bohem günlerini biraz kopuk kopuk da olsa anlatıyor Giray Kemer. Kasıtlı boşluklar ve cevapsız bırakılmış sorular dışında anlatının bir devamlılığı, bütünlüğü var. Kahramanımız bir arkadaşıyla birlikte yaşıyor. Sürekli içki içiyor, cigaralık sarıyor, müzik dinliyor, barlarda rastladığı yeni kadınlarda kalbini kıran aşkını arıyor, bulamıyor. Anlatı aynı evde yaşayan ve aynı kıza âşık iki arkadaşın öyküsü olarak ilk bakışta Barış Bıçakçı’nın sinemaya da uyarlanan “Bizim Büyük Çaresizliğimiz”ini anımsatsa da bu sadece bir ilk izlenim. “Olaylar Boksörün Pazı Sarması Yemesiyle Başladı” kaybedenin arayışının ele alındığı bir anlatı olarak Beat Kuşağı’na daha yakın. Dili de o tarza uygun. “Nerde lan Ahu Tuba?” diye başlıyor. Bukowski havaları bile bulabilirsiniz ama bir Beat Kuşağı öykünmesi değil. Oldukça yerel, Türkiyeli, hatta Ankaralı bir anlatı. Kendine has bakışını, kısa cümlelerini, benzetmelerini, arada sırada ağzı bozulan anlatımın öykü geliştikçe daha çok benimsiyorsunuz. Günümüz Ankarası’nda kalbi kırık bir kaybeden nasıl yaşar, neler yapar, ne gibi olaylara karışır kısacık bölümlerde vurucu bir biçimde anlatılıyor. Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim bu kısa bölümler kendi içlerinde birer öykü olarak var olmuyor. Yani bütünden koparıp tek başına okuduğunuzda pek öykü tadı almıyorsunuz. “Olaylar Boksörün Pazı Sarması Yemesiyle Başladı” keyifle okunan iyi bir ilk kitap. Giray Kemer iyi bir anlatıcı, giderek daha da ustalaşacaktır. Yeni eserlerini merakla bekleyeceğim. n K İ T A P S A Y I 1279 AĞUSTOS C U M H U R İ Y E T Fotoğraf: Emre ERGENÇ