23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI O filme tepkiler hakkında... Tınaz Titiz Hayrettin Ökçesiz okcesizhayrettin@gmail.com http://okcesizhayrettin.blogspot.com A BD de yaşayan karışık geçmişli, porno film yapımcısı Nakoula Basseley Nakoula (55) adlı bir kişinin, Hz. Muhammet ve İslam’ı aşağılayan yaklaşık 1 yıl evvel çekildiği belirtilen filmin bir özeti internete düşünce önce Libya ve Mısır, sonra da diğer İslam ülkelerinde şiddet yüklü protestolar başladı ve Libya’daki ABD büyükelçisi dahil 4 kişi öldürüldü. Olay 3 gün önce meydana geldi. Bugüne kadar geçen süre içinde gazete ve TV yorumlarında –çeşitli şekillerde de olsa özü tıpatıp aynı şu iki grup yorum çıktı, çıkmaya da devam ediyor: (1) “Herhangi bir dine hakaret edilemez”, (2) “Şiddet hoş görülemez”. Bu iki argümanın hangisinin başa koyularak dile getirildiği, böylelikle bir saklı içerik mesaj verildiği de ayrı mesele. Belki ana akım medyaya yansımamış kasaba ölçekli medyada, “etme bulma dünyası, Kaddafiyi parçalarsan bu da karşılığı olur, elinize sağlık koçum” mealinde yorumlar vardır, ama benim gözüme çarpmadı. tün bu eleklerden geçebilen fikirleri dahi mutlak doğru, iyi, güzel olarak nitelememeyi, düşünme biçiminin ana ilkesi olarak benimsemiş bir insana, “git şu eylemi yap” deseniz ne olur? Olacak olan, en azından birkaç yüz soru ile karşılaşmanız ve onlara verebileceğiniz cevapların her biri için de bir o kadar yeni sorunun tepenize yağmasıdır. Kısacası bu tür insanları böyle eylemlere yönlendiremezsiniz. Buradan, sürü formundaki eylemler için gereken insan malzemesinin başat karakteristiği ortaya çıkıyor: Soru sormayacak, itiraz etmeyecek, sadece denileni yapacak hayatı pahasına dahi olsa. Bunlar ne kadar erken koşullandırılırsa başarı da o denli büyük olur. İntihar bombacılarının küçük çocuklardan devşirilmesinin nedeni budur; yani “tek doğrululuk”. Bu kolayca varılabilecek sonuca herkesin sorgulamayan sürüler hariç kolayca varması mümkündür, hatta kesindir. Peki nasıl oluyor da ulusal ya da uluslararası terörizm mücadelelerinde tek kelimeyle dahi bu “sorgulamayan insan tipi” ve onun kavramsal temelini oluşturan “sorgulanamazlık” hiç gündeme gelmiyor. Trafikteki zebrada bekleyen, sadece dost ahbap toplantılarında esip gürleyen, ağlaşmaktan başka bir iş yapmayan yazarların yazılarını ileterek, Atatürk anıları ileterek kendini ve çevresini kandırdığını düşünenler mazurdur. Türkiye’ye tuzaklar kurulduğunu, buna karşı uyanıp “bir şeyler yapılması gerektiğini” büyük bir celâdetle savunanlar da mazurdur. “Sorgulamayan insan tipi”nin en güçlü silah olabileceğini, onu eline geçirenin her şeyi –ama her şeyiyapabileceğini, çıkarları nedeniyle dile getirmeyenler de mazurdur. Bunları düşünemeyenler de mazurdur. İri ünvanları nedeniyle kendi doğruları dışında fikirleri kabullenemeyenler de mazurdur. Bu mazur kişi ve kesimlerin dışında, kamuoyunu veya onun küçük bir bölümünü etkileme kapasitesine sahip 1 (bir) kişi yok mudur ki, sorgulanamazlık virüsünün ve onun enfeksiyona yol açmış formu olan “soru sormayan, sorgulamayan insan tipi”nin sadece Türkiye’de değil tüm dünyada yok edilmesi gereken bir hastalık olduğunu farketmiş olsun ve bunun gereğini dostlar alış verişte görsün yollu değil içtenlikli olarak yerine getirerek ilerisi için düzgün tohumlar atsın. (16 Eylül 2012) Yüksek Öğretim Kurulu geçenlerde “Yükseköğretimi Yeniden Yapılandırma Yasa Tasarı Taslağı” adını verdiği bir metni rektörlüklere göndererek, öğretim üyelerinin alelacele görüşlerini bildirmelerini istemiş… Esas merakım şudur.. İki tespit.. Görüntülerinden çıkardığım kadarıyla, protesto edenlerin büyük çoğunluğunun filmi seyretmediği aslında ihtiyaç da duymadığı belli. Ayrı bir tespitim de şu: Her şeyin üzerinde değer verdiği, kılına zarar görmesini istemediği bir kişi ve onun tebliği ettiği dinin aşağılanması halinde ilk insani tepkinin derin bir üzüntü ve üzüntünün çeşitli biçimlerde dışa vurumu ancak sonrasında bunun bir fiziki tepkinin olması beklenir. Protestocuların hiç birisinde böyle bir üzüntü görünmüyor. “Neye tepki verildiğinin önemi olmadığı” odak noktası alınırsa, bu odak çevresinde tüm dünyada ve bu arada Türkiye’de sıklıkla olaylar oluyor. Film protestosu bunlardan sadece birisidir. Hadi diyelim bir kısım insan mazurdur.. Bu müthiş bir koz’dur.. Bu yolla bir kişi, bir servis, bir cemaat çok kolaylıkla büyük kesimleri harekete geçirebilir, yaktırıp yıktırabilir, sonra da durdurup bir süre sonra herhangi bir nedenle birbirlerini kırdırabilir ya da beğenmediği kesimleri ortadan kaldırabilir. Henüz bu esneklik ve yıkıcılıkta bir silah yapılmamıştır. Bu silahın en önemli özelliği, şiddetle yok edilmeye çalışıldığı sürece “kin birikimi” yoluyla daha başa çıkılamaz hale gelmesidir. 11 Eylül İkiz Kuleler saldırısından sonra Irak ve Afganistan’da öldürülen milyonlardan sonra, “o silah”ın daha keskinleşmiş olmasının nedeni budur. Sorgulamayı, kuşkulanmayı, kanıt aramayı ve bü Bir kişi arıyorum.. CBT 1336/ 19 26 Ekim 2012 rülürken, idari ve akademik özerklik önerilmemektedir. Mali özerklik yalnızca üniversitelerin şirketleştirilmesi anlamında ele alınmaktadır. 5. Yükseköğretim kurumlarının farklı özellikler göstermesi, dolayısıyla çeşitli yapı ve işleyiş biçimlerinin uygun olması doğaldır. Ancak bu merkezi ve belirsizliklerle dolu taslak yükseköğretimi bireyler ve kurumlar olarak ayrışmalara, içinden çıkılmaz kargaşalara götürecektir. 6. Kimi üniversitelerde “Üniversite Konseyi” adı altında getirilmesi düşünülen mütevelli heyet yapısının, özerkliğe doğrudan engel olacağı; işletilebilirliği olmadığı ve gerçekçilikten uzak olduğu, yalnızca üniversiteleri şirketleştirme anlamını taşıdığı açıktır. 7. Özlük haklarında yaratacağı ayrımcılık nedeniyle, üniversite çalışanlarının olumsuz etkileneceği açıktır. ÖED bu ana gerekçelerle, söz konusu taslağı temelden yanlış bulmaktadır. Derneğimizin “Nasıl bir Üniversite” başlığı altında yıllar içinde çeşitli ayrıntı düzeylerinde, farklı bakış açılarını bir araya getiren çok sayıda çalışması vardır. Bugün de günün gereksinimleri doğrultusunda Türkiye’de yükseköğretimin akademik özgürlük, kurumsal özerklik, demokratik yönetim ve kamusal finansman temel ilkeleri çerçevesinde yeniden yapılandırılmasına yönelik yaklaşım ve yöntem önerileri üzerinde çalışılmakta olup bu çalışmaların sonuçları kamuoyuyla ve dileyen yönetim kademeleriyle paylaşılacaktır. Her akla gelenin içerisine doldurulduğu; herkese bir sus payı veriyor olmakla, asıl niyetin bir güzelce gizlendiği ve böylelikle kurnazca toparlandığı, ama yine de her şeyin torbadan pervasızca başını çıkardığı kaba bir metin… Yasa metni yazma tekniği anlamında bir taslak olmayan bu yazıyı bir kez daha okudum. Evirdim, çevirdim ve bunun aslında çok kesin bir niyet açıklaması olduğu kanısına vardım. Şaşırtmalara kimse aldanmasın. Yapılmak istenen çok açık bir biçimde yazılmış. Bizden on gün içinde görüş istenmesi de, düşüncelerimizin bir öneminin olmayacağını gösteriyor. Kısa zamanda yeni bir yasa zaten çıkarılacakmış. Yüzbin öğretim elemanından güya bekledikleri yüzbinlerce sayfalık bir görüş bildirimini ne zaman okuyup değerlendireceklerini de düşünmüş olmalılar. Gelirse, sanırım çöpe gidecek. Asıl hesap, her zaman olduğu gibi, büyük bir çoğunluğun herhangi bir görüş bildirmeyeceğidir. Belli ki, usulen soruluyor. Metnin içerik ve yapısından, görüş toplama sürecinin ve yönteminin ciddiyetsizliğinden kimsenin kalemini oynatmayacağı açıktır. Metinde büyük laflar, basmakalıp laflar, klişeler gırla gidiyor. Bir pazarcının kendi aklınca parlattığı dolgun mostralıkların arkasındaki çürüklerin kokusunu hemen alıveriyorsunuz. Bir denek taşından söz edeyim, 1946 yılından: “BİRiNCİ MADDE Üniversiteler; fakültelerden, enstitü, okul ve bilimsel kurumlardan oluşmuş, özerkliği ve tüzel kişiliği olan yüksek bilim, araştırma ve öğretim birlikleridir. Her üniversitenin genel özerkliği ve tüzel kişiliği içinde, o üniversiteyi oluşturan fakülteler de, bu kanun bükümlerine göre bilim ve yönetim özerkliğine ve tüzel kişiliğe sahiptirler. ÜÇÜNCÜ MADDE Üniversitelerin görevleri şunlardır; a) öğrencilerini, bilim anlayışı kuvvetli, sağlam düşünceli aydınlar ve yüksek öğrenime dayanan mesleklerle türlü bilim ve uzmanlık kolları için iyi hazırlanmış bilgi ve deney sahibi elemanlar, Türk devriminin ülkülerine bağlı ve millî karakter sahibi vatandaşlar olarak yetiştirmek. b) Memleketi ilgilendirenler başta gelmek üzere, bütün bilimsel ve teknik meseleleri çözmek için bilimleri genişletip derinleştirecek inceleme ve araştırmalar yapmak, bu çalışmalarda ilgili milli bilim ve araştırma kurumları ile ve yabancı veya uluslararası benzer kurumlarla işbirliği etmek. c) Memleketin türlü yönden ilerleme ve gelişmesini ilgilendiren bütün meseleleri hükümetle ve kurumlarla da elbirliği etmek suretiyle öğretim ve inceleme konusu yaparak sonuçlarını umumun faydalanmasına sunmak ve hükümetçe Millî Eğitim Bakanı vasıtasiyle istenecek incelemeleri yaparak düşüncelerini bildirmek. d) Araştırma ve incelemelerinin sonuçlarını gösteren, bilim ve tekniğin ilerlemesini sağlıyan her türlü yayımları yapmak; yardımcılara, doktora adaylarına ve öğrencilerine yaptırmak. e) Türk toplumunun genel seviyesini yükseltici bilim verilerini sözle ve yazı İle halka yaymak”… Üniversite onuruna, tam özerkliğe, doğrudan seçmeye ve seçilmeye dayalı bir “Üniversiteler Kanunu”ndan altmış altı yıl sonra bugün nerelere savrulduğumuzu hemen görüveriyorsunuz: Bilim özgürlüğü sıfır, düşünce özgürlüğü sıfır, Aydınlanma sıfır, eleştirel akıl sıfır, akademik özgürlük sıfır, akademik özerklik sıfır, yönetsel özerklik sıfır, mali özerklik sıfır, seçme seçilme hakkı sıfır, yönetime katılma sıfır, araştırma özgürlüğü sıfır, parasız öğrenim sıfır, öğrenimde fırsat eşitliği sıfır, hümanizm sıfır, hümanist, insancıl, insancı, laik olmak sıfır, hukuk devleti, hukukun üstünlüğü sıfır, dayanışma, kamu yararı sıfır, bilim hukuku, bilim ahlakı, bilim felsefesi, evrensel değerler, insan onuru, hepsi sıfır… Bilimin alınıp satılabileceğini sanan bir bezirgan kafasıyla düzülmüş bu metni taradığımda bilgisayarımın bana verdiği sonuçlar bunlar… Siz de pek çok sıfır bulacaksınız, bundan eminim. Bir denek taşı daha: Düşüncelerimizden gerçekten yararlanmak istiyorlarsa, bunu bize, yönteminde ve değerlendirilmesinde saydam, izlenebilir, denetlenebilir bir görgül araştırmayla sorabilirler. Görelim bakalım, karşımızdaki kuzu mu, postu mu? Üniversitenin Yiten Onuru
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle