20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K Kısa öyküyü bir başka biçimde eğirmek, bir anlık etkiyle okuru çarpmak isteyen anlatı ortaya koymak yoğun çaba gerektiriyor. Sine Ergün’ün yaptığı bu, bir bakıma. Bu nedenle her iki kitabında da birbiriyle örtüşen bir öykücülük anlayışı sergiliyor. 980 sonrasındaki öykücülüğümüzü yerinden oynatarak bu alanda yeni hamleler oluşmasına, önceki dönemlerden gelip öykü verimini sürdüren erişkin yazarlarımız yol açtı kuşkusuz… Bu bağlamda azımsanmayacak bir dizi yazar adı anılabilir şuracıkta… Bu çerçevede bu ağır yükün ilk ciddi taşıyıcıları onlar oldu. Bu yazarlara, sonraki aşamada, 1980 öncesinde doğan, ama öykülerini 1980’den sonra yayımlamaya koyulan bir büyük erke topu halinde onlarca genç yazar ekleniverdi bir anda. Yine kalabalık bir dizi halinde adları sıralanabilecek bu yazarların da artık günümüzde gençerişkin sanatçı ayrımında sınır saydığım kırk yaş eşiğine geldikleri, kimilerinin bu eşiği aştığı ya da en azından kırklarına varmak üzere olduğu söylenebilir. Buna göre ilk öykülerini 80’lerle birlikte yayımlamaya koyulanların da artık erişkin yazarlar katına alınabileceği ortada… Şimdi sıra, 1980’lerden sonra doğup 1990 sonlarıyla 2000 başlarında ürün vermeye koyulmuş genç yazarlarda… Üstelik öyle de etkinler ki… Nitekim 1980 sonrasında doğup da öyküleriyle 1980 sonrası öykücülüğümüzü yoğuran, ötesinde bu bağlamda onu yönlendiren pek çok genç yazar var… Bu son dönem öykücülüğümüzü neredeyse başlı başına bu genç öykücülerin yönlendirdiğini söylemek bile olası görünüyor bana… Bunu romanımız için savlamak pek öyle olanaklı değil belki, ama gerek öykü gerekse oyun yazarlığımızın, 1980 sonrası doğan genç yazarlar aracılığıyla simgelenişi bir yana geleceğe de yine onlarla taşınacağı gibisinden bir yargı giderek ağırlığını duyuruyor denebilir herhalde… Öte yandan 1980 sonrası öykücülüğümüzü ileriye taşıyan genç yazarlar arasında kadınların payının da önceki dönemlere oranla görece biraz daha arttığı görülebiliyor. Bu çerçevede öykücülüğümüzü geleceğe taşıyan kadın yazarlar büyük öneme sahip. Bu yazarlarımız üzerinde elimden geldiğince dururken onlar aracılığıyla öykücülüğümüzün kazandıklarını da notlamaya çabalıyorum S A Y F A 1 4 n 3 itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] ÖYKÜCÜLERİMİZ ARASINDA20 Öyküde küçük suskunluklardan taşan isyan... aynı zamanda. İşte bu genç kadın öykücülerimizden biri de Sine Ergün (d.1982). Can Yayınları, Ergün’den iki öykü kitabı yayımladı: Burası Tekin Değil (2012), Bazen Hayat (2012). Burası Tekin Değil, Yitik Ülke tarafından yayımlandığında 2010’da, birkaç satırla durmuştum Sine’nin öyküleri üzerinde. Bu kez bütünsel açıdan yaklaşmak düşüncesindeyim bunlara… SİNE ERGÜN’DEN ÖYKÜCÜLÜĞE GİRİŞ… Kısa öyküyü bir başka biçimde eğirmek, bir anlık etkiyle okuru çarpmak isteyen anlatı ortaya koymak yoğun çaba gerektiriyor. Sine Ergün’ün yaptığı bu, bir bakıma. Bu nedenle her iki kitabında da birbiriyle örtüşen bir öykücülük anlayışı sergiliyor. Kuşkusuz, gelecekte farklı serüvenlere açılacaktır Sine, bundan doğal ne olabilir, ancak bu başlangıç aşamasında sağlam bir yerde durduğu görülebiliyor onun. Çünkü öyküdeki yerini önceden tasarlayıp, belirlemiş, bu konuma ulaşmak amacıyla çalışmış, nereden başladığı bilinmese de, geldiği yer görülebilen, ulaştığı düzey tartılabilen bir öykücü portresi oluşturuyor yazar. Bu öyküleri öteki yazarların kısa öykülerinden ayıran bir yan da bunların alabildiğine ekonomik tutularak, adeta kıpkısa öykü havasında yapılandırılmış olması. Tek sayfada bile kâğıt üzerinde kısa kalan öykü kaleme alabiliyor Ergün. Bizim kısa öyküye yakıştırdığımızın dışında kendince ölçü geliştirdiği de görülebiliyor onun. Yine de bilinen ölçüde kısa öyküleri yok değil yazarın, ancak kendine özgü kıldığı bu biçimde başarılı olduğu açık. Yolun başında sağlam, temkinli, akılcı çıkış yaptığı, böylelikle pek çok genç yazara oranla iyi düzey yakaladığı düşünülebilir Sine Ergün’ün. Öyle ya, hiçbir süsü yokmuşçasına dümdüz, sanki kulağa fısıldanıyormuş havasında kurulmuş izlenimi bırakan bir anlatıyı öykü yapabilmek küçümsenecek iş değil. Onun başardığı bu; söz konusu anlatıyı öykü kılabilmek… Nitekim yazar, sokak kapısı önünde rastlantıyla kavuşuluvermiş de ayaküzeri dedikodu yaparcasına ya da olan biten bir çırpıda, çabucak anlatılıvermek zorundaymışçasına okuru kuşatıyor. Bu doğrultuda kullanmalık iletişim diline dayanıyor havası yayıyor bir ölçüde, ama bunu farklı, kendine özgü anlatıma dönüştürmek için de çabalıyor yazar. Böylelikle okurun farklı sorular üreterek baş2 0 1 4 Sine Ergün kendi bireysel tutumları yönünde başına buyruktur hep. Yeniden başa dönüldüğünde bu karakterlerden yayılan bohem hava, evrenin içbükey hale gelmesine de yol açacaktır doğal olarak. Bu nedenle, kadın ya da erkek hemen bütün anlatıcıların içkiyle, özellikle birayla veya şarapla kendilerini avutan kişiler olması, başka türlü doğrulma cesareti bulamayışları olağandır artık… Şimdi bütün bu saptamaların ardından Sine Ergün’ün öykücülüğü üzerine bir genel notlamaya geçebiliriz. SİNE ERGÜN’ÜN ÖYKÜCÜLÜĞÜ… Sine Ergün’ün öykücülüğünü, öykülerde yer alan evrenler, bu evrenlerde yer tutan karakterler açısından ele alarak değerlendirmek en doğru tutum olacaktır herhalde. Öykülerinde, anlatısının biricikliğini koyan, bunun için çabalayan bir yazarla karşı karşıyayız. Bu da kendisini özellikle “an” içinde koyuyor denebilir. Öyküde bunu, bunun taşıdığı değeri, belirgin bir özgünlükle buluşturuyor yazar. Öyküyü yenileyerek kurmaya girişme biçiminde özetlenebilir bu. Anlatıcıdan el alarak anlatıcılık yapmaya yönelen iç anlatıcı yoluyla kurulan öykülerde ise yazar, yeni bir anlatım biçimi yapılandırmaya çalışmakla birlikte yine de anlattıklarının çarpıcılığına, şaşırtıcılığına sığınan tutum yansıtıyor bana göre. Çünkü üst perdeden konum sergiliyor o zaman bir çalım anlatıcı. Ama kimileyin de bu rolü iç anlatıcıya aktardığı için tazelenmiş bir anlatım biçimine de ulaşıyor yazar. Bunun, yeni anlatım biçimleriyle yapılandırılan öykücülük anlayışının ardılı kavrayış olduğu söylenebilir bu durumda. “Anı” bağlamında kurulmuş öyküleriyle de dikkati çekiyor Sine. Anı havasında anlatılanlar nasıl öyküleştirilir, “Yoğurtlu Semizotu” buna örnek gösterilebilir. Bu doğrultuda kimi sıradan aktarımlarında yazar, öykü yerine gazete haberi, iletişim diline dayalı anlatı izlenimi bıraksa bile okurun farklı sorular üretmesini, sıçramalarla başka açılımlara atlamasını sağlayabiliyor. Ayrıca kapalılığı ustalıkla kullanırken bunu işlevlendiren tutumla öyküye farklı düzey kazandırmayı da başarıyor. Zaten ayrıntı işleme, yerleştirme bağlamında, bunu göstermek yerine içimizde duyurmaya çabalayan, bunları usul usul işleyen tutumla karşılaşıyoruz. Cesur yaklaşımlarla da… Sine Ergün, zaman zaman taze bir havanın yansıdığı tümceler, sözdizimleriyle esenliyor okurunu. Yan anlam ilmekleri atmaktaki hünerli tutumu da dikkati çekiyor elbette. Sonra ayrıntı işleme, yerleştirme bağlamında alabildiğine yumuşak… Ayrıntıyı göstermek yerine, okurun içinde bunu duyurmaya çabalayan bir tutum söz konusu. Ama “Neden ve Ne İçin” adlı öyküsünde görüldüğünce anlatıda tam anlamıyla dengeyi kuramadığı olmuyor değil. Sonra dümdüz anlatımla kurduğu öykü örneklerine de rastlanabiliyor Sine Ergün’ün. “Barda” örneklenebilir bunun için. Öykü olmaya öykü elbette; ne ki ötekilerin yanında renksiz, kokusuz, soluksuz bir ölçüde. Bu arada Latife Tekin’le olduğu denli Seray Şahiner’le örtüşür gibi göründüğü kimi yaklaşımlara da tanıklık yapıyoruz. Şaşırtıcılığa, çarpıcılığa sığındığı yerlerde ise enikonu yükseklik yitiriyor yazar. Bütün bunların ardından 1980’lerde doğanlardan, üzerinde durulması gereken bir öykücü olduğunu söylemek olası onun… Tek kaygım, bu şekilde yüzlerce öykü üretilmesi durumunda bunlara gereken özenin gösterilemeyebileceği, yanı sıra öykülerin gerekli doygunluğa ulaşamadan etkisini yitirebileceği… Üçüncü öyküler demetini de merakla bekleyeceğim Sine’nin… n K İ T A P S A Y I 1 2 7 2 1 ka açılımlara sıçramasını sağlıyor. Yazmayı yenice öğrenen çocuklardaki nahif yazı biçimini modelleyebilmek için yetişkinlerin, harcadığı yoğun çabada gözlendiği gibi Sine de metinlerini, bir açıdan böylesi bir nahifliğe yaslıyor denebilir. Buradan kalkarak onun çocuk, ergen bakışına yönelik bir sindirmişlik yaydığı da söylenebilir. Ayrıca anlatıcılarını konuşturur, onların aktarılarını yerleştirirken bunlarla yazar olarak sergilediği çakışmadan ötürü de dikkati çekiyor yazar. Bunu biricik kılmak için yoğun çaba harcıyor çünkü. BAŞLANGICINDAN GELİŞİM EVRESİNE SİNE ERGÜN… Sürekli tanıdık gelen bir evren kurarak bu evrene yerleştirdiği, her şeyi göze alan, burnunun dikindeki anlatıcısıyla öykülerini kolayca kuruyormuş izlenimi bırakıyor Sine Ergün. Oysa öykünün böyle bir düzeye ulaşabilmesi için genç yazar ciddi emek veriyor. Öykü evrenleri ise kişilerin birbirleriyle ilişkilerinde somutlanıyor denebilir. Özellikle grup içinde, grupla hareket eden bireyler belirgin biçimde öne çıkıyor. Varlıklarını grupla anlamlandırırken kendilerini yine de mutsuz, umutsuz algılayan kişilerle Latife Tekin’de de karşılaşıldığı anımsanabilir bu noktada. Kimdir bunlar? Arada erkeklerle ya da çocuklarla karşılaşılsa da birer genç kadındır çokluk yine de anlatıcılar. Varlıklarını, bir türlü kendilerine kanıtlayamamış ya da kendileriyle barışıp yetileri yönünde kendilerine yol verememiş genç insanların bir avuçluk grup içinde yaşadığı bir dizi varoluşsal sorun altında bunalışı, sonra da dayanak bulamadığı sanısıyla bütün zamanları, uzamları geçmeye çalışması… Bu çerçevede birlikte yaşarken birbirlerine yetemeyen çiftler de özel bir yaklaşımla, sıklıkla önümüzü kesiyor denebilir. Birbirlerine bakarak yaşadıkları mutsuzluk bir türlü sona ermiyor çünkü bu kişilerin. Zaten anlatıcıların cinsellikle barışık olmadığı, bu bağlamda pek çok düş kırıklığı yaşadığı seziliyor. Öykü karakterlerinin, kendine yol bulmuş bu derin kara anlatı damarı içinde savrulmalarla sürekli sağa sola çarpmaları, bir açıdan saçmayla, yabancılaşmayla içlidışlı yaşamaları göz ardı edilmemeli. Bu düzeyiyle Sine Ergün öyküleri kendine özgü bir aykırı gerçekçiliği de kuşanıyor ister istemez. Boş vermişlikle kuşatılmış kendi başınalıkları içinde sürekli savurganlık üfüren öykü kişileri, yaşadıkları her yere, kendi geçmişlerine dayanarak bakmaya çalışıyor zaten. Sonuçta anlatıcıların düş kırıklığının bütün öykü evrenine yayılıp bu evreni kıskıvrak bağladığı düşünülebilir. Kaldı ki anlatıcılar, T E M M U Z C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle