02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİKBİLİM Aykut Göker http://www.inovasyon.org; [email protected] KÖK HÜCRE ARAŞTIRMALARI Amerikan sanayiinin ardındaki güçlü el devletin elidir. Bu el kullandığı akılcı araçlarla o sanayii öngörülen ulusal hedeflere yönlendirmeyi başaran bir eldir. Ya Türkiye’de? Büyük Sanayicinin Sorumluluğu... Devlet, örneğin ulusal savunma için gerekli silah sistemleri ya da daha iyi bir ulaşım hizmeti vermek için, diyelim hızlı tren sistemleri satın almak üzere ihaleye çıktığında, yerli imalat şartıyla birlikte, gereksinilen sistemlerin belirli oranda yerli olarak geliştirilmesi şartını da koymuş ve bunun için gerekli zamanı da vermişse; bu, yerli sanayinin imalat gücü yanında ARGE gücünün de geliştirilmek istendiği anlamına gelir. Kamunun katalizörlüğünde ve finansman desteğiyle yaratılan kamusanayiüniversite ortaklıkları da aynı amaca hizmet eder. Belirtmiştim; ABD’de başarıyla kullanılan bu ‘usta işi’ araçlar, ülkemizde de biliniyor. İkincisinden başlayayım. Bizim ülkemizde de üniversitesanayi ortak araştırma merkezlerinin kurulmasını teşvike yönelik bir program (ÜSAMP) 1996’da devlet (TÜBİTAK) eliyle yürürlüğe konmuştu. Hem de iki hafta önce sözünü ettiğim NSF’in programından esinlenerek… Ama 2006’ya gelindiğinde devlet (TÜBİTAK), sudan sebeplerle bu programı kapattı. O güne dek kurulabilmiş merkezlerin ortada bırakılmasında ve kurumsal düzeyde edinilmiş program uygulama deneyiminin boşa gitmesinde hiçbir sakınca görülmedi. ARGE’ye dayalı devlet satın almalarına gelince... Silah alımı örneğiyle devam edeyim. 1964 Kıbrıs bunalımı sırasında ve sonrasında, silah kullanım ve tedarikinde karşılaşılan sıkıntılar devleti bir takım arayışlara itti. Ancak bu arayışın sonucundadır ki, 1985’te kurulan Savunma Sanayii Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı eliyle bu aracın kullanılmasına başlandı. Bu kurum, 1989’da Savunma Sanayii Müsteşarlığı olarak yeniden yapılandırıldı. Amaç, silah tedarikinde, belli ölçülerde yerli imalat ve yerli ARGE şartının konması yoluyla ürün ve teknoloji geliştirme yeteneğine sahip bir savunma sanayii yaratmaktı. Aradan nerdeyse 30 yıla yakın bir zaman geçti. Sonuç? Hangi kritik teknolojilerde dışa bağımlı olmaktan kurtulduk? 30 koca yılda alınan mesafeden mutlu olan tek bir yurtsever varsa lütfen ses versin… Başarısızlığın sorumluluğunu önce kendimizde aramalıyız. Bu araçları belirli ulusal hedeflere erişmeyi mümkün kılacak şekilde kullanmaktan birinci derecede sorumlu olanlar iktidardaki siyaset adamları ve onların bürokratlarıdır. Örnek olarak silah alımları üzerinde durduğumuza göre, bürokrasinin asker kanadı da bu sorumluluğa dâhildir; hattâ ihtiyaçların belirlenmesinde ve silah seçiminde söz ve karar sahibi askerler de… Bu araçların etkin kullanılabilmesi, her şeyden önce ulusal bir motivasyonun (güdülenim) ve topluma mal edilmiş, somut ulusal hedeflerin olmasını gerektirir. Ayrıca, siyasî iktidarı elinde tutanların, hiç olmazsa fikren, sanayi kültürünü ve onun dayandığı teknoloji ve bilim kültürünü benimsemeye açık olmaları; bilgi ve uzmanlığın değerini iyi bilmeleri şarttır. Örneğin, ticaret kültüründen gelen, düşüncede bilimi değil dinsel dogmayı esas alan siyasi İslam’ın, ne sanayileşme meselesiyle ne bunun gerektirdiği kültürle ne de ulusal motiflerle ilgisi vardır. Onlardan bu araçları başarıyla kullanmaları beklenemez. Sorumluluk onlarla da sınırlı değildir. Bu araçların etkin olarak kullanılması bütün bir ülke sanayiinin ARGE yeteneğinin yükselmesi demektir ve bu doğal olarak, sanayi gücünü elinde bulunduran sanayi burjuvazisinin lehine olan bir gelişmedir. ABD örneğinde özellikle bunu anlatmaya çalıştım. Bizde de sanayi özel sektörün elinde… O hâlde, bu araçların başarılı kullanılamamasının önce onların sorunu olması gerekmez mi? Onlar bu konuda ne yaptılar? 