Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Avrupaltlar, Avrupa'nın ne oldügunu tarttşıyor Kolomb'dan Kundera'ya Bugün Viyana'da olsun, Budapeşte'de olsun herkes yeni bir Avrupa'nın kurulmasından bahsediyor. Bütünleşmeden bahsediyor. Peki Avrupalılık ne anlama geliyor? Colomb gibi uzaklara gidip keşfetmek, sonra da zorla ele geçirmek ve dönmek mi? Yoksa kendi tarihini yaparken, dünya tarihine el koymak mı? British Museum'u dolduran tarihi eserler savaş ganimeti değil de ne? Avrupa Cervantes'den bu yana anlatılıyor yazarlarca, ama hep dışardan. ÇEVIREN oanıup Gerçek kâşiflerin kimlikleri üzerine tartışmalar sürüyorsa da, Colomb'un Batı yoluyla Hindistan'a ulaşmak isterken, tamamen rastI lantı sonucu Amerika'yi keşfettiği artık kesinlikle biliniyor. Ne var ki tam beş asırdır yazılan tarih kitaplarına ve ansiklopedilere bakıldığında, madalyonun hangi yüzüne ağırlık verileceği konusunda uzmanların hiç de uzlaşma içinde olmadıkları görülüyor. Konuya ilişkin tüm saptırmalar, yadsımalar, karaçalmalar ve aklamalar, aslında adım adım tek bir bilgiye yaklaştırıyor bizi: Gerçek bir Avrupa tarihi bÜgisine... "Güzlerimin önünde alabildiğine uzanan bu yeni topraklar öylesine farklı ve güzeldi ki" diyor Colomb, "O güne dek hiç bilinmeyen muazzam bir anakarayla karşı karşıya olduğumu daha ilk anda anlamıştım." Evet, orada gerçekten bilinmeyen bir kıta vardı, ama yola çıkarken böyle bir olasılık kimsenin aklmın ucundan bile geçmemişti. Olaydaki bu çift boyutluluk, Colomb'a birbirinden çok tarklı sayısız sıfat yakıştırılmasına yol açtı tarih boyunca. Kimdi Colomb?Bir dolandırıcı mı, yoksa melek mi, ufkumuzu genişleten bir dahi mi, yoksa şarlatan mı, bir kâşif mi, yoksa sefil bir adam mı, su katılmamış bir kahraman mı, yoksa yontulmamış bir megoloman, bir oyunbozan, bir üçkâğıtçı mı?1 LeopoldAuguste'e bakılırsa o düzenbozan bir yabancı, bir çılgın, bir romantik, bir meczup, bir mesih, bir yalancı, bir entrikacı, bir spekülatdr ve sonuçta, TürkYahudi kırması bir piçtir... Bir arada barınabilen tüm bu çelişkiler, kördüğümlerle dolu Avrupa tarihini anlamakta kullanılabilecek enfes bir kaynak oluşturmuyor mu? Colomb'un Avrupalılığı, öncelikle "gitmeye" olan tutkusuyla gösterir kendini. Gitmek .. Neyle karşılaşacağını bümeksizin, ne pahasına olursa olsungitmek... Gidip, uzakları, bilinmeyeni keşfetmek ve sonra da... Sonra da ele geçirmek; hem de gerekirse güç kullanarak! îşte tipik Avrupalı t utkuları!.. Böylelikle kitabına uygun davranır Colomb ve Avrupa'yı Avrupa'dan uzaklaşmak, Amerika'yı keşfetmekle kanıtlar. Hatta bir anlamda keşiften öte, icat etmekle... O denli kozmopolit bir kültürün ıçinde yetişmiş, Avrupalılığı öylesine derin solumuştur ki, yerinde durması /.aten beklenemez ondan. İçinde bulunduğu tıkış tıkış ortamdan kaçmak ve yeni dünyalara, bilinmeyene doğru yelken açmak onun alınyazısıdır. Clandel'in sözünü ettiği sarhoşluğu büyük olasılıkla gerçekten yaşamıştır Colomb: "Ardıma bakmadan öylesine uzaklaşmalıyım ki, geri dönmek mümkünolmasın." Buraya kadar öykü taşıyor kendini; anlamak pek zor değil... Peki, ama bundan sonra ne oluyor da büyü bozuluyor? Bu yüce düşlerin izcisi, neden ansızın silkinip, tüm ideolojisini, uğrunda yaşamını verebileceği tüm değerleri bir kenara atıveriyor? Nasıl oluyor da bu özgürlük neferi, bir sabah uyandığında kaba bir orman kıyımcısının, aşağılık bir tavuk hırsızının, bir "güç" çılgınının derisinin altında buluyor kendini? Aslında bu cinnet, türünün ilk örneği değil elbette. Çok daha önceden "Veni, vidi, vici" diyerek kendinden geçen diğer bir ünlü haydutun kulaklarıçınlatılıyoryalnızca .. Gidiyor, görüyor, anlıyor ve ardından... söküp almak, yağmalamak, yıkmak ve köle etmek için yeniden geliyor Avrupalı... Nedir bu dönüşümün sırrı? Marco Polo'dan Hitler'e uzanan, nasıl bir senaryo böyle? Sanki Avrupalının "pembe düşü", ille de başkalarının karabasanı olmak zorundaymış gibi... Avrupa'nın yüzyıllar öncesinden kurduğu olağanüstü denizcilik ağının kanıtı olarak "Britisih Museum"u hınca hmç dolduran tarihi eserler, ne tuhaftır ki, savaş ganimetlerinden başka bir şey değüler! öyle görünüyor ki bu yaşlı kıta kendi tarihini yaparken, dünya tarihine el koymuş, tek bir bakış açısına hapsetmiş onu. Oysa yalnızca destanlardan söz etmek ve kıyımları gizlemek ya da tam tersi düpedüz yalancılıktır. Karmakarışık hiyeroglifleri çözen de, piramitleri bir güzel yağmalayan da, aynı Avrupa "dehasıdır"(!) Avrupa'yı anlatmak demek, madalyonun her iki yüzünü de göstermek, belirsizlikleri ortayaçıkarmak, yapısındaki şizofreniyi serimlemek demektir. C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 107 S A Y F A