07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ONUR YAZARI ? Şengil’le çok sevişen iki dosttuk, onun İngilizce kitaplarını bir kuruş almadan yazdım. Şimdi adını vermeyeceğim önemli bir yayınevine biri büyük, biri küçük iki kitap yazdım. Öncesinde para hiç konuşulmadı, ben de isteyemedim; onların da işine geldi, öneride bulunmadım. Eskiden bu lüksüm vardı, şimdi ise gelirim emekli aylığım. Sınıf arkadaşım Çetin Altan daha Galatasaray’da şiir, yazı yazmaya başlamıştı. Gazetelere yazı yazarak geçimini sağlıyordu. Babasıyla bu nedenden bozuşmuşlar. Ama başlangıçtan beri ailesinin yazılarından aldığı paralarla geçindirdi. Biri ünlü bir yazar, öteki sözü dinlenen sosyal bilimler profesörü iki oğlunu da böyle yetiştirdi. Oyun yazarlığı yaptı, gezi ve deneme kitapları yazdı. Sahne sanatları konusunda büyük uğraşlarınız oldu, pek çok yayına imza attınız… Gelinen süreçte, nasıl bir değerlendirme yaparsınız? Kötüye gidiş diye yorumlanan bir sanat anlayışına nasıl bakarsınız? Bu soruyu birinci elden yanıtlamam olanaksız. Yıllardır tiyatroya, baleye, operaya, sinemaya gitmiyorum. Bunun çok önemli nedeni yavaş yavaş belleğimin zayıflaması. Bazen çok yakınlarımın adlarını bile unutuyorum. Evde de çok kapsamlı bir müzik arşivim, 3000 kasetlik bir video koleksiyonum var, artık hiçbirini seyretmiyorum ve dinleniyorum. Çok sevdiğim şiir, roman gibi kitapları okumuyorum. TV’de de aksiyon filmlerinden başkasını seyretmiyorum. Çünkü güzel şeyler benim aklımı çeliyor, kafamı yalnız kitaplarım ve yazılarım için kullanıyorum, yoksa bunları yürütmeyeceğim. Onlar iyi gidiyor. Kullanmadığım şeyler kayboluyor. Önce Osmanlıcam gitti, arkadan kitaplar bile yazdığım Fransızcam çok zayıfladı. Şimdi bir kitap değil, mektup yazacak durumda değilim. İngilizcem de kaybolma belirtileri gösteriyor. Sağlık durumum da kötülediği için Ankara’da evden dışarıya ayda bir, iki kez çıkabiliyorum. Ayrıca zaman içinde tiyatro üzerine fikirlerim de değişiyor. Bizde tiyatro denilince tek bir şey anlaşılıyor, o da bir yazarın metnini tiyatrocular kelimesine dokunmadan ezberliyor ve yorumluyorlar. Böylece tiyatronun yaratıcısı yazar oluyor. Sinemadan örnek vermek gerekirse sinemanın yaratıcısı yönetmendir, metin (senaryo) tamamen onun denetimindedir, isterse değiştirir, bazı yönetmenler senaryo yazarı ile birlikte çalışır, bazısı da senaryoyu da kendisi yazar. Bizim Devlet Konservatuarında eskiden tiyatronun fonetik bir sanat olduğu, operanın müzik, balenin ise dans olduğu öğretilirdi. Oysa opera da, bale de mükemmel tiyatrolardır. Günümüzün önde gelen yönetmenleri Zeffirelli, Bob Wilson, Peter Brook, Ariane Mnouchkine, Peter Stein, Dario Fo, Mehmet Ulusoy ve daha nicesi bu dar anlamı kırmışlar, tiyatro sanatının yaratıcısı olmuşlardır. Operaya da el atmışlar, şimdi opera için eskiden hangi tenor, hangi soprano diye sorulurken günümüz opera seyircisi, önce sahneye koyana bakıyor. Yargılarına değer verdiğim Zeynep Oral’ın Cumhuriyet’te iki yazısından öğrendiğime göre Yaşar Kemal’in Teneke’si La Scala operasında büyük başarıya ulaşmış. Bu her şeyden önce Yaşar Kemal’in başarısıdır. İlk yayınlandığı zaman okuduğum Teneke’yi eleştirmen olduğum zaman tiyatro oyunu olarak seyrettim ve Ulus’ta yazı da yazdım. Böyle bir konuyu tutucu bir Milano seyircisine beğendirmek sanki mucizeydi. 