17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SON ARAŞTIRMALAR DİRENÇLİ GRİP VİRÜSLERİNİN YAYILMA NEDENİ BULUNDU Amerikalı bilim insanları grip virüslerinin kalıtımında dirençli virüslerin yayılmasından sorumlu olan mutasyonlar saptadı. 2007/2008 grip sezonunda tüm dünyada Tamiflu (etki maddesi Oseltamivir) ilacına karşı dirençli olan çok sayıda vaka yaşanmıştı. Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü Nobel ödüllü bilim insanı David Baltimore ile çalışan ekip, şimdi belli başlı virüslerin ilaca niçin direnç kazandığını gösteren bilgiler elde etti. Grip virüsleri en çok değişen hastalık etkenlerindendir. Araştırma ekibi domuz gribi ve 1918 yılında İspanyol gribine yol açan H1N1 virüslerini incelemiş. Virüsler, çoğaldıktan sonra ana hücrelerinden kurtulmak için nörominidaz (Neuraminidase) enzimine ihtiyaç duyarlar. Halihazırda incelenen değişime uğramış İnfluenza A virüsü 1998 yılından bu yana bilinmekte. “İlaca karşı dirençlikten nörominidaz enziminin genetik kodundaki H274Y’deki mutasyon sorunlu” diyor bilim insanları Science dergisinde. Ne var ki bu dirençli virüs 2007/2008 kışında birdenbire her yerde ortaya çıkmıştı. Ve 2008/2009 grip sezonunda artık Oseltamivir etki maddesinin bu mevsimsel gripte etkili olmadığı anlaşılmıştı. Baltimore ile çalışan ekip şimdi Oseltamivir etki maddesine karşı dirençli iki diğer virüste de nörominidaz enziminde değişimler saptadı. Bu mutasyonlar virüsün kolay yayılmasını sağlıyor. Domuz gribi salgını sırasında da Oseltamivir etki maddesiyle tedavi edilemeyen vakalar yaşanmıştı. Bununla birlikte grip virüslerine karşı başka etki maddeleri de bulunmakta. de kanseri yüzünden ölenlerin sayısı 740.000 ve karaciğer kanserine bağlı ölümlerin sayısı ise 690.000 olarak açıklanıyor. Kanser vakalarının 2030 yılına dek 21,4 milyona çıkması bekleniyor. yi azaltıyor. Kafeinin konsantrasyon gücünü uzun vadeli olarak arttırdığı ise doğru değil. sağlanana kadar hesaplama devam ediyor. Metal, seramik ve plastik gibi maddeler incelendi ve detektör sinyalinin malzeme özelliklerine göre değiştiği görüldü. Elektronlar mesela altınla daha düşük yoğunluğa sahip latekse göre daha farkı etkileşmekte. PTB bu yüzden büyüklük ve malzemeyi dikkate alabilen otomatik bir değerlendirme yöntemi geliştirdi. Sistem, simülasyon sonuçlarına göre her partikülün kenarına uygun bireysel bir detektör sinyalini hesaplıyor. Bu şekilde her partiküle uygun kesin büyüklük tespiti yapılabilmekte. Bu zahmetli sürece rağmen yüzlerce görüntü birkaç dakika içinde otomatik olarak değerlendirilebiliyor. PTB araştırmacıları öte yandan birçok nanopartikül görüntüsünü peşi peşine otomatik olarak alabilecek bir yöntem de geliştirdi. Böylece artık birkaç bin partikülü ölçüp değerlendirdikten sonra, bir örneği bir gün içinde belirleyebilme olanağına sahip oldular. Yeni ölçüm yöntemi sayesinde çeşitli laboratuvarlarda birbirleriyle örtüşecek sonuçlar elde edilebilecek. KAFEİN KORKU DUYGUSUNU UYANDIRIYOR Dünyada birçok insan sabahları uyanabilmek için çay, kahve veya enerji içeceği içiyor. Gün içinde çok fazla kahve içenler, kafeinin etkisine çabuk alışıyorlar. Beden kafeinsiz kaldığı zaman yorgunluk, baş ağrısı ve konsantrasyon bozukluğu ortaya çıkıyor. İngiliz ve Alman bilim insanları şimdi kafein, korku, konsantrasyon ve alışkanlık etkilerini araştırdı. Araştırmaya katılan 379 kişiden yarısı ya çok az ya da hiç kafeinli içecek içmiyordu, diğer yarısı ise orta veya yüksek oranda kafein alanlardı. Yani ikinci gruptakiler günde en az bir fincan kahve içiyordu. Bu insanlar kafein içerikli içeceklerden on altı saat boyu tamamen uzak durduktan sonra kendilerine kafein veya plasebo (etkisiz ilaç) verilmiş ve hissedilen korku, konsantrasyon ve baş ağrısı durumu kontrol edilmiş. Bilim insanları aynı zamanda genetik incelemeler de yapmış. Birkaç yıl önce AdenosinA2Areseptöründeki genetik bir varyantın hissedilen korku üzerinde etkili olduğu anlaşılmıştı. Kafein insan beyninde bu reseptöre tutunmakta. Araştırmadan ortaya çıkan sonuca göre belli başlı genetik donanıma sahip kişiler, kafein yüzünden daha fazla korku hissediyor. Ancak anlaşıldığı üzere bu durum tüketim miktarıyla ilgili değil. Hatta özel reseptör varyantına sahip katılımcılar ortalama olarak daha fazla kafein tüketiyorlar, ki bu da alışkanlık yaptığı için korku duygularının azalmasına neden olmakta. Daha fazla kafein tüketenlere on altı saat sonra plasebo verildiğinde baş ağrısından ve konsantrasyonun zayıflamasından şikâyet etmiş. Oysa katılımcılara kafein verildiğinde baş ağrısı ortaya çıkmadığı gibi konsantrasyon gücü de artmakta. Düzenli ama düşük miktarda kafein tüketimi, her şeyden önce dikkat kaybı üzerindeki negatif etki NANOPARTİKÜLLERİN BÜYÜKLÜĞÜ NE KADAR? Nanopartiküllerin büyüklüğünü belirlemek zahmetli ve sıkıcıydı. Bilim insanları şimdi boyutları bir nanometreye kadar belirleyen ve parçacıkların davranışları ve riskleri hakkında bilgi veren bir ölçüm yöntemi geliştirdi. Nanopartiküller güneş kremi, diş macunu, deodorant ve boya gibi ürünlerde ve kanser terapilerinde yaygın kullanılır. Fakat üretimi, kullanımı ve yok edilmesi sırasındaki risklerini tahmin etmek çok zordur. Çünkü çok küçük boyutları nedeniyle, büyük partiküllerden farklı kimyasal ve fiziksel özellikleri vardır. Davranışları önemli ölçüde boyutlarına bağlıdır. Mesela 18 nanometre büyüklüğündeki bir parçacığın özellikleri, 35 veya 160 nanometre büyüklüğündeki parçacıktan tamamen farklı olabilir. Boyut farkı insan ve çevre üzerindeki risklerin tahmin edilmesini zorlaştırdığı kadar, farklı büyüklükteki parçacıklar teknolojide çok çeşitli kullanım alanları sunmakta. Yani ne olursa olsun boyutların kesin olarak belirlenmesi önemli. Almanya’daki FizikselTeknik Federal Enstitüsü (PTB) bilim insanları nanopartiküllerin boyutlarını kesin olarak belirleyebilmek için elekt r o n mikroskobik bir ölçüm yöntemi geliştirdi. Y e n i yöntem çeşitli tiplerdeki elektron mikroskopların olumlu yönlerini bir araya getirmekte. Nanopartiküllerin kesin bir şekilde ölçülmesi sırasında pek çok sorun yaşanır. Şimdi, PTB’de geliştirilen bir program bir partikül için kararlaştırılan bir büyüklüğün (mesela 150 nanometre) detektör sinyalini hesaplarken, elektronlar ve partiküller arasındaki karşılıklı etkiyi ve detektörün özelliklerini dikkate alıyor. Eğer hesaplanan sinyal ölçülenle örtüşüyorsa, bu simülasyonla incelenen parçacığın gerçek boyutu bulunabiliyor. Örtüşme sağlanmadığı takdirde başka bir boyutla mesela 151 nanometreyle hesaplanıyor. Yani iki sinyalle örtüşme ŞEKER HASTALIĞI: PASİF İÇİCİLER DE TEHLİKEDE Alman Diyabet Merkezi’nde (Düsseldorf) pasif sigara içiciliği ve diyabet tip 2 arasında bir bağlantı bulundu. Daha önceki epidemiolojik araştırmalardan sigara içiminin diyabet tip 2 hastalığı için risk oluşturduğu ortaya çıkmıştı. Burada pasif içiciliğin de etkili olup olmadığı yeterli olarak araştırılmamıştı. 19992001 tarihleri arasında yaşları 5574 arasında değişen 1351 kişinin sağlık durumu incelendi. Başlangıçta hiçbir katılımcıda diyabet hastalığı bulunmuyordu. Yedi yıl sonra yapılan ikinci bir incelemede sigara içenlerde diyabet 2 riskinin daha yüksek olduğu ortaya çıktı. Sonuç: Pasif içicilerin aynı hastalığa yakalanma olasılığı ise hiç sigara dumanı solumayanlara kıyasla iki misli fazla. Nilgün Özbaşaran Dede DÜNYA ÜZERİNDE EN FAZLA AKCİĞER KANSERİ TÜRÜ GÖRÜLMEKTE Dünya Sağlık Örgütü’ne göre akciğer ve meme kanseri dünya genelinde en fazla görülen tümör türleri. Tümü 2008 yılına ait verilere göre dünya genelinde 1,61 milyon yeni akciğer kanseri vakası ortaya çıktı. Bunu 1,38 milyon vakayla meme kanseri ve 1,23 milyon vakayla bağırsak kanseri takip ediyor. Sonuçlar tüm dünyadaki verilerin bir araya toplanmasıyla elde edilmiş. Buna göre 2008 yılında dünya genelinde yaklaşık olarak 12,7 milyon kişi kansere yakalanmış, 7,6 milyon insan da kanser yüzünden yaşamını yitirmiş. Kanser vakalarının önemli bir bölümü dünyadaki en yoksul ülkelerde meydana gelmekte. Akciğer kanseri yüzünden yaşamını yitiren insanların sayısı 1,38 milyon, mi Araştırma ALERJİ TEDAVİSİNDE YENİ UMUT Tsukuba Üniversitesi’nde Akira Shibuya ve arkadaşları, alerjik reaksiyonları önemli ölçüde engelleyebilen bir protein keşfetti. Bu proteini taşıyan ve taşımayan fare deneyleri burada yardımcı oldu. Obur hücrelerin üzerinde bulunan ve “Allergin1” olarak isimlendirilen protein, histamin ve diğer maddelerin salgısını engelliyor. Alerjenler, antikorlarıyla birlikte obur hücrelere yerleşir ve bu şekilde bağışıklık sistemi tarafından tanınırlar. Bundan sonra salgılanan histaminler normalde alerjenlerle savaşır fakat alerjik reaksiyonda tipik semptomlar ortaya çıkar. Allergin1 proteini, alerjenlerin obur hücrelere yapışmasını, dolayısıyla da söz konusu maddelerin salgısını önlüyor. Ve bu şekilde alerjik reaksiyona en başından etkili bir şekilde müdahale edilmiş oluyor. CBT 1213/ 4 18 Haziran 2010
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle