Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Varsaymak nanmak Değil midir Yrd. Doç. Dr. Aytekin Aydemir aaydemir@mersin.edu.tr Mersin Üniversitesi Birbirine karışmış birkaç terim Tınaz Titiz S ayın Timur Karaçay ve Sayın Filiz Eyüboğlu arasındaki tartışmada birkaç noktada görüşlerimi belirtmek isterim. Öncelikle ben de Sayın Timur Karaçay’ın algoritma, şifre ve fonksiyon için söylediği “ üç kavramın da aynı şey olduğu” ifadesine katılmadığımı belirtmek istiyorum. Sayın Eyüboğlu için “farklı sandığı bu üç kavramın tanımlarını vermekten kaçındığı” ifadesini kullanıyor. Ancak bu üç kavramla ilgili tartışmayı açan ilk kişi kendisi olduğu halde ne ilk yazısında ne de son (CBT 1258/19|29 Nisan 2011) yanıt yazısında yine bu kavramlarla ilgili tanımları vermiyor. Hatta bir ifadesinde “o üç kavramın en genel halinin fonksiyon olduğunu görecektir” diyerek “elmanın elma olduğu görülecektir” gibi bir açıklamaya gidiyor. Buradan da elbette “elmanın elma olduğunu” görüyoruz ancak “elmanın ne olduğunu” hâlâ anlayamıyoruz! Ben bu üç kavramla ilgili tanım değil ama birer örnek vereyim ve buradan gerçekten de bu üç kavram aynı mı değil mi görmeye çalışalım. Y=3x+5 bir fonksiyona örnek, Fgatv5a<1 bir şifreye örnek, Başla ki sayıyı gir: a,b ki sayıyı topla: c=a+b Sonucu yazdır: yaz c Bitir Bu da “iki sayının toplamını” veren bir algoritma örneği. Bu örneklere baktığımızda şifrenin elde edilebilmesi için bir (ya da birden çok) fonksiyon kullanılması gerektiği, yine algoritmanın da bir programlama diline aktarılırken fonksiyon kullanılmasının gerekebileceği olgusu, bu üç kavramın da fonksiyon olduğu sonucunu doğurmaz. Bu üçünün aynı şey olduğunu üçünün de örneğin karakterlerden (harfler ve sayılar) oluştuğunu söyleyerek öne sürebiliriz ki bu da bize fazla bir bilgi vermez. Bunu söylemekle “herkes Adem’den geldi” ya da “her şey büyük patlama ile başladı” demek arasında çok bir fark yoktur. Onun yerine BOP, Ergenekon, ÖSYM’nin aynı şey olduğunu söylemek belki daha doğru olacaktır. Sayın Karaçay’ın “Bilimde ‘inanmak’ yoktur” biçimindeki ifadesi bu biçimde söylenişiyle ne kadar doğrudur? “Varsaymak” da inanmak değil midir? Matematikte kuramlar bazı temel varsayımlardan yola çıkarak elde edilmiyor mu? Yine son olarak da Sayın Karaçay’ın yazısının son paragrafında söylediği “ÖSYM, sınavları olması gerektiği gibi kusursuz yapsa ne değişecek?” sözü amacı o olmasa da ÖSYM ile ilgili son olayların yanlışlıkla yapılmış “kusurlar” olarak algılanmasına neden olabilir. Ancak Türkiye’nin son 20, 30 yılı değerlendirildiğinde ÖSYM skandallarının da bir hata değil sistemli bir biçimde gerçekleştirilen sürecin bir parçası olduğu kolayca görülebilir. O nedenle Sayın Karaçay’ın son söz olarak söylediği gibi, “asıl sorunun anlaşılıp tartışılması daha iyi olacaktır”. Ş u deyimler ortaya karışık şekilde kullanıldıkça içinden çıkılmaz bir hal doğuyor. Hani bu kargaşa terim düzeyinde kalsa iyi, oradan da gündelik yaşamımızın temellerini tehdit etmeye başlıyor. Konfiçyüs’ün ünlü sözü bir kere daha anılmalı: ‘Sözcükler yanlış olursa cümleler; cümleler yanlış olursa kavramlar bozuk olur. Kavramlar bozuk olunca halk anlaşamaz; halk anlaşamazsa dirlik bozulur’. Dirliğin bozulmasına çok az kaldığı için bir kere de ben yazayım dedim. Birbirine mkarışmış ve herkesin kendi kafasına göre anlam yüklediği birkaç terim ve bu terimler için anlam önerilerim şunlar: Bilime dokunmak Doç. Dr. Kemal Yürümezoğlu, Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğit. Fak. kemal.yurumezoglu@deu.edu.tr B ilime dokunmak, varlıklara dokunmaktır. Varlıklar hem nesnel hem düşünsel dünyada çıkar karşımıza. Somut ve soyut arasındaki bu salınımda bir enerji akışı söz konudur. Salınım biçimi duyulardan gelen veriyi biçimlendirir. Her enerji bir bilgidir aslında. O da bilmenin hammaddesidir. Duyusal dokunuşlarla dış dünyadan taşınan enerji, nöronların birbirine dokunuşlarıyla yoluna devam eder. Eğer nöronların dokunuşu, duyumlardan gelen dokunuşları biçimleyecek deneyime sahipse duyumlar dünyası ile zihnimiz arasında koordinasyon kurulur. Duyumlar algılanmaya algılar anlamlanmaya başlar. Enerji hem maddesel hem de maddesel olmayan dalgalarla iletilebildiği için duyulardan gelen veriler de her zaman maddesel bir temas gerektirmeyebilir. Dokunmak bazen gözümüze gelen bir ışık, tenimize çarpan bir ısı dalgası ya da kulağımıza ulaşan bir ses dalgası olabilir. Biçimleri ne olursa olsun hepsi enerji ve beraberinde nesnelerden bireye enformasyon taşır. Her dokunuş bir keşiftir bizim için. Ya bilinenleri ya da bilinmediğini doğrulamak için. Dokunarak, duyuları kullanıma açan her bir birey bilmeye ve bilime kapılarını açık hale getirmiş demektir. Bilime dokunmak bazı zamanlar nesnelerin nite liklerine uzanan yeni yolları keşfedebilme, bazen duyuların ulaşamadığı sınırlara imgelerle ulaşmaya çalışmaktır. Olguların içerisinde yer alan nesne(ler) ve nitelikleri her zaman kendini kolayca göstermez. Bazen bir nitelik diğerini gölgeler ya da bir niteliği algılamaya alışmış birey, diğerlerinin var olduğunu veya olabileceğinin farkına varmaz. Kısacası duyumları alışkanlıkları ile çevrelenir. Benzer biçimde imgeleri de belirsizleşmeye başlar. Bunun sonucunda bireyin bilmeye uzanan aktif yolları kapanır. Bu durumda birey bilime dokunmak yerine seyirci bir role bürünür. Bu biçim televizyon seyretmekten farksız bir eylemdir. Yalnızca size verilen ve gösterilen ile yetinirsiniz. Bazen doğal refleks olarak dokunmak istediğinizde bile yapabileceğiniz bir kanaldan diğerine geçmekten başka bir şey değildir. Bilime dokunmak, bilinmeyene yönelmektir. Bilmenin yolunu açık tutmaktır. Bu ise nesnel ve düşünsel bir eylemlilik halidir. Biri olmadığında diğerinin pek önemi yoktur. Bireyi doğa karşısında eylemli kılan ise duygu duyum etkileşimidir. Bireyin duygularını harekete geçiren bilinçli eylemler, bireyleri dokunmaya yöneltir. Ya da dokunuşlarıyla keşfeden bireyler duyguları dışa vurur. Bu yüzden şaşırtan duyumlar, eğlenceli gösteriler ve deneyler, öngörülmeyen sonuçlar, detaylara ve farklı açılardan bakmaya yönelik girişimler, benzerlikleri ve farklılıkları keşfettirmeye yönelik gözlemler, birbirini tekrarlayan yapıları keşfe yönelme, duyumları duygularla çevreletir. Duyum ve duygu etkileşimi bireyi doğa ve yaşam karşısında eylemli, yönelimli ve farklı kılar, bilmeye uzanan yollarını belirginleştirir. Bu kavramlar içinde hoşgörme ve af en sık yanlış kullanıma konu olan ve yaptırım acizliği ile karıştırılan terim olsa gerekir. Burada verilen tanımlardan amaç, doğruluğu tartışmaya kapalı hükümler vermek tabii ki olamaz. Ama rastgele bilinçsiz / bilinçli kullanım nedeniyle birlikte yaşama iklimini bozan kavramlara dikkat çekmek amaçlanmıştır. Bir ortak kavram tabanı inşa etmeden birlikte yaşamak mümkün müdür? Akla hayale gelebilecek her türlü vaadin havada uçuştuğu bir seçim öncesinde birisinin de çıkıp böyle bir taban inşa edeceği üstelik arsa spekülasyonuna yol açmadan vaadetmesini beklemek pek mi iyimserliktir? Karaçay’a yanıt Filiz Eyüboğlu 29 CBT 1260/ 18 13 Mayıs 2011 Nisan 2011 tarihli CBT’de T.Karaçay’ın, yazısına cevap verdiğim yazıma yanıt verme adı altında tarafıma alaycı bir şekilde ve gerçekdışı imalı yazısı dolayısıyla cevap hakkım doğmuştur. Karaçay’ın ifadeleri, beni tanıyan tanımayan herkese benimle ilgili yanlış imaj verecek türden ve bilimsellikten uzaktır. Ben yazımda bilim ile dini, inancı birleştirmeye mahal verecek en ufak bir ifade kullanmadım ve bildiğim doğruları verirken “katılmıyorum ya da inanıyorum” diye bir ifadede bulunmadım. Bilimsel bir doktora tezi yapmış ve bilimsel makaleler yazmış bir bilim insanı olarak; bilimin, bilimselliğin ne olduğunu çok iyi biliyorum. Ayrıca, kendisi kullandığı kavramların tanımlarını vermediği halde (her iki yazısında da), beni suçlamaktadır tanımlar verilmemiş diye. “Bilimsel tartışma” bakımından yorumu bilimselliği bilen okurlara bırakıyorum.