1985’ten 2002’ye dek ne yaptıklarını bir yana bırakalım, ama 2002’den 12 Eylül 2010 referandumundan hemen önce, Erdoğan, kendilerini siyasî hasım olarak karşısına alıncaya dek ne yaptıklarını hepimiz gördük: Sırtını rant ekonomisine dayamış ve dünyaya salt ticaret kültürü düzeyinden bakan bir iktidarı destekleyen sanayi büyük burjuvazisi... Hiç olmazsa son üç yıldır karşılaştıkları muameleden ve şu MİLGEM meselesinden sonra uyandılar mı acaba? Özkök hücre savaşları Hande Özdinler, PhD H erkesin bir özkök hücresinin olduğu ve özkök hücrelerin her derde deva olduğuna inanıldığı günlerde temel bilim can çekişiyor. Evet özkök hücrelerin gerçekten de vücuttaki her hücreye dönme potansiyeli var. Bizler bunun yaşayan ispatlarıyız. Hepimiz bir sperm ve bir yumurtadan oluştuk ve bu ikisinin birleşmesi sonucu müthis bir hızla hücre bölünmesi yaşandı ve oluşan özkök hücreler vücudumuzu oluşturdular. Özkök hücreler vücuttaki her hücreyi henüz bilmediğimiz ve anlamadığımız karmaşık bir mekanizma ile oluşturuyorlar. Ama o mekanizmanın ne olduğunu bilmeden, o şifreyi çözmeden “ya tutarsa” mantığı ile daha tam olarak karakterize edilmemiş hücreleri umut fakiri insanlara enjekte etmek ne kadar bilimsel, ne kadar sağlıklı ve ne kadar gercekçi? Özellikle bilime duyulan güvenin çok az olduğu ülkelerde bunu “tek umut tek çare, tek gerçeklik” diye öne sürmek bilime, bilimselliğe yapılmıs bir saldırı değil mi? O hücrelerin ne hücresi olduğu tam olarak biliniyor mu? Hayır. O hücrelerin hangi iç ve dış etkenlerle nasil şekilleneceği biliniyor mu? Hayır. O hücrelerin hastalara uyum sağlayacağının güvenilir ispatı var mı? Yok. Hatta bazılarının teratomaya yol açtığı ispatlanmıs. Yeterli bilgi, veri ve ispat yokken, mekanizma anlaşılmamışken nedir bu telaş? İnsanlardan alınan doku hücreleri ilk kez laboratuvar ortamında büyütüldü ve onlarda Oct4, Sox2, cmyc ve Klf4 genleri ekspres edildiği zaman bu hücrelerin bir transformasyona uğrayıp değişimle önceki hallerine döndüklerini Yamanaka grubu 2006 yılında buldu. Bu buluşuyla Yamanaka Nobel ödülü 2012 yılında aldı. Tüm dünyada hastaların dokularından alınan hücrelerin hangi genetik faktörler değiştirilirse istenilen hücreye dönüştügü büyük bir ciddiyetle çalışılıyor. Amaç kişisel tıbbın gelişmesi. Yani hastanın kendi dokusunu almak, ondan istenilen hücreyi üretmek, o hücreyi sağlıklı yapmak ve tekrar hastaya vermek. Efektif ve uzun sureli çözüm için bunu başarabilmek gerekiyor. Ham bir meyveyi “işte meyve budur” diye insanlara yedirirseniz zararın boyutu büyük olur. Öncelikle bilime, bilimsel gelişmelere olan saygı, güven kaybolur ve ileride çalişmalar olgunlaştığı zaman ve gerçek bir değişim yaratabilecekken, gereken ilgi ve güven yaratılamaz. Bunca sene dikkatle, özenle çalışan grupların buluşlarının etkisi azalır. Bundan hem bilim hem hastalar zarar görür. “Ya tutarsa, belki olur, dur bakalım ne olacak” yaklaşımıyla yapılan, bilgi üretmek yerine işi bilinmedik bir şansa birakarak yapılan deneyler, hele de insan üzerinde yapılan deneyler hepimize zarar verir. Özkök hücreler büyük bir potansiyel; onları doğru anlamak, istenilen hücreye dönüşmelerini sağlayacak şifreyi çözmek üzerine yoğunlaşmalıyız. Alelacele ve tam bilgiye ulaşmadan yapılan deneyler değil, şifre çözüldüğünde yapılan çalışmalar, hem kişisel tıp tarihini geliştirecek hem de bir çok hastalığın çözümü için ışık tutacaktır. Dr. Özdinler 20022008 yılları arasında Harvard Tıp Fakültesi Stem Cell Institute’da araştırmalarını tamamlamış, motor nöron Hande Özdinler kimdir? BULUŞUYLA NOBEL ALDI hastalıklarında beyinde ölen motor nöronlarını izole etmiş ve şimdi bu hücrelerin moleküler ve genetik değişim ve gelişim haritaları çıkarmak üzere çalışmaktadır. Kendisi Northwestern Universitesin’deki Les Turner ALS Laboratuarının kurucu başkanıdır. Bu laboratuar özellikle beyindeki motor nöronlarını araştırmak için kurulan dünyadaki ilk laboratuardır. CBT 1411 8 /4 Nisan 2014
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle