25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K Hayvanlar, insanoğlunun dünyasında sanatsal anlamda ilk ne zaman yer aldı? İnsanla hayvanın yaşamı ne zaman kesiştiyse atamızın sanat yaşamına da o tarihte girmiş olmalı hayvan… uazzez İlmiye Çığ, çocuklar, gençler için kaleme aldığı Sumer Hayvan Masalları’nın (Resimleyen: Nazar Erkmen, Kaynak, üçüncü basım, 2009) “Önsözünde şunları söylüyor: “Yakın zamana kadar hayvan masalları, ilk kez Yunanlı Esop tarafından yazılmış olarak biliniyordu. Sumer çiviyazısı ve dili çözüldükten sonra, tabletler okundukça, birçok bilgimizin Sumerlilerden kaynaklandığı anlaşıldı. Hayvan masalları ve hayvanlarla ilgili atasözleri de bunlar arasında. /Sumerliler bundan en az 4000 yıl önce, hayvanların yalnız içgüdüleriyle değil, akılları ile de davrandıklarını düşünerek; onlar aracılığıyla insanlara örnek olacak sonuçlara varan masallar yazmışlardır.” Hayvanların işlendiği, konu edildiği anlatıların tarihi kuşkusuz çok eskilere gidiyor. Çin yazarı Mo Yan, Kızıl Darı Tarlaları adlı romanında sözgelimi şöyle diyor: “İnsanlığın şanlı tarihi köpek efsaneleri ve köpek anılarıyla doludur, köpek tarihiyle insanlık tarihi iç içe geçmiştir.” (Çev.: Erdem Kurtuldu, Can, 2013, 280) Hayvanlar, insanoğlunun dünyasında sanatsal anlamda ilk ne zaman yer aldı? İnsanla hayvanın yaşamı ne zaman kesiştiyse atamızın sanat yaşamına da o tarihte girmiş olmalı hayvan… Sözgelimi hayvanla müzik açısından ilişkilenişe açtığı özgün yerle Alejo Carpentier’in Suların Ayrıldığı Yer (Çev.: Necla Işık, Can,1991) adlı romanından da yararlanılabilir bu konuda. Toplayıcılık evresinde hayvanları avlıyor, mağarasında bunları yeniden dönüştürüyor, şamanın yönlendirmesinde yaşadıklarını ritüel boyutuna taşıyordu insan. Böylelikle tanrılaştırdı onları ya da tanrısal imlerle kuşatıp dinle, büyüyle ilişkilendirdi gide gide. On binlerce yıl öncesinden günümüze kalan mağara resimlerindeki hayvanları düşünürsek eğer atalarımızın bunlara dönük yaratıcı yaklaşımıyla kurmaca eyleminin izleri, belki çok daha geriye uzanacaktır… O halde hayvanların, insanoğlunun kurmaca dünyası içinde ilk sıralarda yer aldığı söylenebilir… Avlanma, yanı sıra kemikle silah üretimi gibi tekniklerin ardından hayvanların evcilleştirilmesi, onlardan elde edilen katkıların süreğenleştirilmesi, giderek onlara yönelik görevler üretilmesi, hatta öznel ilişkilendirme boyutunda bir algının oluşması, derken uygarlık yolundaki adımC U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] Çocuk genç yazınında hayvan karakterler… M larda onların da pay sahibi olması insanı, hayvanlarla, onların dünyasıyla yüz yüze getirdi kaçınılmaz biçimde. Diyeceğim masallardan, yazılı, sözlü edebiyatın anlatılarıyla söylenlerinden çok daha önce hayvanlar, insanoğlunun yaşamına yayılmış, onlara önemli roller verilmesinin önü açılmıştı. Hayvanların gizemli dünyası da bu yaklaşımın temelinde önemli rol oynuyordu elbette. Nitekim Necati Güngör’ün Hayvanların Sır Dolu Dünyası (Notos, 2010) zihnimizi biraz olsun açabilir bu konuda. YETİŞKİN YAZININDA BİR SIĞINTI: HAYVAN… Hayvan, insan yaşamında yer edinip onun görsel, işitsel, anlatısal sanatlarına katılırken, binlerce yıl sonra yazınından da içeri daldı. Ne var ki yetişkinler dünyasına yönelik yazınsal üretimin enikonu seçkinci eylem bağlamında kendini koyuşu, hayvana yaklaşımda, insanın olguyu bir biçimde kendine uyarlaştırdığı eğretilemeyle gölgelendi… Elbette dünyanın farklı coğrafyalarına dağılıp farklı dillerine yansımış hayvanlarla içlidışlı yetişkin yazınının tümü için bunu savlamak gerçekçi olmaz. Ancak yetişkin yazınında yazarların, hayvanları içselleştirmek yerine daha çok kişilerin bakışları açısından bunlara birer eğretileme gereci konumuyla yaklaştığı görüldü. Sözgelimi Kafka’nın köpeği ya da böcekleri kendileri olarak var değillerdi aslında. Herman Melville’in Moby Dick’inde (1851) balina bir kurgu gereci olarak kaldı, o kadar. Ama örneğin Jack London’ın Beyaz Diş (1906), John Steinbeck’in Al Midilli, Cengiz Aytmatov’un Kopar Zincirlerini Gülsarı (1966) adlı romanlarındaki hayvanlar kendi gerçeklikleri bağlamında da okurun alımlama evreninde yerini korudu. Elbette azımsanmayacak sayıda bir doğacı yazar kesiminin adları anılabilir hayvanlardan söz edildiğinde… Bu çerçevede modern çağın anlatı sanatı 1226 olarak ortaya çıkan, daha çok da yeni palazlanan burjuvazinin yeğleyişi yönünde biçimlenip yaygınlaşan roman sanatında, ortaçağ sonrası köyden kopuşun, bununla birlikte ortaya çıkan kentleşme olgusunun, sanayileşmenin insanları olduğu kadar yazarları da hayvanlardan uzaklaştırdığını görece kabullenmek gerekiyor. Sonra bunun yeniden tersine dönüp bireyin gide gide yalnızlaştığı, sanayi toplumunda doğasını koruyan hayvana yöneldiği de görüldü… O halde dünya yazınında hayvana yaklaşımın izini roman sanatından önce öyküde sürmek daha gerçekçi bir yol görünüyor. Ancak bunların da bir La Fontaine değişkesi biçiminde kendini gösterdiği öne sürülebilir sanıyorum… Bu bağlamda en önemli yaklaşım hayvanlardaki duygululuk, saflık olarak ortaya çıktı. Bunun, bizim yazınımızda da böyle şekillendiği söylenebilir. Tıpkı onca denizlerin ortasında, büyük bir adada yaşadığımız halde yazınımızda çok uzun yıllar denizlerin yalnızca manzara halinde yer alışına benzer biçimde… Sözgelimi Abbas Sayar’ın Yılkı Atı’na (1970) benzer kaç yapıt adı sayabiliriz yazınımızda? Yapıtın, Ünal Küpeli, Hüseyin Karakaş ikilisince TRT yapımı olarak filme alınışı da anımsanabilir. Filmde başrolü canlandıran Çetin Öner’in Gülibik (1975) adlı yapıtıyla çocukların sevgini kazanışı üzerinde de durulabilir ayrıca bununla ilintili. Son dönemde okuduklarım arasında Celâl Hafifbilek’ten Sevgim Beni Anlıyor (Telos, 2002), Selçuk Sarısaltık’tan Beyaz Kurt’un İntikamı (Ürün, 2010), Meliha Akay’dan Badem Şekeri (Gita, 2011) adlı romanlarla bunlara eklenebilecek öteki örnekler anımsanabilir. Ancak sözgelimi Oya Baydar’ın Kedi Mektupları (Can, 1992), Yiğit Okur’un Topal Viktor’un Anıları (Can, 2001) adlı yapıtlarında kişileştirilen kediyle köpeğin birer özne halinde alınması yerine yazarlarının birer butaforcu gibi bunları yapıntı nesneye dönüştürdükleri öne sürülebilir. Oysa 1950’lerde yazınımızda biri kentten (1950 öykücü kuşağı), öteki köyden (köy enstitüleri kuşağı) iki kol halinde yazıncılar kuşağı yolculuklarını sürdürürken en azından köy kökenli yazarlarımızın yapıtlarında olsun dikkat çekici hayvanlarla karşılaşıp hiç değilse öykülerinde özgün hayvan karakterler tanıyabilmiş olmalıydık… O halde şu kısa özet bile, hayvanların yazınsal anlatı sanatları içinde bir eğretileme gereci halinde alınmakla fabl türünün görevci yaklaşımına bağlı kalınmak arasında kararsızlık yaşandığını söylemek olanaklı görünüyor bana… HAYVANIN YAZINSAL YURDU ÇOCUK GENÇ YAZINI… Kimi çocuk genç yazını yazarlarının hayvanlar söz konusu olduğunda farklı bir donanıma sahip oldukları görülebiliyor. Sözgelimi Necati Güngör’ün hayvanlara dönük ilgisini hemen her kitabında gözlemek olanaklı. Gerçekten o, yalnız çocukgenç yazını içinde verimlediklerinde değil öteki öykü kitaplarında da hayvanlara, onları birer özne halinde alarak yaklaşmanın başarılı örneklerini veriyor. Onun bu anlamda sergilediği özgün duruş, Hikâyemde Hayvan Var (Era, 2002) başlıklı öyküler toplamında açık biçimde gözlenebilir. O zaman bu doğrultuda ürün veren yazarların yaklaşımlarını iki öbek altında toplamak olanaklı: 1. Hayvanların öykü, roman evrenlerine anlatı gereci olarak alınıp dolgu halinde kullanıldığı metinler, 2. 15 Hayvanların, öykü, roman evrenlerinin karakterlerinden birine dönüştüğü metinler. Bu durumun, hayvanların işlenişiyle dönüştürümünden kaynaklandığı açık. Diyeceğim hayvanları yakından tanıyor olmak, ötesinde onlarla içlidışlı yaşamış olmak, yazınsal bağlamda bunları anlatı evrenine başarıyla katabilmeye, onları kendileri olarak birer özne halinde alıp dönüştürerek dikkat çekici soyutlamaya gidilebilmesine yetmiyor. Böyle bir uslamlama yetseydi, en iyi hayvan anlatılarının kır, köy kökenli yazarlar aracılığıyla verimleneceği öne sürülebilirdi. Oysa yukarıda değindiğim gibi, köy enstitüsü kökenli yazarların anlatılarında hayvanlara gereken yerin açılmış olduğunu söyleyebilmek çok güç. Yine de çocuk gençlik yazınındaki anlatılarda hayvan karakterlerin bir biçimde içtenlik, gıllıgışsızlık yansıtarak estetik bağlamda insanda genel bir hoşnutluğa yol açtığı çok açık… Nitekim sayıları her gün artan bir yazar kesiminin, çocuk genç kitaplarında, üstelik çok farklı konular, biçemlerle hayvan anlatıları kurdukları, üstelik bunların azımsanmayacak bölümünde yüksek soyutlayımlarla ciddi dönüştürüm örnekleri sergiledikleri gözleniyor. Masamda onlarca çocuk gençlik kitabı var, tümü de hayvanları alan… Yazarlarıyla yayınevlerini sıralamaya kalksam bile, “Kitaplar Adası”nı kaplayabilirdi bunların listesi… HAYVANI ANLATMAK MI ONU KARAKTER YAPMAK MI… Yukarıda adlarını bile anamadan geçiverdiğim kitaplardan kimilerini örnekleyip üzerinde durmak isterdim elbette yazıda, ancak böyle bir giriş de kaçınılmazdı bir bakıma. Bu hayvanların kışa hazırlandığı bir dönemde konuya dönerek en azından farklı örneklerle buna değinmekte kararlıyım. Söz konusu kitaplarda yer alan hayvanlar büyük bir çeşitlilik yansıtıyor. Başta kedi, köpek, at, kuşlar (baykuş, papağan, leylek, güvercin, martı, karga, serçe, kırlangıç, saksağan, bülbül vb.) olmak üzere eşek, katır, koyun, keçi, tavuk, horoz, tavus kuşu, ördek, kaz, tavşan, balıklar (yunus, somon, alabalık vb.), tilki, kurt, deve, devekuşu, zürafa, kirpi, kurbağa, kelebek, böcekler (arı, karınca, tırtıl vb.)… Ne var ki çocuk gençlik yazınında hayvan çeşitliliğinin içeriden bakışla özneleştirilmesi, gerçektenlik duygusu yayan karakterlere dönüştürülmesi kadar bu yapıtların her birinin kendine özgü yaratıcı damarlar keşfedebilmiş olması, bu çerçevede çocuklarla gençlerin yaratıcı yanlarını kışkırtması da zorunlu… Bu açıdan yaklaşıldığında içtenlikle yapılandırılmış olsa da her hayvan anlatısını başarılı öykü, roman bağlamında almak olanaksız elbette. Yapıtın yazınsal açıdan yaratıcı yanı da bu oranda önem taşıyor çünkü. Melih Cevdet Anday, “Kedimiz” başlıklı denemesinde bakın ne diyor: “Çocukluğumda evcil hayvanları tanıma fırsatı bulamamışımdır; çünkü annem kedi, köpek sevmezdi, pisletirler diyerek eve sokmazdı./ Yıllar sonra;/ Anne sen hiç hayvan sevmez misin? diye sormuştum da,/ A.. sevmez olur muyum oğlum? demişti./ Hangi hayvanları seversin?/ Aslan, kaplan, fil…/ Şaşırtıcı bir yanıttı bu, seviyor ama eve sokulmayacak, okşanmayacak hayvanları.” (Felsefesiz Yaşamak, Adam, 2002,395) Çocukların hayvana duyduğu gereksinim, bu yaratıkların çocuk gençlik yazını yapıtlarında nasıl yer almaları gerektiği konusunda en önemli ölçütü oluşturuyor demek ki… O halde bu yapıtlar, yazarlarının yaratıcı büyücülükleriyle hem yaşayan hayvanlar sunabilmeli hem de insanda gerçektenlik duygusunu yükselterek çocuğun, gencin duyacağı gereksinimi karşılayabilmeli… n 2013 n S A Y F A 15 A Ğ U S T O S
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle