25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 TartışmaEditöre Mektup HEM DİNDAR HEM YENİLİKÇİ MÜMKÜN MÜ? CBT 1472/5 Haziran 2015 Seçimler, yenilikçilik ortamını nasıl etkiler? T. Bilgehan Gürlek Endüstri Yük. Mühendisi bilgehangurlek@ttmail.com eçenlerde Hürriyet İnsan Kaynakları ekinde yayımlanan “Hem Dindar Hem Yenilikçi Olunur mu?“ başlıklı yazı (Serdar Devrim, İK, 3 mayıs 2015) aşağıdaki metni kaleme almama neden oldu. Hemen başta, bu soruya söz konusu yazıda verilen yanıtı açıklayayım: araştırmalara göre “ne kadar çok din o kadar az yenilik ve inovasyon” sonucuna ulaşılmıştır. Bütünsel düşünce ve sistem yaklaşımı olmadan yenilikçiliğin (inovasyonun) başarıya ulaşma olasılığı hemen hemen yok gibidir. Bütünsel düşünce hem iç dünyamızda hem de dış dünya karşısında özgür ve bağımsız düşünmeyi gerektirir. Doğu düşüncesinde tutarlı bir bütüne bağlı olmayan parça parça bilgiler temeldir. Çağdaş batı düşüncesi ise parçalar arasındaki ilintileri ve karşılıklı etkileşimi bir arada ele alarak bütünsel düşünceye ulaşır. Bu aşamaya gelinceye kadar, batının laik yaşam biçiminin oluşturulması için büyük savaşımlar verdiği bilinmektedir. Laik ve hümanist düşünce ile birlikte özgürlük, bireysellik ve insanın öne çıkarılması ve dolayısıyla bilimsel düşünce ve yaratımın önü açılmıştır diyebiliriz. “Artan bireycilik ve çözümleyici düşünceyle buluş, yenilikçilik ve yaratıcılık arasında bir bağ olması“ (Pirinç ya da Buğday: Doğu ya da Batı, CBT, 23 Mayıs 2014, Henrich 2014) bulgusu; “Bilimsel yaklaşımın ve bağlı olarak çağdaş laik kültürün, “Yenilikçi” olabilmenin bir ön koşulu olduğu görüşü”nü desteklemektedir denilebilir. Özgür ve bağımsız düşünce yerine, itaat ve inancın egemen olduğu bir yapıda tutucu, merkezcil, farklılıklara yer vermeyen, yaratıcılıklara kapalı kaderci bir yönetim ve kültürel ortam oluşmaktadır. Bu tür bir ortamın da bilimsel gelişme ve yeniliklere açık olması beklenemez. Yenilikte ileri ülke örneklerine bakarak bu açmazdan ancak “laik düşünce” yapısı ile çıkılabileceği söylenebilir. İnsanlığın ulaşmış olduğu çağdaş teknolojik düzeyin arkasında uzun yıllar boyunca gerçekleştirilen doğa bilimlerindeki ilerlemelerin olduğu bilinmektedir. Günümüz teknolojilerinin üretebilmesi ve yeniliklerin yapılabilmesi için bilimsel bilgi birikiminin oluşturulması, bu birikim için de özgür ve laik düşünce yapısının toplumlara egemen olması gerekmiştir. Diğer yandan, bilimsel bilgi üretimi ile birlikte Thomas Carlyle, Hz. Muhammet ve Mahmut Esat Efendi “Kahramanlar” kitabı ve kahramanlara tapma dini ile bu konu üzerine Türkçe yapılan değerlendirmeler üzerine.. G çağdaş toplumların birer bilgi toplumu haline dönüştüğünü gözlemekteyiz. Ülkemizde ise bilgi toplumu deyince genellikle artan cep telefonu, bilgisayar ve internet kullanımı anlaşılmaktadır. Bilgi toplumunu, taklitçilik ve uygulayıcılıktan öteye gitmeyen, salt kullanım düzeyinde ele alan; altta yatan ArGe ve bilimsel bilgi üretimi etkinliklerini göz ardı eden bir anlayışın “yenilikçilik” için yeterli olmayacağı açıktır. “Her köye bir internetkafe açmak ya da her öğrenciye bir tablet bilgisayar vermek mi yenilikçi düşünce ve yaratıcılığın geliştirilmesi için önceliklidir, yoksa temel bilimlerde yetkin olmak mı?” sorusu yanıtlanması gereken stratejik bir sorudur. Ülkemizin inovasyon göstergeleri arasında verilen temel bilimler alanında oldukça alt düzeylerde olduğu ve yenilikte ileri ülkelerin bilimsel bilgi üretimi yolunda kat ettikleri aşamalar düşünüldüğünde temel ve kuramsal bilimlerde yetkinlik kazanmanın ve dolayısıyla laikbilimsel eğitimin önemi ve önceliği ortaya çıkmaktadır. Osmanlı devlet düzeninde geçerli olan ikili eğitim yapısının yol açtığı gelişmeyi engelleyici gelenekler ile yeninin (örneğin tanzimat döneminde yapılmaya çalışılan reformlar vb.) bir arada olmasının neden olduğu yaratıcılığı ve özgür akıl yürütmeyi önleyen olumsuzluklar ancak Büyük Atatürk’ün yaptığı “laiklik” devrimi ile aşılabilmiştir. Yenilikçi düşüncelerin değişmez dinsel inaklara gerektiğinde ters düşebilecek özgür düşünme ve tartışma ortamlarında ve laik kültür yapılarında üretilebildiği gerçeği, batının geçirmiş olduğu bilimsel ve teknolojik gelişim göz önüne alındığında apaçık ortadadır. Ülkemiz yenilik ortamının iyileştirilmesine yönelik destekler, alt yapı oluşturma vb. birçok uygulama araçlarının yararlılıkları yadsınamazsa da tek başına yeterli olmalarını beklemek gerçekçi olur mu? Salt gelişmiş ülkelerde gerçekleştirilmiş model ve uygulamalara öykünerek; özgün koşulların özgür düşünce ve bütünsel yaklaşımlar ile değerlendirileceği çağdaş laik kültür özümsenmeden yenilikçilikte başarıya ulaşılması olanaklı mıdır? Yoksa parça parça geliştirilen çözüm ve iyileştirme araç ve uygulamaları yanında sistemin tümünü göz önüne alacak bütünsel düzenlemeler ve bağlı olarak çağdaş laik kültürün yerleştirilmesine yönelik eğitim yapılarının ve ortamların öncelikli olarak oluşturulması mı “yenilikçilik” te başarıyı getirebilecektir. Önümüzdeki seçimler böyle bir ortamın oluşturulabileceği bir Türkiye için adımların atılmasını sağlayacak sonuçlar verebilecek midir? Zeki Arıkan zeki.arikan78@gmail.com 1 958 yılında Semih Lütfi Kitabevi’nin vitrinini süsleyen Carlyle’ın yazdığı ve Reşat Nuri Güntekin’in çevirdiği Kahramanlar’ı, her nasılsa bir araya getirebildiğim 5 lirayı verip aldığım zaman dünyalar benim olmuştu. O gün bugündür kitabı saklarım. Kitap, Maarif Vekili HasanÂli Yücel’in önsözüyle çıkmıştı (28 Haziran 1943. Yücel o günlerde bakan değildi, ama yaşıyordu). Yeni bir kitabı, İyi İnsan İyi Vatandaş, kitapçılarda bulunuyordu. Bu kitabın girişindeki dizeler bugün bile usumdadır: Vazgeçtim bu dünyadan, tek ölüm paklar beni; /Değmez bu yangın yeri ,avuç açmaya değmez/ Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini, / Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın/ Doğruya doğru derken iğriye çıkmış adın… Yücel diyor ki: “Tanrılar da insanlar gibidir; doğarlar, yaşarlar ve ölürler. Mısırlıların Apis’i, Perslerin Ahuramazda’sı, Greklerin Zeus’u, Romalılar’ın Minerva’sı tarih mezarlığında üstü yazılı birer taş olmuşlardır. Her devrin idealini gösteren tanrılar, devirler değiştikçe yerlerini yenilerine bırakırlar.” Yücel, tek bu düşüncelerin anlaşılması ve yayılması için Carlyle’ın Kahramanlar’ını Reşat Nuri’den Türkçeye çevirmesini istediğini ekler. İngiliz Thomas Carlyle (1795 1881), Londra’da verdiği konferanslarla (1840) yepyeni bir tarih felsefesinin kurucusu oldu. Yeni bir kahramanlık kültü yarattı: Kahramanlar ve Kahramanlara Tapma Dini.. Burada savunduğu düşünceler hem sosyalizmin hem de faşizmin gelişmesine kaynak olmuştur. Carlyle’a göre, evren tarihi onların bir araya toplanmış öz geçmişlerinden oluşmaktadır: “Benim Kahramanlara Tapma Dini ve insanlık işlerine kahramanlık adını verdiğim konu gerçekten çok zengin bir konudur. Herhalde evren tarihinin kendisi kadar sınırsız, zengin bir konu. Çünkü benim düşünceme göre evren tarihi insanın bu dünyada başardığı şeylerin tarihi esasen yeryüzünde çalışıp çabalamış büyük adamların tarihidir. Bu büyük adamlar insanların kılavuzu, genel insan topluluğunun yapmaya ve erişmeye uğraştıkları şeyin modelcileri, modelleri ve geniş anlamda yaratıcıları olmuştur”. Carlyle’a göre kahramanlar, toplumun karşısına farklı kimliklerde çıkarlar. İskandinav putçuluğunun yarı tanrı düzeyine çıkardığı Odin, ele aldığı ilk kahramandır. Peygamber kahraman olarak Hz. Muhammet’i alır. Bundan sonra Dante, Shakespeare, Luther, Rousseau, Napoleon vb. geçit yaparlar. Carlyle, Ortaçağ Hıristiyanlığı’nın türlü iftiralarla, karaçalmalarla karanlığa gömdüğü Muhammet’i bir peygamber olarak yerli yerine oturtur. Diyor ki “Muhammet’i peygamberlerin en ünlüsü olduğu için değil, kendisinden en hür bir dil ile söz edeceğimiz için seçtik… Benim takdirime göre bir hakiki peygamberdir. Sonra aramızda hiç kimsenin Müslümanlığı kabul etmesi tehlikesi olmadığından onun hakkında düşündüğüm bütün iyi şeyleri söylemek niyetindeyim”. Onu asla, boş bir insan, bir tiyatro oyuncusu, biçare ve haris bir entrikacı olarak görmek istemez. İçtenliğine inanır. KİTABA 408 SAYFALIK YORUM Mahmut Esat Efendi ((18671917) Carlyle’ın kitabına tam 408 sayfalık bir açıklama yapmıştır (Mister Karlayl ve Şeriatı ı İslamiye, İstanbul, 1315/ 1897). Bu eser, ilgili bölümün çevirisi, açıklaması ve yorumudur. Mahmut Esat Efendi (Cumhuriyet BT, 22 Ekim 2010, no. 1231), Carlyle’ı Amerikalı sanır. Özellikle doğubilimin gelişmesi konusunda verdiği bilgiler, insanı şaşırtacak kadar zengindir. Kendisini ancak Dr. Adnan Adıvar’la karşılaştırabiliriz. Açıklamaları, Carlyle’ın İslam inancıyla çeilşen ayrıntılar üzerinedir. Carlyle, peygamber Muhammet’in çok evliliği yasal kılması ve kılıcı İslamlığın yayılması için esas alması üzerinde durur. Mahmut Esat Efendi, en çok eleştirilerini bu noktalarda toplar. Son günlerde dilimize çevrilen M.Watt’ın eserinde (Hz. Muhammed, çev. Erdem Türközü, 2015,263) değindiği gibi, İslamlığın gelişmesini anlaşılmaz kılan açıklamalar, ancak Carlyle’ın eseriyle aşıldı. Elbette ortaçağdan beslenen ön yargıların silinmesi hiç de kolay değildi. Ama Carlyle’ın bu alandaki rolü büyük oldu. Kahraman ya da büyük adam kültü Türk tarihçiliği ve sosyolojisinde Ziya Gökalp ve özellikle Mehmet İzzet’in çalışmalarıyla yerini aldı. Ziya Gökalp’ın, kahramanların ya da büyük adamların bunalım dönemlerinde ortaya çıktığını söylemesini Mehmet İzzet yerinde bulur. Mehmet İzzet’in araştırması çok geniş kapsamlıdır. Bu konuda büyük bir sentez yapmıştır. Son olarak bu konuyu sosyolog Beylü Dikeçligli (Sosyoloji Dergisi, 10 (2014) yeniden ele aldı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle