19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Metin Cengiz’den “Yeryüzü Halleri” Metin Cengiz’in yeni kitabı “Yeryüzü Halleri” halkın, halkların Osmanlıdan bugüne zulme direnişini, hayatı kabul etmesini modern şiirin dışına çıkmadan birbirini tamamlayan, birbirine eklenen şiirlerle anlatıyor. Cengiz’le “Yeryüzü Halleri” üzerine söyleştik. ‘Deneyimlediklerim üstünden şiirini kuran biriyim’ r Halim ŞAFAK eryüzü Halleri’nin izleksel ya da bağlamlar üstünden ilerleyen bir kitap olduğu söylenebilir mi? Sevgili Halim Şafak, saptaman doğru, ne ki ilk bakışta dört bölümlük kitabın son iki bölümünün ilk iki bölümden farklı olduğu düşünülebilir. Böyle okunmasında, düşünülmesinde hatta değerlendirilmesinde bir sakınca da yok. İlk iki bölüm geçmişten günümüze bu coğrafyada yaşayan halkların ezilmişlik tarihine kimi göndermelerle yazılmış epik bir tek şiir. Farklı başlıklar altında, bölümlere ayrılarak yazılmış olsa da izleksel olarak aynı konuyu işleyen bir şiir. Acının, ezilmişliğin, zulmün, ölümün ve hayatı kutsallık boyutunda sevmenin, onu bütün olumsuzluklara rağmen yeniden ve yeniden üretmenin şiiri. Elbette yazarının ağzından yazılmış olmasıyla bireyselliği de kapsayan ve onunla harmanlanmış çağdaş bir epope. Son iki bölüm ise fragmanlar olarak ilk iki ölümü bütünleyen, tamamlayan, olmazsa olmaz şiirler. Bu son iki bölüm okundukta ilk iki bölüm daha açık bir biçimde anlaşılmaktadır. Kısaca dediğin gibi kitapta, halkların sürekli bir zulüm altında, ölümle iç içe yaşatıldığı, böylesi bir yaşamın bu coğrafyada yaşayan insanlara kabullendirildiği anlatılmaktadır. Şiire bir tek izleğin biçim verdiğini görebiliyoruz: bu da zulümle, baskıyla, ölümle iç içe geçmiş bir hayat. Öyleyse Yeryüzü Halleri’ni modernist şiirin temellendirdiği destan olarak da kabul edebilir miyiz? S A Y F A 4 n 3 vurgusunu yazılan şiir açısından büyük ölçüde yeni bir durum olarak algılayabilir miyiz? Başka bir deyişle halktan halklar vurgusuna giden süreç nasıl yaşandı? Bu coğrafyada insani değerleri oluşturan yalnızca İslamiyet değil, diğer dinlerdir de. Aynı biçimde bir ırkın yaratıcılığına da indirgenemez bu coğrafyadaki insani zenginlikler. Bu eskiden de böyleydi, Osmanlı döneminde de böyle olmuştur. Başat olgu din olsa da medeniyeti yaratan miras alınan her şeydir. Osmanlı ne zaman ki başat olguyu tek belirleyici kılmaya çalışmış, aynı zamanda gerilemeye de başlamıştır. Çünkü gerçeğin kendi işleyişinde dönen çarkını siz aksi istikamette zorlayamazsınız. Osmanlının Türklük vurgusu önemli: Birbiriyle sürekli bir çatışma içinde olsa da Osmanlı bürokrasisi ve entelektüel yeniden üretimi enderunmedrese, yeniçerisipahi (BatıDoğu) çatışması sarmalında örülmüştür. Halk yok, halklar vardır, din yok dinler vardır, ırk yok ırklar vardır, OsmanlıTürk/ İslam başat olarak şemsiyedir. Bu coğrafyada yaşayan halkların kaderi derinden birbirine bağlıdır. Aralarındaki savaş ilkin ırklar, sonra din ve üçüncü olarak daha derinden sınıflar transkripsiyonuyla açıklanabilir ama bu sürekli savaş onları vazgeçilmez bir biçimde de birbirine bağlamıştır. Dolayısıyla şiirin hakikati yansıtması ancak bu gerçeklik üzerinden üreteceği anlam ve hakikatlerle olanaklıdır. “ALIŞILMIŞ ANLATIM BİÇİMLERİNDEN UZAK DURMADA HEP YARAR VAR” Ölümün düşünce ve duygu olarak her zaman var olduğu bir coğrafyanın halkının ve halklarının tarihini bugünü de dâhil ederek yazmanın hem şair için hem de şiir için bugündeki anlamı ne? Ölüm biyolojik olarak insanın doğduğu günden itibaren içinde yaşattığı gerçektir. Medeniyetlerin, kültürlerin de hayatı insanoğlununkine benzer. Doğar, gelişir, olgunlaşır, sona erer. Ancak bu medeniyetleri yaratan milletler, inançlar varlıklarını başka şekillerde devam ettirirler. Bu tarihi bir gerçektir ve aynı zamanda doğal bir süreçtir. Yeryüzü Halleri’nde ise ölüm halklara reva görülen yaşam biçiminin sonucunda yaşanılandır. Yaşamın ölüm üzerinden anlaşıldığı, ölümün diriliş olarak görüldüğü, sevgiliye (Hakka, sonsuz olana, hiçliğe) ulaşmak olarak algılandığı bir toprağın çocuklarıyız biz. Bu inanç yalnızca ölümün doğal işleyişine bakılarak ortaya çıkarılmış olmasa gerek. Gücün, zulmün karşısında daha güçlü olana bağlılık inancının bir sonucu bu. Zulmün sürekliliğinin karşısında eğilmeyen çelik gibi bir irade ölümü doğal görmekle olası. Zulmedenden korkmazsın o zaman, ondan daha büyük bir güç (hayatın kendisi, zaman ve mekan olarak hayatın kendisi, hayat olarak ölüm, sonsuzluk, Hak olarak ölüm) vardır zira. Bütün bunların şiir için bir hakikati şiir diliyle yaşatmanın, yeni ve daha zengin imge gücü olan bir şiir dili zenginliğine sahip olma, şair içinse yeni şiir deneyimlerini yaşama demek olduğuna inanıyorum. Bugünle ilişki kurma arzusunun başka bir deyişle tarihsel olanın üstünden bugünle hesaplaşmanın öne çıkmasını günümüz şiiri açısından kazanım olarak K İ T A P S A Y I 1272 Y “MODERN ŞİİR DİLİ EPOPE YARATMAYA ELVERİŞLİ” Evet, bu kitap modern şiir dilinin olanaklarının bir destanda sınanması olarak da değerlendirilebilir, değerlendirilmelidir. Kitap başından öyle kurgulanıp yazıldı. Elbette yakın geçmişte ve günümüzde yaşanan baskı ve zulmün de beni böyle bir epik anlatıya zorladığını, zorunlu bıraktığını söylemeliyim. Bu noktada şiir hem yaşadığımız coğrafyadaki halkın doğrudan yaşadığı zulmü hem de anlatıcı olarak benim bizzat yaşadığım ve tanığı olduğum, insana yakışmayan bir düzenin baskıcı karakterini gösteren, işaret eden bir destan özelliği taşıyor. Şunu çok rahatça söyleyebilirim: Modern şiir dili modern roman anlatısı gibi epope yaratmaya oldukça elverişli. İmgenin yaratıcı ve dönüştürücü gücü epope yaratmada çok büyük olanaklar sağlıyor, çünkü çoğul ve farklı okumalara olanak veriyor. Modern şiir dilini elde edilmiş cephede kullanmak yerine “Derdimiz insanı anlatmak, kendimizi keşfetmek olmalı. Bunun için her türlü yol ve yöntem denenmeye değer” diyor Metin Cengiz. ona geniş olanaklar da sunuyor destan yazmak. Sınırını genişletiyor, anlatının donmaya yüz tutan özelliğini parçalayıp atıyor. Dile yeni imkânlar kazandırıyor. Benim “Yeryüzü Hallerim” böyle bir şiir. Ben’le biz’in iç içe geçtiği hatta çoğu zaman birbirini belirsizleştirdiği şiirler bunlar. Ama ben’in biz adına konuşmayı ya da söz almayı sevdiği söylenebilir. Böylelikle ben toplumsal olanı biz adına dillendirmiş oluyor. Söz konusu toplumsallığı nasıl anlıyorsun okur olarak biz nasıl anlamalıyız? Birey bütünün en küçük parçasıdır ve bütünün bütün özelliklerini taşıyan bir modelidir (cüz/ küll). Benim yaşadığım senin yaşadıklarını da kapsar, şu ya da bu biçimde. Birebir bir benzerlik, kopya anlamında değil elbette. Bizi kuşatan geçmiş, bizi biz eden medeniyet bağları, etkileyen kültürler, şu anda yaşadıklarımız... Senin tarihin bu kültürel coğrafyada yaşayan herkesin de tarihidir. O geçmişi anlattığın bugünle ilgili bağlam, gerçeklik ve özelliği beni de derinden etkileyip yoğurmaktadır. Bunlar hep iç içe yaşanan olgular. Kurgu ve anlatım olarak bu hakikat, benim şiirime büyük olanaklar kazandırdı, çünkü ben genellikle kendi deneyimlediklerim üstünden şiirimi kuran biriyim. Sözünü ettiğin bentoplum ilişkisi burada birbirine ulanıyor ve size oldukça sağlam bir zemin oluşturuyor. Ben beni anlattığımda toplumsal olanın da dile rahatlıkla geldiğini görüyorum. Elbette iki koşulla. Kurgu toplumsal olanı yetkin göndermelerle vermeli, imge şiirin örgütleyici temel öğesi olarak anlam ve hakikat üretimi işlevini yerine getirmeli. Şiirlerdeki dünyayı içine alan halklar T E M M U Z 2 0 1 4 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle