02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;[email protected] Aşağıdaki yazı sevgili Güney Gönenç’in 18 Aralık 2004 günlü CBT’deki “Geçmiş Olsun Niigata” başlıklı yazısından alındı; son satırı hariç... “Atom bombasını tasarlamak ve üretmek üzere ABD’de 1941’de başlatılan çalışmalar ‘Manhattan Projesi’ kod adıyla sürdürülmüştü. ...1944 sonlarında bütün Alman cepheleri çökmüş durumdaydı ve elde edilen bilgilerden Almanların atom bombası konusunda çok geri oldukları anlaşılmıştı (Japonya’nın bu alanda hiçbir çalışması olmadığı zaten biliniyordu). ...Bu bilgiler Manhattan Projesi’nde çalışan bilim adamlarından titizlikle gizlendi. “Yine de söylentiler kulaktan kulağa yayıldı. Birçok bilim adamı bomba çalışmalarına karşı çıkan bildiriler yayımladılar. Manhattan Projesi’nde önemli bir yeri olan Niels Bohr, Roosevelt ve Churchill’i ziyaret etti, onlara Almanların ve Japonların tümüyle yenilmiş durumda olduklarını, bu durumda bombanın kullanılmasının hiçbir yarar sağlamayacağını, üstelik pek çok sakıncalar içerdiğini anlattı. Roosevelt’in 1944’ün aralık ayında ünlü banker A. Sachs’ın çabaları sonucuABD’nin bombayı önceden açıklanan ve canlılardan boşaltılacak bir bölgeye atmasına ve ardından ‘teslim olun, aksi halde bu bombayı size karşı kullanacağız’ demesine karar verdiği biliniyor. “Hiroşima’da ve Nagazaki’de 6 ve 9 Ağustos 1945’te (ve izleyen yıllarda) ölecek olan 340.000 insanın, yalnız onların mı, herkesin, hepimizin kaderi 12 Nisan 1945’te aniden değişti: ABD Başkanı Roosevelt o gün öldü (Einstein’ın ve Szilard’ın, bombanın neden kullanılmaması gerektiğini büyük bir uzakgörürlükle açıklayan mektupları, masasının üstünde, henüz açılmamış olarak duruyordu). Roosevelt’in yerine ...Harry S Truman geçti. “...[İçinde yedi bilim adamının da bulunduğu bir komite oluşturuldu.] Bu komite 1 Haziran 1945’teki son toplantısında bombanın Japonya’ya derhal ve hiçbir ön uyarıda bulunulmadan atılmasına karar verdi. ...Bu tarihi karara imza atan bilim adamlarının adlarını bu vesile ile yâd edelim: J. Robert Oppenheimer, Enrico Fermi, Arthur H. Compton, Ernest O. Lawrence, Vannevar Bush, MIT Rektörü Karl T. Compton ve Harvard Rektörü James B. Conant.” “Chicago Üniversitesi’nde oluşturulan ve yedi bilim adamından oluşan bir [başka] komite, tarihe ‘Franck Raporu’ olarak geçecek olan raporu yazdı ve Savaş Bakanlığı’na sundu. Atom bombasını savaş silahı olarak kullanmaktaki sakıncaların ayrıntılı bir biçimde sergilendiği raporda, örneğin, şu görüş yer alıyordu: ‘Böylesine güçlü bir silahı gizlice yapıp aniden ve sanki adi bir bombaymış gibi gelişigüzel kullanabilen bir ülkeye, bu tür silahların uluslararası anlaşmalarla yasaklanması istendiğinde, başka ulusların güvenebilmeleri çok zor olacaktır... Bomba, Birleşmiş Milletler temsilcilerinin önünde ve ıssız bir adada patlatılmalıdır... Amerika dünyaya, bakın elimizde nasıl bir silah var. Ama biz bu silahı kullanmadık, diyebilmelidir’. “Önde gelen 57 bilim adamının imzaladığı bu raporu hazırlayan bilim adamlarını da anmak gerekir: James Franck, Donald J. Hughes, Leo Szilard, J. C. Stearns, Eugene Rabinowitch, Glenn T. Seaborg ve J. J. Nickson. Bu bilim adamları öylesine tanınmış ve saygı duyulan kişilerdi ki rapor, bombanın hemen atılmasına karar vermiş olan mahut komiteye gönderildi ve komite 16 Haziran’da yeniden toplandı. Sonuç: Komite eski kararında direniyordu. Oppenheimer’in bu konuda sonradan yaptığı açıklama şöyleydi: ‘Bombalardan birini çölün ortasında havai fişek gibi patlatmanın pek de etkili olmayacağını düşündük.” 15 Şubat tarihli CBT’deki bir yazıyı okuduktan sonra düşündüm de; Oppenheimer ve diğer altı bilim insanı, bilimsel bir bulgunun uygulamada yarattığı gerçek sonucu da salt bilimsel merak nedeniyle görmek istedikleri için bombanın kentler üzerinde patlatılmasını istemiş olmasınlar? Salt “Merak” Nedeniyle mi? TEHLİKE: Ormanlarımız üstelik parçalanıyor da... Ülkemizde orman ekosistemlerinin başına gelenler, deyim yerindeyse, pişmiş tavuğun başına gelmemiştir: Üzerinde bulundukları arazilerde tarım, yerleşme, madencilik, turizm tesisi, yüksek gerilim hattı, üniversite ve spor tesisleri, karayolu vb. yapmak amacıyla yok edilebiliyor; “gençleştirilmesi” için anıtsal yapısal özellikleri bozulabiliyor; “bozuk” yapıda olduğu düşünülenleri kestane, ceviz, badem, fıstıkçamı, adaçayı, kekik vb tarım arazilerine dönüştürülebiliyor; mülkiyet biçimi değiştirilebiliyor… Yücel Çağlar, [email protected] B unlar, gözle görülebilir somutlukta olduğu için biliniyor; ayırdına varıldığı zaman da karşı çıkabiliyor ve kimileyin de engellenebiliyor. Ancak, orman ekosistemlerinde öyle şeyler de oluyor ki, çoğunun ayırdına bile varılamıyor. Ağaç ve ağaççık türü bileşimi, yaş, sıklık, kapalılık vb özellikleri değişebiliyor ve/veya başta ekonomik getirisinin artırılması olmak üzere çeşitli amaçlarla değiştirilmeye çalışılıyor. Bu değişim ve dönüşümlerin kimileri, en başarılı sayıldığı durumlarda bile orman ekosistemlerinin devamlılığına zarar verebiliyor; sözgelimi yangın, böcek, mantar, kar, fırtına, iklim değişikliği vb etkenlere karşı direnci ve biyolojik çeşitliliği azalabiliyor. Dolayısıyla, orman ekosistemlerinde olup bitenlerin olabildiğince yakından ve çok yönlü biçimde izlenmesi gerekiyor. Bu gerek doğrultusunda Avrupa Ormanlarının ilgili kişi ve kuruluş temsilcilerin katıldığı hazırlık sürecinin çıktıları 2006 ve 2008 yıllarında yayımlanmıştır (OGM, 2008). Kimi eksikliklerine karşın Türkiye ormancılığının başarım düzeyini de sergileyen bu çalışmalar bugüne değin üzerinde nedense hemen hemen hiç durulmayan bir gerçeği de ortaya koymuştur: Ülkemizde orman ekosistemleri bir yandan da parçalanıyor! Genel olarak bilindiği ve haritada da görüldüğü gibi ülkemizde orman ekosistemlerinin yersel dağılımı, büyük ölçüde ekolojik nedenlerle dengesizdir. Ancak, orman ekosistemlerinin parçalılık düzeyi ise büyük ölçüde doğal olmayan nedenlerden kaynaklamıyor: Orman ekosistemlerinin içinde ve bitişiğinde yerleşik nüfusun çeşitli etkinlikleri, ormancılık dışı etkinliklerin niteliği, sayısı ve yaygınlığı; ka PARÇALANMA KAYGI VERİCİ! CBT 1353/ 8 22 Şubat 2013 SürKorunması Bakanlar Konferansı 1993 yılında “S dürülebilir Orman Yönetimi” tanımı yapmış ve ilkelerini ortaya koymuş; 2007 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından benimsenen Uluslararası Ormancılık Anlaşması hazırlanmış; bu süreçte üzerinde durulan 16 konu kapsamında yer verilen 270 eylem önerisinden birisi de “Sürdürülebilir Orman Yönetimi Ölçüt ve Göstergelerinin Belirlenmesi, İzlenmesi, Değerlendirilmesi ve Raporlanması” olmuştur. Ülkemizde bu öneri doğrultusunda başlatılan çalışmalar sonunda 6 ölçüt ve 28 gösterge belirlenerek “Ulusal Kriter ve Gösterge Seti” oluşturulmuş; rayolları, yüksek gerilim hatları; başta “gençleştirme” olmak üzere başarısız ormancılık uygulamaları vb. etkenler nedeniyle orman ekosistemlerinin parçalılık durumu artabiliyor. Oysa, orman ekosistemlerinin varlığını, yapısal özelliklerini, dolayısıyla ekolojik işlevlerini sürdürebilme yeteneği, parçalılık düzeyine koşut olarak değişebiliyor. Sözgelimi; parça genişlikleri küçüldükçe ve parça sayısı artıkça başta yabanıl yaşamı olmak üzere orman ekosistemlerindeki kimi doğal döngüler olumsuz yönde etkilenebiliyor; ormancılık çalışmalarının etkenlik düzeyi düşebiliyor. OGM Sürdürülebilir Orman Yönetimi Kriter ve
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle