26 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

www.iku.edu.tr BİLİM KÜLTÜR VE EĞİTİM Üniversiteler açılırken... “Ekonomik gelişme, sosyal değişim ve politik özgürlükleri kapsayan kalkınma süreci, toplumun eğitim düzeyi ve bilgi birikimi ile yakından ilişkilidir” Prof. Dr. Erhan Güzel G erhan.guzel@iku.edu.tr (İstanbul Kültür Üniversitesi) ünümüzde üniversite her ne kadar iş dünyasına eleman yetiştiren bir kurum gibi görünse de 19. yüzyılın başlarında Almanya’da Berlin Üniversitesini kuran Wilhelm von Humboldt üniversitenin hedefini temel bilimlerin incelenmesi, araştırma ve öğretimin birlikte yapılması, öğretim üyelerinin kilise veya devlet baskısı altında olmadan çalışabilecekleri ortamın sağlanması ve topluma katkı yapması olarak tanımlamıştır. Humboldt’a göre bir bilim insanı sadece bilim için bilim yapmalıdır. Bunu yapabilmesi için de ona tanınan ve özgür olarak çalışabileceği bir ortama ihtiyacı vardır. Politikadan, siyasetten uzak olarak üniversitede çalışan kişinin amacı esasen kendini anlamak, tanımak ve eleştirmektir. Humboldt’a göre üniversite öğretim üyesinin rolü öğrenciye bilgi aktarmak değil, öğrenci ile birlikte bilgi arayışına çıkmak ve öğrenci ile birlikte bilime hizmet etmektir. 20. yüzyılda ise Max Weber gitgide uzmanlaşma gerektiren bir dünya düzeninde bilim için bilim yapmanın zor olacağını görmüş ve üniversitede bir yandan kültür ve kişilik gelişimi verilmesi amaçlanırken nasıl aynı anda uzmanlaşmanın da gerçekleştirileceği ikilemini sorgulamıştır. Yüzyılın başlarında başlayan ve 1980’de Bayh Dole kanunu ile hukuki temellere oturan rekabet ve piyasa koşullarını üniversitelere kabul ettirme süreci günümüzde tüm dünyaya yayılmış durumdadır. Bilgi artık ekonomik gelişmenin itici gücü olarak görüldüğünden, üniversiteler endüstri ile daha yakın temasta bulunmak zorunda kalmaktadır. Bu temas ışığında ekonomik gelişmenin bilim ve teknolojiye değil, bilim ve EĞİTİLMİŞ İNSAN GÜCÜ teknolojinin etkilediği insana bağlı olduğu görülmüştür. Ekonomik gelişme belli bir bilgi birikimiyle ortaya çıkmaktadır. Bir ülkenin kalkınma performansında aranan, yalnızca maddi anlamda zenginlik değil, bu zenginliği yaratacak ve sürdürebilecek nitelikte bir insan gücünün sağlanmasıdır. Bu aşamada, insana yapılan yatırım ön plana çıkmaktadır. İnsana yatırıma üç alan önemlidir: eğitim, sağlık ve beslenme. Eğitimin insanın refah düzeyinin artışında önemli bir rol oynadığı ve teknolojinin üretimi ve kullanımı ile ekonomik gelişmeye katkıda bulunduğu kabul edilmektedir. Eğitimin insan yaşamına iki farklı etkisi vardır: 1 Bilgi ve yetenek birikimi verimlilik artışına neden olarak üretimi ve ekonomik gelişmeyi yükseltir. 2 Eğitim düzeyinin yükselmesi bireylerin daha mutlu, sağlıklı, kendine güvenli, katılımcı olmalarını sağlar. Bilgi çağının gerektirdiği eğitim seviyesinin kalitesi kalkınma performansında belirleyici bir rol oynamaktadır. Kalkınma ekonomik gelişme, verimlilik artışı, yoksulluğun önlenmesi, sosyokültürel yapının iyileştirilmesi, demokratik katılımın sağlanması ve iyi yönetişim gibi birçok faktörü içermektedir. Kalkınmanın belirleyici faktörleri, toplumun eğitim düzeyi ile yakından ilişkilidir. Bu konuda yapılan çalışmaların büyük çoğunluğunda kalkınma göstergeleri ile eğitim düzeyi arasında pozitif bir korelasyondan söz edilmektedir. Eğitim, ekonomik, sosyal ve politik kalkınmanın ilerletilmesinde önemli bir faktördür. Ayrıca, eğitim, bir ekonomide üretimin değerine ve eğitimli bireyin gelirine katkıda bulunabilir. Bununla birlikte, aynı gelir düzeyinde bile, bir kişi eğitimde, okumada, iletişimde, tartışmada, daha fazla bilgilenme seçeneğine sahip olabilmede ve diğer insanların gözünde saygın olabilme konusunda eğitiminden yararlanabilir. Bu nedenle, eğitimin yararları, onun mal üretiminde insan sermayesi olarak kullanılan rolünü aşmaktadır İnsan eğitimine dayanan ekonomik, sosyal ve politik kalkınma süreci aşağıdaki şema ile verilebilir (Kaynak: Senyo BS.K. Adjibolosoo, “Rethinking Development Theory and Policy A Human Factor Critique”, Praeger, Westport, Connecticut London, 1999, s.66.): Yükseköğretim öncelikle bir vatandaşlık hakkıdır. Bununla birlikte, yükseköğretim, toplumun yalnızca ekonomik yönden değil, politik ve kültürel yönlerden gelişmesi için de çok önemli olduğundan ciddi bir görevdir. Ülkelerin bilimsel başarıları gelişmişlik ve kalkınma düzeyleri ile doğrudan orantılıdır. İleri teknoloji üreten ve ihraç eden ülkelerinin bilime katkıları da genel de yüksek olmaktadır. Bu ülkelerin genel karakteri yükseköğretim ile siyaset arasındaki ilişkinin sınırlı, düşünce özgürlüğünün nispeten daha iyi olması, yükseköğretimde liyakate dayalı olarak proje, maddi YÜKSEKÖĞRETİM destek ve akademik kadro alabilmeleridir. Üniversitenin ders verilen ve ülke için diplomalı insan yetiştiren kurum olarak görüldüğü ülkelerde eğitim ve bilimsel gelişmişlik ciddiyetle ele alınmamakta, üniversite toplumun ve siyasilerin gündemlerinin çok gerisinde bulunmaktadır. Bilimi, felsefeyi, tartışmayı, bilgi üretmeyi, bilgiyi teknolojiye dönüştürmeyi devletin, toplumun ve yükseköğretimin gündeminde tutan ülkeler gelişmişlik ve yaşam kalitesi sıralamasında öne çıkmaktadır. Son yıllarda üniversitelerimizin nitelikli insan gücü yetiştirmede istenilen düzeyde başarılı olamadığı sıkça eleştiri konusu olmaktadır. Bunun nedenlerinin başında kazanan öğrenci profilinin orta öğretimden zayıf olarak geliyor olmasıdır. Üniversitede öğretim alacak düzeyde fen ve matematikten yoksun, okuduğunu anlamayan, yabancı dil bilmeden üniversiteye gelen bir gence üniversite pek yardımcı olamıyor. Son 20 yıldır yapılan sınav sonuçlarına göre, TEOG, PISA, YGS, LYS ve ALES sonuçları bir bütün olarak eğitimimizin sorunlu olduğunu belirtiyor. Bu konunda zaman geçirilmeden, mutlaka ve acilen önlem alınması gerektiriyor. Bu bağlamda ülkemizin belirli alanlarda öncü konuma geçmesi için temel eğitim ve bilim politikasını, yükseköğretim anlayışını yeniden gözden geçirmesinin önemi ortaya çıkıyor. Aslında bilgi çağı bireylerin, bilgiyi yalnız alıp kullanmalarını değil; üretmelerini, sorunların çözümünde kullanabilmelerini gerektirmektedir. Buna göre, bilgi toplumunu oluşturacak, 21. yüzyılı okuyabilen bireyler; çok yönlü düşünen, olaylara eleştirel bakabilen, yaratıcı, üretken, problem çözme gücü yüksek özellikler taşımalıdır. Eğitim sisteminin en üst düzeyini oluşturan yükseköğretim, her şeye rağmen bireylere bu özellikleri kazandırarak bireysel ve toplumsal işlevlerini yerine getirebilir. Bu nedenle, yükseköğretim programlarının bilgi çağı insanını yetiştirebilecek özellikler taşıması gerekir. Bu nedenle, üniversiteler açılırken şu sorular bir kez daha akla geliyor: Bilgi çağında yükseköğretimin işlevleri nelerdir? Bilgi çağında yükseköğretim programlarının taşıması gereken genel özellikler nelerdir? Bu sorular doğrultusunda, yükseköğretim programları amaçlar, eğitimöğretim ve sınama durumları açısından irdelenmeli; yükseköğretim programları bilgi çağına özgü geliştirilmeli ve programlarda bulunması gereken ortak özellikler belirtilmelidir. Kaynaklar. M. Yılmazer,” İnsani Kalkınma Politikaları ve Türkiye Üzerine Bir Deneme” AMÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, İKDR20020002 http://www.turkstudent.net/content/category/1165/profdribrahimortas.html acikarsiv.atilim.edu.tr/browse/49/334.pdf www.iku.edu.tr /ikuaday 0212 498 4141
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle