Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K azınsal türlerin yapıtlarına karşı okurun göstereceği ilgi de, uzak duruş da doğal. Akşit Göktürk’ün dile getirişiyle her okurun aslında kendini okuduğu olgusunu görmezden, bilmezden gelmenin olanağı var mı? Okurun alımlama eyleminden uzaklaştırılarak gide gide tüketmelik hazlar peşinde bir sürü haline getirildiği, bu dönüşümün adamakıllı başarıldığı gün gibi ortada… “Okur” olarak nitelenebilecek yığının hep kendi beğenileri üzerinden geçen, aynı okumalarla aynı hazzı sürdürmeyi alışkanlık haline getiren, hoşlanışlarını kesintisiz yineleyen insanlardan oluştuğu açık artık. Böylesi bir okur için, yakınlık duyduğu yazarın peşinden gidişle ona sırt dönüş, ikisi arasında ilişkilenişe yol açmaz elbette. Ancak yazınsal eleştiri ile alımlayıcı arasındaki ilişki, okurun, eleştiri konusu yapıtın yazarı oluşuyla beklenmedik durumlara evrilebilir bir anda. Geçen haftalarda, kitapları üzerine yazdığı kimi yazarların bu yazılar nedeniyle Fethi Naci’ye küstüğüne değindik. Turhan Günay, küsegenlerin sayısını da verdi hatta: otuz altı. Zaman zaman benim de başıma geliyor bu… Yazdığım bir yazı, kitabını ya da verimlerini aldığım yazarın bana kırgınlık göstermesine yol açıyor. Geçen yıl Fethi Naci günlerinde kaleme aldığım Romanın Aranışı Arayışın Romanı (Kanguru, 2011) adlı yapıtına değgin yazımdan ötürü, yılların dostu Hayri K.Yetik, yazımın alaysama içerdiğini belirtip kısa bir ileti göndermiş ardından selamı kesmişti. Oysa alaysama, eleştirinin değil polemiğin başvurduğu bir yol. Fethi Naci’de böylesi tutumlarla karşılaşılıyorsa eğer, bu, onun biçemsel özelliği de ondan. Yazınsal eleştiri, öteki türlerde üretimi hedeflemiş yazar için, olsa olsa özveridir, yazın emekçiliğidir. Bir eleştirmen yazar, bu işi yapmayan yazarlara oranla emeğinin bilincindedir, bu nedenle yabancılaşma yaşamaz emeğine karşı, sömürtmez kendini. Sözgelimi yazınsal verimine laf edebilirsiniz de eleştiri edimine burun kıvıramazsınız onun; çünkü o, yazar olarak sizin de yapmanız gereken, ama gönül indirmediğiniz bir işe soyunmuştur aynı zamanda. itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com Y Eleştirel emeğin yazınımıza katkısı Behçet Çelik öyküleri de öyle… …hele Can Yayınları söz konusu ise mutlaka öne çıkarılmanın belirginleştiği sezilir… …kimi zaman basitlik ve kuruluk bulunmaz bir matah olur. Yani popülizm en çok belirleyen fenomendir… Bir yerinden başladın mı bir şeyler söylenebilir. Bir edebiyat ilgilisi olarak bunu görüyorum… …ayrıca edebiyatın derin devletini de sorgulamak gerekiyor… Yarışmalardaki şike ve kirlilikler ayyuka çıkmış… …ne nedir ne değildir, bir kaos içinde yuvarlanıp gidiyor…/ Saygılarımla…” İkinci ileti Muammer Sayman’dan: “Merhabalar Sayın Aslankara,/ Yazılarınızı zevkle okuyan bir Cumhuriyet okuruyum./ Özellikle de bilinen yayınevlerinin Doğan Kitap, Y.K.Y, Can Dil Bayramı haftasıyla çakışacak “Kitaplar Adası”nda işlemeyi düşündüm. Görüldüğü gibi iki yazar da birbirinden çok farklı yaklaşım sergiliyor iletilerinde. Bunlara, doğrulanılırlıkları açısından bakmak yerine, “Kitaplar Adası” yazılarına yaklaşımda göreceliği ele verişin örneği olarak bakılabilir… Oysa Hayri K.Yetik’in, andığım yapıtında dile getirdiği gibi, “[E]leştirmenle yazar arasındaki farklardan biri şudur: Yazar/sanatçı bütün kaygılar gibi yazınsal kaygıyı da ‘ipleme’yenlerden olabilir; ancak eleştirmenin her zaman alanıyla ilgili sorumlu davranması gerekir; yoksa eleştiri ortadan kalkar. (…) Bundan da önemlisi o zaman metin de, metinle yelken açmak niyetindekiler de serseri mayın gibi bir yere varamadan dalgaların oyuncağına dönüşürler.” (61) gören modern birey.” (48, 49) Ancak “…asıl konu piyasa romanının tür ve biçim olarak nereye gittiği değil, edebiyatın, roman dilinin, hatta dilin nereye gittiği olmalı…” (29); “…[N]ereye giderse gitsin diyenler olabilir benden sonra tufan demiş olanlar gibi bir bencillikle. Bence insanın en azından gitmemesi gereken bir yer var. Orası çokülkeli şirketlerin bizi götürdüğü uçurumdur. (…) Bunun için de bu anlamda saygın eleştirmenlere gereksinim var.” (30) Bu saygın eleştirmenlerden biri de Hayri K.Yetik kanımca. Biri oysa eğer, bir diğeri de Aysu Erden. Hayri K.Yetik’in, Edebiyatta Ç/alıntı adlı emek ürünü yapıtı özgünlüğüyle dikkati çekmişti. ELEŞTİRİ YA DA YAZINSAL VERİMİN GÖSTERENİ ... “Eleştiri”yi bilmiyor değilim, ancak her hafta kitaplar üzerine kalem oynatan bir yazarın, tüm yazılarına “eleştiri” denebilmesi olası mı? Nitekim iki yazardan iki ay arayla aldığım iki ileti, “Kitaplar Adası” yazılarına yaklaşımda nasıl farklılıklar olabileceğini ele veriyor. İlk ileti Necdet Batum’dan: “Sayın M.Sadık Aslankara,/ “Edebiyatta değer kavramı, görece, gezgin, zaman aşımlı bakışlarla belirlenir. Söz konusu ettiğiniz SAYFA 14 ? 2 AĞUSTOS Yayınları yayımladığı kitaplar dışındaki eserleri okuyup değerlendirmeniz ilgi çekicidir. Öyküye bu denli ağırlık vermeniz roman furyasını düşündüğümde ayrıca sevindirici./ Şöyle düşünüyorum: İyi bir sanatçı başka yaratılara da kendi yaratıları gibi bakan, heyecan duyan kişidir. Bu anlamda siz hem anlatılar kaleme alıyorsunuz hem de başka yazarların anlatıları üzerine eleştiriler yazıyorsunuz. Genelde de yapıcı, sevecen bir biçeminiz var./ Düşünüyorum da yüzlerce, binlerce öykücü, romancı var ama kaç kişi sizin gibi kitap değerlendirmeleri yapıyor?/ O halde ya okumuyorlar ya da başkaları için yazma sevincini, paylaşımını taşımıyorlar. (…)/ Saygılarla.” Buraya almadığım satırlarında Muammer Sayman, yazılarımda sıkça yer açtığım “verimlemek” sözcüğü üzerine görüş soruyor. Yazıyı dağıtmamak için konuyu 26 Eylül’deki 2012 ELEŞTİRİDE ‘YARGI MI, ‘ALINGI’ MI... Hayri K.Yetik’in, yayımlandığı dönemde, özgünlüğüyle dikkati çeken Edebiyatta Ç/alıntı (İnkılâp, 2005) adlı emek ürünü yapıtı üzerinde durmuştum daha önce de… Diyeceğim, bu alanda alabildiğine yoksul bir görüntü sergileyen yazınımızda görebildiğim öteki yapıtlara nasıl uzanmak gereği duyuyorsam Hayri K.Yetik’in eleştiri, deneme yapıtına da ilgisiz kalamazdım kuşkusuz. Ancak kimileyin kaleme aldığım yazılar, kitapları tanıtma özelliği taşıyor, o kadar. Tam anlamıyla “eleştiri”ye karşılık gelecek yazılarla kaç yazara, kaç kitaba yer açılabilir yıl içinde? Bu yüzden zaman zaman birkaç yazarı bir arada, bir yazarı bütün yapıtlarıyla, bir dönemin yazarlarını, kitaplarını topluca işleyen yazılar kaleme almaktan kaçınmıyorum. Böylelikle yıl boyunca olabildiğince çok yazarla kitabı konuk almaya çalışıyorum Ada’ya. Ayrıca farklı alanlarla türler arası çeşitliliği dikkate aldığım da gözden kaçmıyordur herhalde… Hayri’nin Romanın Aranışı Arayışın Romanı’nı yeniden okuduğum sıra, Aysu Erden’den bir kitap ulaştı elime: Edebiyatın Uygunsuz Kahramanları (Bizim Büro, 2012) Erden, yapıtına uzunca bir alt başlık seçmiş: Yaşamın İçinden Karanlık Deneyimlerin Öyküleri ve İnsan Ruhunun Dehlizlerine Yolculuklar. İki yapıt, ortaya koyduğu kavrayış, yaklaşım, yapıtlara yönelik ele alış çerçevesinde, koşut okumayla farklı bir roman, öykü serimlemesi getiriyor okura. Böylece okur, andığım kitaplardan kalkarak geçmişten bugüne roman türünün hem evrensel boyutta geçirdiği evreleri hem de bizden buna ulanabilecek yapıtlarla dönemlere göre bunların ana gövdeye eklemlenişini, yapıtlar kadar toplumlarla yaşam bulduğu koşulları yerli yerine oturtabiliyor. Önce Yetik’in “roman” ile “eleştiri” kavrayışından kimi satırlara göz atalım bir çalım. Hayri’nin değerlendirmesiyle “romanın toprağı” “XVIII. yy bireyciliği”, roman kişisi ise “[t]arihte kendini gören değil, kendinden tarihi YAZINIMIZIN YÜKSELTİCİSİ OLARAK ELEŞTİRİ... Romanın ortaya çıkışından, Doğu’da bunu izleyen gelişmelerden Aysu Erden’in yapıtındaki Birinci Dünya Savaşı ardından ortaya çıkan yitik kuşakla yaşananların gözler önüne serdiği “tekinsizlik” olgusuna geçilebilir. Erden, yapıtının “çıkış noktası”nı, 2011’de Yasemin Yazıcı’nın önerisiyle, “Türk edebiyatında ve dünya edebiyatlarında, kadın yazarların, toplum ve aile içinde, şiddetin her türlüsüne uğrayan kadınları ve onların trajedilerini eserlerine nasıl yansıttıkları konusuna değinen” araştırma başlığının oluşturduğunu söylüyor: “Edebiyatın Tekin Olmayan Sokaklarında Susku ve Çığlık”. (15, 16) Yazar, kimi örneklerden kalkarak, tekinsizliğin “sır olarak kalması gerektiği halde ortaya çıkmış her şey” anlamına geldiğini vurgulayıp sözcüğün, “diğer bir deyişle ‘garip ve ürpertici, anlaşılamaz ve de bilim yoluyla açıklanamaz olay ve duyguları tarif etmek için’ kullanıl(dığını)” (24) söylüyor. Ardından “Gotik edebiyatının, ‘öbür dünyanın karanlık ve cezalandırıcı hayatını aklın sınırını zorlayarak iletmeye çalışan’, aydınlanma çağına ve her şeyi akılla temellendiren her tür katı tutuma tavır koyan, 1720’lerde ortaya çıkan, 1740’larda yaygınlaşan, 1780’lere kadar süren bir dönemde öne çıkan” yapıtlardan başlayıp dünyadaki, özellikle 1980 sonrası bizdeki uzantılarına geçerek bunları örnekliyor. (25, 26, 29 vd.) Aysu Erden, başlangıcından günümüze “gotik edebiyat” üzerine bir serimleme yapıyor ilkin. “Gotik edebiyat”, genelde “romantik fantastik korku edebiyatı”. Bu, “Batı edebiyatında, 18.yüzyılın sonlarında ‘Aydınlanma Hareketi’ne ve dönemin rasyonel ortamına bir tür tepki olarak ortaya çıkan romantik yaklaşımla yakından bağlantılı… Gotik, insan ruhunun karamsar ve karanlık yönleriyle, mantıkdışı ve açıklanamaz olanla yakından bağlantılı…” (21, 22) Ancak “Giriş”te belirttiği üzere, Aysu Erden’e göre “[b]ir edebi metni algılamak, anlamak ve eleştirmek dinamik bir süreçtir. Bunun nedeni okurun sürekli olarak çıkarımlarda ve yorumlamalarda bulunması, metinden beklentilerini sürekli olarak sınamasıdır.” “Sıra dışı edebi metinler oluşturmak birçok yazarın arzuladığı bir şey olabilir. Bu nedenle de sıra dışı kurmaca kişiler, farklı ilişki biçimleri yaratabilirler.” “Edebiyatın, bilimin ve sanatın ortak noktası, her üçünün de, bilginin yaratıcılığın, sezginin birer bileşimi olarak ortaya çıkmalarıdır.” “Bu tür metinlerin okuru, …kendi yaratıcılığı sayesinde sorgulayıcı yorumlar yapar, çıkarımlarda bulunur, zihninde yeni yeni üst metinler oluşturur.” Hem okurlar hem de yazarlar, andığım iki yapıtı da heyecan verici birer serüven romanı gibi okuyabilir… Ama romancılar, mutlaka okumalı bu yapıtları! ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1172