Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
MarcFerro'dan "Sinema ve Tarih" Tilm, bir tarihçi için istenilmeyen f bir belae olabilir mi? Bir tarihçi olan Marc Ferro, "gerçeğin görüntüsü olsun ya da olmasın, ister belge ya da kurmaca, isterse gerçek ya da tümden düşsel entrika olsun", bir belge olarak ele aldığı filmleri tarihle ilintilendirerek inceliyor. Ferro'nun, bu tür inceleme yazılarının toplandığı "Sinema ve Tarih" adlı kitabı, baştan sona ilgi çekici saptamalarla dolu. Kitabı okudukça, bize sunulan görüntülerin, sandığımızdan da çok tarih olduğunu kavrıyoruz. filmlerin yapımını özendiriyorlaroı. Ancak, yöneticilerin büyük çoğunluğu, bir Sinema filmin gerçekleştirilve Tarîh mesi konusunda bilgisizdiler. Sadece senaryoyu okumakla işin biteceğini sanıyorlardı. Bir çekimin, özellikle de kurgunun, bir senaryoyu nasü dönüştürebileceğinin ayırdınaa değildiler. M*ırc l'vrro staniey Kubrlck. zafer Yollan (1957) Andrel Tarkovskl. Andrel Rublev (1966) FATMA OKUMUŞ ERGÜL * esneleri simgeleyen göstergelerin dünyasına baktığımızda, iletiyi bize ulaştıran dille karşılaşırız. Kullanılan dil, görüntü dili de olabifir, ki sinema dilini oluşturan temel öğelerden biri de İjörüntüdür. Bununla birlıkte dil, tümüye dünyayı ve yaşanılanları nesnel olarak yansıtabilir mi ya da tarihle sanat, tiimüyle örtüşür mü? Bu anlamda söylemin, yarattığı ya da dillendirdiöi düşünceyle olan ilişkisi, genelde ortaya konulan her üriinde, özeldesinemada etkili olmakta mıdır? Olmaktaysa, bu nasıl gerçekleştirilmektedir? Söze ve söyleme olan güvensizlikten hareketleyapi bozumculug'a (deconstruction), dolayısıyla [acques Derrida'ya ulaşırız ki Derrida, söylemin dillendirdiği dü şünceyle olan ilişkisi üzerinc yoğunlasır. Bu sularda yüzerken, kitle iletişim araçlarıntn kullandıöı vegünümiizdeartık nesnekonujnundaki insaııa ulaştınlan dilin ve söylemin, iletişjm dizgelerinden nasıl etkilendiğine değinen Jean Baudrillard ya da siyasi iktidarın dil ve söylem üzerindeki etkılerini ele alan Miclıel Foucault gibi düşünürlerle karşılaşmz. Bu bağlamda, söylemin dillendirildiği iletinı ortamlarından biri olarak sinemamn yanı sıra yaratılan görüntülerin tarihle olan bağıntısına bakıığımızda da Marc Ferro'yla karşılaşıyo N ruz. Karçıçözümleme Filmleri bırer belge olarak ele alan ve toplumım bir "kanjiçözünılemesi'nc yönelen düşüncedcn hareketle Marc Ferro, doğrudan şunu sorar: "Film, bir tarihçi için istenilmeyen bir belge olabilirıni?" (s. 25). Yüzyıllık bir geçmişj olan sinemamn kendi tarihine baktığımı/da, 1930larda Chaplin, Renoır, Rosselinı gibı isimlerin birer düş.üuür olarak ele alınması söyle dursıın, gerçek anlamda birer usta olarak bile görülmcdiklcrini gö/. önünde bulundurursak, lilmlerin bırer belge olarak ele alınıp değerlendirilmesine karşı çıkılacaSAYFA 14 ğıru yordamak hiç de zor olmamaktadır. Kaldı ki Marc Ferro, 1960'larda ortaya atılan, "filmlerin birer belge olarak ele alınarak toplumun bir karşıçözümlemesine yönelme düşüncesi"nin, üniversite çevresini ayafia kaldırdığını imlemektedir (s. 9). 1930 lu yıllarda Yeni Dalga'nın, tarih üzerine bir söylem oluşturmuş bu yeni sanatı dayatmayı başarmasının ardından, 1990'Iarda, özelliklc telcvizyon aracılığıyla görüntü artık her yerdedir ve "siyasal söylemden farklı bir şekilde, kendisini doğru söylem olarak görüntü yalan söylemez! dayatmayı" (s. 10) istcmektcdir. Diğer taraftan sinema, belgesel ya da kurmaca olması ayırt edilmeksizin bir düşünceyi ululayan rilmlerle tarihsel biröğe olur vc film, "ister televizvondan, isterse sinemadan gelsin bir beıge kadar olay yaratmaktadır" (s.11). Tam bu noktada, yetke sahipleri sinemayı "kullanma" egilimine girerken çünkü artık sinemamn bu anlamdaki islevinin ayırdına varılmıştır sinema, kendini tam karşı noktada konumlandırmaveyalnızca kendi kurallarıylavar olma uğraşındadır. Bir anlamda, Marc Ferro'nun deyişjyle sinema, "karşı iktidar" gibi davranmak amacındadır. Bunun la birlikte, sinemamn hakkını vererek diğer sanat ve sanatcılarla, sinemayı ve sinemacıları eşit konumda tııtan rarihte bıınu kabullenen, bir anlamda kabullenmek durumıında kalan ilk rcjim olarak Sovyet iktidarının ve dünyanın en başarılı örnekIerini vereıı Sovyet sinemasının durumu nun oldııkça ilgi çekici nldıığu ortadadır. Sovyetlcr'de sosyalistler, eğitmek vc öğretmck için en etkili yöntemler üzerinde kala yorarken dersler, kamuya açık konferanslar, etlebiyat ve yaygmlaşması zor da olsa tiyatroyu kullanmayı düşünürlerken sinema, tiyatronun tersine amaçlarıyla çakiijir bir konurndadır. Cîerçi, salon vegösterici sayısını arttırmak sinemamn kullanılması için veterlitlir; ancak bir koşulla: Sinema sanayiinin devletleştiı ilmesi koşu lu. Nitekim, bu devletleştirme, çok kısa bir zamanda gerçekleştirilecekti. (s. 166). Bolşevik yöneticiler, dcvrimin başarısını öven Her ne kadar Bolşevik iktidarı ile sinemacılar arasında bir yakınlaşmadan tam olarak söz edilemese de aralannda bir dayanışma olduğu kabul edilebilir bir gerçektir. Sovyet yöneticilerinin Poternkin Zırhiısı vc SenPetersburg'un Sonu filmlerinin, özellikle Almanya'daki, kendileri için (!) olumlu yankılarından etkilenmemeleri olanaksız bir durumdu. Bununla birlikte, Sovyet yöneticilerinin, Pudovkin, Eisenstein ve Kulecov'un filmlerine eleştirel yaklaşımlannı da unutmamak gerekir. Hiçbiri açıkça yasaklanmamışlarsa da rahatsız edilirlcr. Marc Ferro, SSCB: Sitcdeki Sinemacı başlıklı yazısında bu konuya açılımlar getirir (s. 165177). Öncesinde de Potemkin Zırhlısı'na efsane ve tarih açısından bakarken şunları söyler: "Yenilınez PoteniKİn'iıı acınası sonu, gelenekte ve efsanede hiçbir şekilde anımsatılmamıştır: Mürettcbatın bir kısrru, bir avuç asker tarafından (Teodsya'da) bozguna ugratıldı, kalanlar ikinci bir kez Konstanza'ya geldiler; gemi düştü, denizciler tehcir edildiler ya da küreğc göndcrildiler, çoğu da Arjantin'e göç etti... Görünüşc göre içlerinden hiçbiri 'devrimin partisi'nin yer altı örgütlerine katdmadı ya da en azından, simgesel bile olsa orada bir PotMion ZrMsı roloynamadı... Bu bölümü, efsane de resmi belgeler de budarlar (...). Bu koşullar altında, düşünülebilecegi gibi, efsane ve resmi tarih, Potemkin'in ancak başlangıç evresini alıkoyabilirlerdi. Ve eğer Eisenstein'ın başyapıtı onu yeniden canlandırmıs olmasaydı DU budanmış versiyon bile belki de insanlann belleğinden yitip gitmiş olacaktı tarihin, çoğu zaman, tarihten ancak ve yalnızca yönetenlerin iktidarının meşrulaştırdığı şeyi ahp sakladığı bu kadar doğru işte. (s. 88). Yanı sıra Marc Ferro, şunu da vurgulamıştır: "Sinemacılar bilinçli olsunlar ya da olmastnlar, herkes gibi bir davanın, bir ideolojinin hizmetindedirler; açıkça ya da kendi kendilerine birtakım sorular sormaksızın" (s. 16). Sinemamn, sinematografik olmayan birtakım aşamaların üstesinden gelmesinin de gerekli olduğu bilinen bir gerçektir. Bir belge olarak filmin ctkisinin sağlanabilmesi için, filmin izleyiciye ulaşması gerekir. Bu aşamalarda devreye giren kişiler ve kurumlar arası iliskiler, çatışmalar, sansür, otosansür vb. öfielerin yarattığı sonuçlaruı etkisi, film çekiminin bitmesiyle sonlanmaz. Gösterime gir(ebil)mesinin ardından da filmin serüveni devam eder. Bununla birlikte "bir yapıt, tarihin iki ayrı anında farklı, hatta ters bir tarzda okunabilir. 1940'ın Almanları, suçladıkları, mahkum ettikleri ve savaştıklan cürümlerden suçlu olduklanna inanamazlardı." (s. 21). Elbette kı sinemanın toplıım üzerinde yarattığı etkiyi ölçmenin zor nlduğunun ayırdındadır Ferro; ancak kimi etkilerin ayrıştırılabileceğini savunarak şu örneği verir: "ABD'de Nazizm karşıtı filmlerle yurtsever dayanışmayı yücelten filmlerin, ülke içinde ancak iki koşulla başanya ulaştıklarıgözlemlenebilmektedir: ls,gal altında bulunan ülkelerdeki direnişi ya da Almanya'daki yasal kurumlara karşı mücadeleyi ululamak; Roosevelt'in üretime çağnsını daha iyi uyumlulaştırmak bahanesiyle işletmelerdeki serbest girişimi sorgulamamak." (s. 17). Sinema ve tarih arasındaki ilişkileri soıgularken Ferro, son iki ekseni şöyle belirler: Tarihçiyi, kendisiniıı geçmiiji nasıl okuduğu sorunuyla karşı karşıya bırakan, tarihin sinematografik okunuşu ve bir toplumun, bir sanatsal varatının otosansürle rini, sürçmelerini (lapsus) vb. toplumsal içerikleri ortaya kovarak, toplumların geç mişindc görülür olmayan bölgclere ulaşma olanağı tanıyan filmin tarihsel okunu şu. Yorumlanmasındaki güçlük açısından riiyaların diline benzetilen sinemamn dili tam olarak anlaşılır görünmemekiedir. Yorumlar, net değildir. Diğer taraftan, tarihin de gerçekliği bire bir yansıttığı savı ne kadar doğrudur? Artık, günümüzde kameranm saptadıöı bazı görüntülerden anladığıınu kadarıyla tarih, çok da yansız degıldir. Tarihin, ken di kendini yuratmak için kullandığı ınalzemelere hakarsak, temelde tlevlet arşivlerinin ve elya/malannın kullanıldıguıı görürüz. Yani yazılı belgeler. Bu yazılı belgeler doğrultusunda da tarih, toplumun yönetimini üstlenmiş olanların bakış açılarmdan kavranmaktadır: Devlet adamları, diplomatlaryargıçlar, giri^imcilerveyötK" ticiler, 20. yy. ın başında sinema makine • C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 4 9 2 Sta8ma ve tarih HşMtari Sergel Eisenstein. Potemkin Zırhhsı (1925) cnariie chaplin. Diktatör (1940)