1951’de kendi soydaşı olan Menotti’nin Konsolos operası La Scala’da oynandığında, sahnede trençkotlu kişiler, canına kıymak için başını hava gazı fırınına sokan bir kadın, bulamadıkları tatlı aryalar yerine, kırık müzik cümleleri görünce ıslıklanmış, yuhalanmışlardır. Oysa bizde oynandığında (başrolü Leyla Gencer ve de başkaları üstlenmişti), o zamanki Ankara seyircisinin gözünde en iyi opera olarak benimsenmiş, bir giden bir daha gitmiş, salon KİTAP SAYI hep dolmuştu. İstanbul’da her yıl “Uluslararası Tiyatro Festivali” düzenleniyordu. Ancak sonraları her yıl düzenlenirken sonra iki yılda bire indi. Genç tiyatrocular bunları seyrederek tiyatronun başka bir şey olabileceğini öğrenmeye başladılar. Bunları onların gösterimleri üzerine çıkan yazılardan anlıyorum. Kısaca gösterim sanatlarımız artık yepyeni bir evreye girmiştir. YEREL KÜLTÜR ÜZERİNE... İki sorum var: Siz tabii bir de, Anadolu kültürü üzerinde çok çalıştınız. Evrensel ölçülerde değerlendirmelerde bulundunuz. Bütüncül bir kültür açısından bunun önemi üzerinde neler düşünüyorsunuz? Gene biliriz ki, “yerel kültür”, Metin And’ın uğraşlarından oldu. Yerel kültürün bilimle buluşmasında neler yaşandı? Bütün kitaplarım Türkiye ile ilgilidir, yazılarım da öyle; belki yazılar için yüzde 95’i diyebiliriz. Ben buraya bağlı bir insanım, araştırmacı olarak benim için tek alan burasıdır. Bizans Tiyatrosu adlı kitabım da böyledir. Anadolu ise kültür karışımının dipsiz bir kuyusudur. Örneğin her geçen yılda toprak altından maddi kültürün yenileri bulunuyor ve bulunacak. Her zaman için yaşayan kültürün yeni buluntuları ortaya çıkıyor ve çıkacak. Anadolu’da çok az alan çalışması yaptım. Tek kaynağın çoğunluğunu, okul öğretmenlerinin kendi yörelerindeki gönüllü derlemeleri oluşturmuştur. Onlar olmasaydı Anadolu ile ilgili kitaplarımı yazamazdım. Özellikle Oyun ve Bügü kitabımı. Bir önemli kaynağım da eski Türk Dil Kurumu’nun çıkardığı 10 ciltlik Türkiye’de Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi. Bir zamanlar bu kitap elimden düşmüyordu. Hele günümüzde bizim kentlerde İngilizce sözcükler, deyimler, hatta cümleler dilimiz her gün biraz daha yoksullaştırırken; Anadolu insanı Türkçeyi inanılmaz kertede zenginleştirmiştir. Bazen bir cildi karıştırırken bile bu zenginlik karşısında şaşa kalıyorum. Sizin durmadan çalışan bir bilim insanısınız. Bize neler hazırlıyorsunuz? En son YKY’ye “André Antoine İstanbul’da” adlı kitabı önermiştim. O yıl Enis Batur YKY’nin başındaydı. Projeleri vardı. İstanbul Şehir Tiyatrosu ile anlaşıp kitap çıkınca onların arşivinden de yararlanarak bir de fotoğraf sergisi hazırlanacaktı. Ancak bir editör aklımı çeldi, Doğan Kardeş Kitapları için “Ünlü Sihirbazlar” kitabını önerdi. Konu benim için çok çekiciydi. Hemen kabul ettim; ancak bunun çocuklar ve gençler için oluşu, bir de kitabın gevşek dokusu araştırmacı için uygun bir ortam değildi, kısıtlanıyordum. Durumu görenler, bunun normal yayınlara dönüşebileceğini bildirdiler. Adını da “Sihirbazların İzinde” koydum. Şimdi aradığımı buldum. Hızlı gidiyordu. Her bitirdiğim bölümü gönderiyordum, orada kitap sayfasına dönüşüyordu. Bitmesine iki bölüm kalmıştı. Ancak çok yoruldum; çünkü ufak bir bilgiyi bulmak için çok dağınık evde bir iki saat aramalar yapmam gerekiyordu. Bir ara bu iki bölümü yazmadan kitabı çıkarmayı düşündüm; ama gönlüm elvermedi. Kitabın sonunda afişlerden, fotoğraflardan oluşan çok zengin bir de albüm olacaktı, ama bir süre kitabı dinlenceye çekeceğimi bildirdim. Anlayışla karşıladılar, programda olan “İstanbul’un Çarşı Ressamları” kitabına başladım. Çok iyi gidiyor, yarısını yazdım. Bu kitapta yüzlerce renkli resim olacak. Adını da ben koydum, sanat tarihçileri de bu adı benimsedi. Ancak TÜYAP işi, ayrıca büyük eski bir kitabımın Minyatürlerle Osmanlı İslam Mitologyası’nın yeni baskısı, beni çok uzaklaştırdı. Özellikle yeni baskıya 40 kadar yeni minyatür ekledim. Baskıya geçen hafta başında verildi, belki TÜYAP Kitap Fuarı’na yetişir. Kuşkusuz daha pek çok projem var. ? [email protected] 923 SAYFA 11 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle