Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
hatladım ve o metinleri ondan sonra daha içime sinerek yazdım. Burada benim yazarlığım için önemli olan, ben yazarken yazmaya yetişemiyorum, olay benden önde koşturuyor. Kitapta bir tek yerde Gezi lafı geçer, orada da kesme işareti yoktur, hani her iki anlamında da algılanabilir. “Gezide gün gece ay yağmur çadır ağaç ev” diye geçiyor... Evet, orada. Yazım kurallarına uyulmaz. Usancı tarihe gömen, direnci yüze çıkaran, gençlere, hele çocuklara nasıl bir “helal olsun” deyiş metindeki? Yani orada oturup resim defterine atlıkarınca resmi çizen ufak çocuğun geleceğinin nasıl karartıldığı sezdirilir. Yani ille de polisler geldi, tazyikli sular, biber gazları sıktı diye değil bu anlatılış. Gelecek adına alınan tavırlar için ödenecek bedellere işaret edilir. “Bu yaşa tırmandın, dünyaya ve yaşam serüvenine ağzı açık kalmışlığın hiç değişmedi. Kendine kendini örnek almayı bırakmadın.” Latife ediyor ve etmiyor, o sınır karışık gibi değil mi? Bıçak sırtını seven bir yazarınız var! Kendini çaktırmadan övmeye kalkışmış da olabilir. Şimdi de öyle... Söz söylemede dilsel oyunlarla yapılan, yapılmak istenen, senin de söylediğin gibi bu kitapta daha fazla. Gerçi ben denetlemeye, ayıklama yoluyla seyreltmeye de çalıştım. Okuyanla bir ortak renk sağlamak için çok ustaca ve yararlı buluyorum. Okuru gözlemci kılan ama işine hani çok karıştırmayan bir metin diyebilir miyiz? İlk öykülerimden beri uzun zaman kendini anlatan bir yazar diye bilindim hep. Kendini anlatmanın da birinci koşulunun içtenlik olduğuna inanırım. O yüzden karşında biri varmış gibi yazmak ama ağlamayacaksın, sızlanmayacaksın, karşındakini de hırpalamayacaksın ve böyle bir şeyin varlığını ona anlatacaksın. Bütün yazarlığımda karşımda birini varlığını düşünmek neredeyse alışkanlık haline gelmiştir. Ne de olsa yapılan bir anlatma sanatı. Ama bu metinlerde öyle olmadı. Çünkü yazar zaten kendiyle çok didişen, kafa sesleriyle konuşan biri. “Kasırganın Gözü”nde böyleydi, “Susmak”ta daha azdı bu durum. “Korkağın Türküsü”nde ise hiç yok. Çünkü bunda direkt kendiyle konuşuyor. Çünkü onun lafı bir yazarlık aracı, lafı kendine mi söylüyor, birine mi söylüyor? Belirli birine mi söylüyor. E, duyar! Her yerde kulağı var... ren halkın yüzde doksanından fazla oyla kendini kabul ettirdi. Demek ki sandığın gösterdiğinin doğru olacağı ve doğru gideceği kesin değil. Sandıktan çıkanlar bu ülkede banka bırakmadılar ki, batsın! Seçenek olarak, dindarlıklarına güven duyulanı denemek vardı. Vay be! Avrupa Birliği falan... Takiye ilk günden beri siperleri oldu. Sandıktan çıktılar da, “Sana kara kömür, bana kara cip!” dediler mi halka? Yaşadıkları günlerden hoşnut, aldıkları ekonomik getiriden hoşnut, o yüzden çizilen biçimde yaşamaya meyilli bir topluluğun varlığı söz konusu artık. Çocuk kendisi seçmiyor onu. Orada, “Tamam çocuklar sizden kıymetli mi, kalsın orada üç ağaç...” deyiverseydi ne vardı yani?.. Üç günlük dünyayı zehir etmeye değer mi denilen bu. Onun cebinden bir şey almak isteyen yok. Hangi muktedire kalmış dünya! “HANGİ MUKTEDİRE KALMIŞ DÜNYA!” “Sindirici Bellek ve Bavul Hafifletici İşlevi” ile cümle alemi zayıf halka belleyen “Ben senin babanın uşağı değilim!” diyen “yakıcı” gafile, “korsan” kişiliğe, “etmeci bilmem bulurmucu?”ya, “palalıya” dair hissiyat nasıl dile gelmekte? “Korkağın Türküsü”, üç günlük dünyayı zehir edenlere çekili nasıl bir yuh ve şimdiden bütün bir ömrü karartılan çocukların ardından çekili nasıl bir ah? Hep söylenen nedir? “Türkiye genç nüfus, onun için önü daha da açık.” Yapılan çocuk sayısını artırılması buyruğu ya da özendirmeleri de ortada... Bugün oy kullanan insanların yaptıkları seçimde bir yanlışlık var mı acaba? Oy kullanan yanlış yapmaz diye bir şey yok. Hitler de seçimle geldi. Burada bize uzak dursun dediğimiz Arap Baharının acaba durumu ve Mısır’da yakında ve sürekli yaşanan durum. Kendimiz de yaşadık: Kenan EvC U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I “BİR SİRKTE YAŞIYOR GİBİYİZ” Nasıl bir sirk kastedilen, nasıl bir tutsaklık ve üçlemenin en çok neden tevekküllü bir halkasını okumadık, okumayacağız? (iyi ki de öyle) Tabii, yaşının ileri olmasından kaynaklanan bir tevekkül içinde olması gerekir ama yaşı ilerdeki adama dert mi elâlemin çocuğunun geleceği? Oysa, onu dert ediniyor. Sanki bir sirkte yaşıyor gibiyiz. Yani bu bir gerçek değil. Bu çadırın altından çıkınca oh be dünya var diyeceğiz. Ha bu sirki eğlendirici falan da buluruz. Mecburi korkarız da heyecanlanırız da. Sirk nitelemesi daha uygun çünkü mesela karabasan deyince bireysel oluyor. Yani herkes kendi karabasanını görür. Sonra dışarıdaki hayat, aslan olsan ne olur, yağmur yağdı mı ıslanacaksın. Sirkte bir aslan olursan, çadır var. Ateş çemberi içinden atlaması çok alkış alır. Sevinç duymaya ne dirhem daha hazır bizi “güzeldir yaşamak” deyişini duyduğumuza hayli memnun kılan ve kendi deyişiyle yazarın “çıkıntılık” hali ne alemde? Burada yazarın kişiliğiyle bağlantılı gibi gözüken, yazarın kişiliğinden çok bence yazarın hayatı tanımlama biçimine ilişkin bir şey var. Yaşanılan sıkıntılı durumdan zaman zaman güzeldir yaşamak deyip çıkabilmek ya da kendini buna zorlamak. Oradaki kendine çıkıntılık. Bence kötü bir şey değildir, farklılıktır. Yaşamı kolaylaştırmaz ama irdeler. Renklendirir bir bakıma. Anlam bile kazandırır, kendine eziyet etmeyi biraz göze alırsan... Yaşamı daha bir ciddiye alma mı var yoksa aldım başımı gidiyorum gibisinden aba altından sopa gösteren yaş mı yaşamı sanki giderek daha az alaysılatan, o sağlamayı daha ciddiye bindiren? İnsan’ın bir gün toprak olacağı gerçeği. Daha da gerçeği: Belki toprak bile olamayacağı gerçeği. Sonra da, cepli kefen modası. Böyle gelmiş böyle giderin ervahına ne diyor “Korkağın Türküsü”? “Sevgi!” diyor. Çünkü iyi ki dönüyor dünya! “Bu filmin sonunu görmeye ömrün yetsin isterim. Genç Yazarlar Tedirgin.” Soruya ne hacet? Her film gibi bu da bitecek. Perdede “The End” de yazsa “İntehe” de yazsa, bitecek! Filmin sonunu genç yazarlar yazacak. O günü görmeyi çok isterim. n gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Korkağın Türküsü/ Necati Tosuner/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 192 s. 1256 Yapı Kredi Yayınları www.ykykultur.com.tr ykykultur.com.tr YKYHaber 1 3 M A R T 2 0 1 4 n S A Y F A 5